Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun TBMM Genel Kurulu’nda Suriye’deki Olaylar Hakkında Yaptığı Konuşma, 26 Nisan 2012

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce Meclisi ve heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

 

Bölgemizdeki gelişmeler ve Suriye konusu bir yıldan uzun bir süredir dış politikamızın öncelikli gündem maddeleri arasında yer almaktadır. Hükûmet olarak yoğun bir mesai sarf ettiğimiz bu konu hakkında yüce Meclisimize her fırsatta bilgi sunmaya gayret ediyoruz. Bugün bu nedenle huzurunuzda bulunuyorum. Suriye konusunda izlediğimiz politikanın anlaşılması için öncelikle bazı değerlendirmelerimizi paylaşmakta yarar görüyorum.

 

Tarihin akışının hızlandığı bir dönemden geçiyoruz. İçinden geçtiğimiz bu dönemin belirleyicisi Orta Doğu’da yaşanmakta olan, kökeninde toplumsal hareketlerin yer aldığı kapsamlı uyanış ve siyasi dönüşüm sürecidir. Dolayısıyla Suriye’de yaşananlar bu kapsamlı dönüşümün parçasıdır ve boşlukta cereyan etmemektedir. Statükonun duvarlarının yıkıldığı bu sürecin sonunda bu bölgedeki devlet ve iktidar anlayışında ve beşerî coğrafyada köklü değişiklikler yaşanması, yeni bir düzenin -bir barış düzeninin- kurulması kaçınılmaz hâle gelmiştir. Geniş halk kitleleri kendilerini yönetenler ile aralarındaki ilişkinin meşruiyet temelinde sürmesi ve rejimlerin halkın iradesine dayanması için seslerini yükseltmişlerdir, yükseltmeye devam etmektedirler.

 

Bölgede bir yılı aşkın süredir yaşananlar bu coğrafyada yönetenler ile halklar arasındaki ilişkinin ancak ve ancak meşruiyet zemininde yürüyebileceğini göstermiştir. Meşruiyetini halkın iradesine değil, sahip olduğu kaba kuvvete dayandıran iktidar anlayışlarının sonunun geldiği ortaya çıkmıştır. Tarihin akışı bellidir, özgürlük, adalet ve eşitlik arayışının ikamesi yoktur. Kendi halkının bu arayışına cevap veremeyen rejimler er ya da geç ya değişecek ya da yıkılacaktır. En önemlisi de bu talepler doğrudan sokaktaki insandan gelmektedir. Yaşananları, dışarıdan empoze edilen planlarla, komplolarla izah etmeye çalışmak her şeyden önce bu onurlu bölge insanına hakarettir. Onlara “Siz tarihte bir özne değilsiniz, siz kendi iradenizle bir süreci başlatamazsınız, yürütemezsiniz.” demektir.

 

Beşerî coğrafya bağlamında bir diğer önemli hususa daha dikkat çekmek istiyorum. Orta Doğu bölgesinde uzun yıllar boyunca statüko adına hürriyet, adalet ve çoğulculuk feda edilmiştir. Nitekim azınlık diktalarının yaptıklarının faturası, bir diğerini öteki ve hasım gören etnik ve mezhep temelli bir siyaset anlayışı olarak bugün karşımıza çıkmaktadır. Bu anlayışın jeopolitik çıkara ve güç dengesine dayalı bir politikayla birleşmesi durumunda Orta Doğu’da bugüne kadar gördüklerimizden çok daha vahim ve bölgenin geleceğini tehlikeye sokacak bir çatışma ve kaos döneminin başlaması kaçınılmaz olacaktır. Böyle bir senaryodan herhangi bir ülkenin, mezhebin veya toplumun kazançlı çıkması ise imkân ve ihtimal dâhilinde değildir. Bölgedeki olağanüstü değişim sürecinde izlediğimiz politikanın ana hedefi bu vahim tablonun gerçekleşmesini önlemektedir.

 

Temel ilkelerimiz de açıktır. Biz, azınlık diktalarının değil, kendi geleceğine sahip çıkmak isteyen halkların yanındayız. Biz, bu coğrafyada hakkı kuvvete feda eden ve çıkar mülahazasını bütün değerlerin önüne koyan bir anlayışa karşıyız. Biz, kan bağına, ırka, dine veya mezhebe dayalı her türlü kutuplaşmayı, etnik ve mezhep temelli siyaseti peşinen reddediyoruz. Bizim için bu coğrafyada etnik ve mezhep farklılıkları tehdit değil zenginliktir. Zira biz, evrensel ve demokratik değerler zemininde bir siyaset anlayışını savunuyoruz. Bölgemizdeki sorunları diyalog ve uzlaşma yerine, çatışma ve kaba kuvvetle çözmeye çalışan her türlü yaklaşımı da baştan reddediyoruz. Adalet, hak, akıl ve mantık eksenli evrensel değerleri temel alan bir felsefeyle hareket ediyor, bu coğrafyanın geleceğine sahip çıkmaya çalışıyoruz. Bizim tek optiğimiz insanlıktır. Biz dini, etnik kökeni veya mezhebi ne olursa olsun bölge insanına baktığımızda karşımızda sadece yaratılmışların en şereflisi olan insanı görürüz, dostlarımızı görürüz, kardeşlerimizi görürüz. Suriye’de bugüne kadar izlediğimiz ilkeli siyasetin anlaşılması için bu genel yaklaşımımızın bilinmesi elzemdir. Bu temel felsefeyi anlamayanlar, bakıp da görmek istemeyenler, Suriye politikamızı idrak problemi yaşamaktadır. Suriye’deki durum bağlamında en başta söylenmesi gereken şudur: Bugün Suriye’nin içinde bulunduğu durumun, yaşanmakta olan insanlık dramının müsebbibi de, faili de Suriye rejiminin bizatihi kendisidir. Bir yılı aşkın süredir binlerce ölüm ve kayıplara rağmen hâlâ kendi onurunu korumaya çalışan ve demokrasi talebini sürdüren Suriye halkının dışarıdan yönlendirildiğini savunmak, kaynağı Suriye dışında aramak beyhudedir, yanlıştır, Suriye halkına karşı da haksızlıktır. Zira, fail de, sorumlu da, özgürlük, adalet ve hak arayışından başka hiçbir talebi olmaksızın meydanlara inen halka kurşun sıkan, masum insanlara karşı tank, top, tüfek kullanma emri veren totaliter Baas’çı zihniyettir.  Suriye’deki gelişmeler ne dün ne de bugün sadece bir Suriye meselesi olmuştur. Suriye’deki durum, her şeyden önce, bir insanlık meselesidir. Katledilen bir masumun hakkını aramak, zulme karşı gür bir sesle “Yeter, dur.” demek, insanlık, vicdanın gereğidir, inandığımız değerlerin gereğidir. Zulme karşı haykırmak, AK PARTİ’nin ve AK Parti İktidarının şiarıdır, her yerde şiar olmuştur, şiarı olmaya devam edecektir; Suriye bağlamında da yaptığımız budur.

 

Suriye’deki gelişmeler özünde bir bölgesel barış ve güvenlik meselesidir. Kendi halkıyla savaşan Suriye rejimi, bölgesel istikrar, barış ve güvenliğe yönelik bir tehdit hâlini almıştır. Suriye’de halkın taleplerini dikkate almayan statükonun devamı tüm bölgeyi kuşatacak bir kaos ve çatışma ortamı oluşturacaktır.

 

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün geldiğimiz nokta itibarıyla Suriye’deki gidişatın başlıca üç açıdan değerlendirilebileceğini düşünüyoruz. İlk açıdan, ilk perspektiften temel amacımız, insanlık vicdanı ve evrensel değerler ile ulusal çıkarlarımız arasında optimum dengeye dayalı politikamızı sürdürmektir. Zira, biz, ulusal çıkarımızı inandığımız değerlerle birlikte tamamlıyoruz. Ne ulusal çıkarlar adına insanlık ve vicdanın gereği olan değerlerden fedakârlık ederiz, ne de bu değerlerle ulusal çıkarlarımızı çelişkili görürüz. Bu değerleri ne kadar savunursak ulusal çıkarımızı da o kadar maksimize ederiz.

 

İkincisi, Türkiye’nin etrafında bir barış, istikrar, güvenlik ve refah kuşağı oluşturmaktır. Bu itibarla Suriye’de, halka yönelik şiddetin durması ve mezhepsel bölünmeleri körükleyebilecek bir kaosun ve iç savaşın engellenmesi için çalışıyoruz. Suriye halkının temel hak ve hürriyetlerinin güvence altına alındığı, dinî, mezhebi ve etnik kökeni ne olursa olsun tüm Suriye vatandaşlarının eşit haklara sahip olduğu tam demokratik bir sisteme geçilmesi talebini, Suriye halkının bu talebini destekliyoruz, desteklemeye devam edeceğiz. Suriye’de barış ve istikrar Baas rejimiyle değil, ancak böyle, halka dayalı, meşruiyetini halktan alan yeni bir siyasi yapıyla tesis edilebilir.

 

Bu hedef doğrultusunda, Suriye’deki sorunun çözümü için bugüne değin hiçbir ülke bizim kadar sabırla, samimi ve yoğun bir çaba sarf etmemiştir. Suriye yönetiminin, Suriye halkının meşru talep ve beklentilerini karşılayacak adımları atması ve bugünkü insanlık dramının yaşanmaması için altını kaldırıp bakmadığımız hiçbir taş, başvurmadığımız hiçbir diplomatik yöntem, aramadığımız hiçbir çare kalmamıştır. Bir dost ve kardeş ülke olarak elimizden gelen her türlü çabayı gösterdik.

 

Haksızlığa ve izolasyona maruz kaldıkları en zor günlerinde arkasında durduğumuz Suriye yönetimine ve Devlet Başkanı Esad’a, Suriye’nin ve bölgenin barış ve istikrarının korunması adına ikili düzeyde her türlü tavsiye, ikaz ve yardımda bulunduk. Daha ortada Arap uyanışının hiçbir işareti yokken ikili ilişkilerimizin en iyi olduğu dönemlerde biz Suriye yönetimine reform yapmanın elzem olduğunu defalarca anlattık, gerekli telkinlerde bulunduk. Sayın Başbakanımız dostane bir şekilde bütün bunları kendisine izah etti,2003’ten beri her görüşmede. 2011 yılının Ocak ayında başlattığımız yoğun diplomasi çalışmasını geçen yılın Ağustos ayına kadar devam ettirdik. Sayın Başbakanımız bu süre zarfında Beşar Esad ile yüz yüze görüştü. 4 kez çok samimi ve çok uzun telefon görüşmesi yaptı. Ben Şam’a 2 kez gittim. Heyetler gönderdik her alanda. Ekonomi, güvenlik alanında. Barışçıl bir çözüm için atılması gereken adımları saatlerce, günlerce, haftalarca, aylarca konuştuk. Ancak Esad yönetimi reform yapmak yerine göz yaşı ve zulüm üzerinden iktidarını sürdürmeye çalıştı. Camileri bombaladığını, şehirlere karşı toplu cezalandırma yöntemlerine giriştiğini, insan katliamına devam ettiğini ve ülkeyi âdeta bir açık hava hapishanesine çevirdiğini gördüğümüz andan itibaren biz de tavrımızı net olarak koyduk. Bize yakışan da bu net tavırdı. Suriye halkının yanında net bir tavrımızı ortaya koyduk ve Suriye halkının talepleri yanında yer aldık.

 

Şimdi, bu gerçekleri göz ardı eden bazı çevreler “Bir sabah uyandık ve Suriye’yle düşman olduk.” diyor. İnsan hafızası bu kadar kısa ve kısır olamaz, olmamalı. Bölgenizi, ülkenizi, dış politikanızı sabah kalkıp baktığınız gazete manşetleriyle anlamaya kalkarsanız kendinizi kandırabilirsiniz, ama hiç kimseyi inandıramazsınız

 

Geçen yıldan bugüne Suriye’de yaşanan hadiseleri ve bizim izlediğimiz politikayı ay ay, hafta hafta, gün gün takip edenler bu hakikatleri biliyorlar.

 

Suriye politikamızın üçüncü perspektifi, Suriye meselesinin bölgesel sahiplenme ve uluslararası meşruiyet zemininde ele alınmasını sağlamaktır. Nitekim ikili düzeyde girişimlerimizden bir netice alınamayınca Arap ligi, İran ve Rusya ile barışçıl bir çözüm için görüşmelerde bulunduk, ancak bölgesel girişimlerden ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinden maalesef bir sonuç alınamadı. Bu süre zarfında binlerce Suriyeli kardeşimiz hayatını kaybetti, on binlercesi yaralandı ve tutuklandı. Bütün bunlara rağmen her türlü bölgesel ve uluslararası platformda çabalarımızı kararlılıkla sürdürdük. Arap ligiyle yaptığımız girişimler sonucunda Suriye’deki durumun uluslararası gündemde yer almasını sağladık. Nitekim, küresel vicdanın sesi olan Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda 137 ülke, Suriye yönetiminin zulmünü kınayan bir karar kabul etti.

 

Bizim ısrarlı girişimlerimizin sonucunda uluslararası vicdanın sesi olarak Suriye Halkının Dostları Grubu kuruldu. İlk toplantısı 24 Şubatta Tunus’ta düzenlenen bu grubun ikinci toplantısını, toplam 83 ülke ve uluslararası kuruluşun katılımıyla 1 Nisan günü İstanbul’da düzenledik. 83 ülkeyi, tek bir amaç çerçevesinde Suriye halkının taleplerine destek olmak hedefiyle İstanbul’da toplayabilen Türkiye’nin nasıl Suriye konusunda yalnız kalmakla suçlanabiliyor olduğunu anlamak mümkün değildir. İstanbul’a gelen bu 83 ülke, herhâlde “Esad rejimi kalsın” demek için toplanmadılar.

 

Bu girişimlerimize paralel olarak Suriye Ulusal Konseyi içinde ve dışında yer alan muhalif gruplar, İstanbul’da 26-27 Mart günlerinde bir araya geldi. Tüm muhalif kesimlerden 400 kişinin katıldığı bu toplantıda tüm grupların nasıl bir Suriye istediklerini ortaya koyan Suriye Ulusal Sözleşmesi’nin kabul edilmesi önemli bir gelişme teşkil etmiştir. Böylelikle, Suriye’yi nasıl bir dönemin beklediği Baas rejimi sonrasında düzenlenen, hedeflenen devlet düzeninin nasıl olacağı ortaya konmuştur.

 

Suriye konusunu uluslararası gündemde tutmaya yönelik irademizin ve bu yöndeki girişimlerimizin haklılığının bir diğer önemli göstergesi Birleşmiş Milletlerin de devreye girmesi olmuştur. Bunun neticesinde, Birleşmiş Milletler Özel Temsilcisi ve Arap Birliği Özel Temsilcisi Kofi Annan 23 Şubat tarihinde atanmış ve yeni bir plan ortaya koymuştur. Bu planda Suriye halkının meşru taleplerinin ve endişelerinin karşılanması, Suriye’nin liderliğinde kapsayıcı bir siyasi sürecin başlatılması, sivil halkın korunması, tüm taraflarca silahlı şiddete son verilmesi, Birleşmiş Milletler gözetiminde acilen ateşkes sağlanması hedeflenmiştir. Ancak, bütün bunlara rağmen, Suriye’de, 12 Nisan sonrasında da saldırılar devam etmiş ve 500’den fazla kişi hayatını kaybetmiştir.

 

Bu çerçevede, 14 ve 21 Nisan tarihlerinde 2042, 2043 sayılı kararlar -Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyleri kararları- kabul edilmiş ve Birleşmiş Milletler Gözetim Misyonu kurulmuştur. Bu Misyon bugün Suriye’de görev yapıyor.

 

Burada üç husus önemlidir: Birincisi, öncelikle, Suriye ordusu, hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde şehirlerden tümüyle kışlalarına çekilmelidir, şehir etraflarında tehdit oluşturmayı bırakmalıdır.

 

İkincisi, Birleşmiş Milletler Gözetim Misyonu -300 kisi yeterli değildir- çok daha yüksek sayıda bütün Suriye sathına yayılmalıdır.

 

Üçüncüsü ise -temel sınav da buradadır- barışçıl gösterilerin serbestçe yapılabileceği bir ortam sağlanmalıdır.

 

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri…

 

Suriye konusunda bugüne kadar izlediğimiz ilkeli tutuma yönelik çeşitli eleştiriler gündeme geliyor: “Başkalarının yönlendirmesiyle hareket ettiğimiz, Suriye konusuna fazla müdahil olduğumuz, yalnız kaldığımız, acele ettiğimiz, savaşa sürüklendiğimiz hatta askerî müdahaleden yana olduğumuz.” gibi ithamlarla karşılaşıyoruz. Bize bu eleştirileri yöneltenler alandaki gerçekleri, zamanının ruhunu ve en önemlisi AK Parti iktidarlarının dış politika anlayışını kavramaktan acizdirler. Demokratik işleyiş çerçevesinde, saygıyla karşıladığım bu eleştirilere yüce Meclisin çatısı altından, bu kürsüden cevap vermek istiyorum.

 

AK Parti hükümetleri, geleneksel “bekle, gör” politikası büyük güçlerin peşinden sürüklenmek ve başkalarının gündeminin içinde olmak devrini kapatmıştır.  Bugüne kadar dış politikada aldığımız kararlar gibi bundan sonra da alacağımız kararların adresi tektir, o da Ankara’dır, AK Parti iktidaridir, hükümetleridir. Menşei Ankara olmayan hiçbir siyasetin ya da gündemin parçası olmadık, olmayacağız. Politikamızı belirlerken pusulamız kendi değerlerimiz ve çıkarlarımızdır. Rehberimiz ise vicdanımızdır. Peki, neden Türkiye bu kadar öne çıkıyor? Tabii ki öne çıkacağız. Suriye ile 910 kilometrelik sınırınız olacak, her gün yüzlerce Suriyeli kardeşimiz kapımıza dayanacak, ülkemize gelen Suriyeli misafirlerimizin sayısı 25 bini aşacak ve sınır güvenliğimizi tehdit eder hâle gelecek ve Türkiye bir kenarda oturup bekleyecek! Bu Türkiye geçti arkadaşlar.

 

Türkiye artık kendine güvenmeyen, bırakın bölgesinde inisiyatif almayı, kendi içindeki gelişmelerde bile dışarıdan icazet bekleyenlerin ülkesi değildir. Türkiye bölgesinde merkez ülkedir ve bunun gereğini de yapmıştır, yapacaktır, yapmaya devam edecektir. Şunu üzerine basa basa bir kez daha söylüyorum: Suriye’yle ilgilenmek bizim için bir tercih meselesi değil zorunluluktur. Eğer şimdi bu konuyla ilgilenmezsek gelecekte çok daha büyük problemlerle karşı karşıya kalırız.

 

Suriye hakkında, Suriye dışında ne konuşulacaksa bundan sonra Ankara’da, İstanbul’da ve bizim olduğumuz mekânlarda konuşulacaktır. Suriye’nin geleceğiyle ilgili, barışa, refaha ulaşması yönünde hangi adım atılacaksa biz içinde olacağız. Bunun başka alternatifi yoktur.

 

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz Suriye dâhil hiçbir ülkenin rejimini zorla değiştirmeye kalkmadık, kalkmıyoruz.

 

Bir ülkenin nasıl yönetileceğine ancak o ülkenin halkı karar verir.

 

Bölgedeki, Suriye’deki halk hareketini biz başlatmadık, kimseye ayaklanma çağrısında bulunmadık. Ancak, kitlelerin ve makul çoğunluğun demokrasi feryadına da sessiz kalmadık, kalmayacağız. Dünyada işlenen zulümlere sessiz kalmanın, Irak’ta, Bosna’da, Filistin’de, Ruanda’da ve daha birçok yerde masum insanlara ne kadar bedeller ödettiğini en iyi biz biliyoruz. Bu nedenledir ki Başbakanımızın defaatle vurguladığı gibi “Zulümle abat olunmaz.” diyerek bu ilkesel tavrımızı net bir şekilde ortaya koyduk, koymaya devam edeceğiz.

 

Türkiye'nin dostluğunun bir bedeli vardır. Dost diye el uzattığımız bir yönetimin eline masum insanların kanı bulaşmışsa o kan temizleninceye kadar o eli sıkmayı zül addederiz.

 

Bu itibarla Suriye konusunda bizi eleştirenlere bir tavsiyede bulunmak istiyorum. Biz her türlü eleştiriye açığız. Bu, demokrasinin gereğidir ancak sırf AK Parti Hükûmetini eleştirmek adına BAAS’çılık çizgisine kayan zalimle mazlumu aynı kefeye koyarsanız bu milletin de, insanlığın da vicdanından koparsınız. AK Parti Hükûmeti son üç seçimde de oylarını artırarak sandıktan çıkmış bir iktidardır. Böyle bir iktidarın, kendi halkının karşısına silahla, top ve tankla dikilip kolektif cezalandırma yöntemlerine girişen BAAS rejiminin yerine sandık talep eden Suriye halkının yanında yer alması eleştirilecek değil, vicdanı olan herkesin alkışlaması gereken, takdir etmesi gereken bir tutumdur.

 

Hiç kimse Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli demokratikleşme hamlesini gerçekleştirmiş Sayın Başbakanımızdan ve AK Parti iktidarinin ağır silahlarla hüküm sürmek isteyen bir yönetimin yanında yer almasını beklememelidir.

 

Suriye politikamıza yönelik olarak aceleci davranmakla suçlayanlara da şunu sormak istiyorum: Harekete geçmek için daha kaç bin insanın ölmesi, yaralanması daha kaç bin insanın gözyaşı dökmesi, hapislere girmesi, daha kaç bin çocuğun öksüz ve yetim kalması gerekiyordu?

 

Aslında bu eleştirinin de diğerleri gibi, dış politikayı bir süreç olarak kanalize etmek yerine bir tabloya bakarak değerlendirdiğini görüyoruz.  Suriye’de yönetimin her şeye rağmen şiddet politikasından vazgeçmemesinin, Türkiye’ye yönelik bir kitlesel göç dalgası yaşanması gibi olumsuz yansımalarının olması ihtimal dâhilindedir. Nitekim biz Suriye’deki gelişmeler karşısında kendi ulusal güvenliğimizi ve çıkarlarımızı gözeterek her türlü ihtimali düşünüyor ve dikkate alıyoruz. Sınırımızda 10 binlerce insan yığıldığı takdirde ne tür önlemler alacağımızı planlamak, büyük devlet olmanın bir gereğidir, bazılarının öne sürdüğü gibi ne müdahale ne de savaş çığırtkanlığıdır. Burada eleştirilecek bir şey varsa, ulusal güvenliğimiz için gerekli önlemleri şimdiden düşünmemizin, her ihtimali dikkate almamızın sorgulanmasıdır. Hem yaşanan tüm gelişmelerde ezberlenmiş bir retoriği tekrar edeceksiniz, konu ne olursa olsun “Hükûmet hazırlıksız yakalandı.” gibi beylik laflar edeceksiniz hem de uzun vadede her türlü ihtimali düşünen Hükûmeti savaş çığırtkanlığı yapmakla suçlayacaksınız.

 

Bir zulümden kaçıp evlerini, akrabalarını, geçmişlerini geride bırakıp dost, kardeş kapısına gelenlere “Hayır, geri dönün.” deme basiretsizliğini göstermeyeceğiz. Bütün Suriyelilere kapımızı açık tuttuk, açık tutmaya devam edeceğiz. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu kürsüden bir kez daha Suriye yönetimine ve bu yönetimin yaptığı zulme arka çıkanlara seslenmek istiyorum: Bugüne kadar kinin, nefretin ve zulmün hallettiği hiçbir mesele olmamıştır.

 

Tarih kendi halkına kıyım gerçekleştiren her yönetimin er ya da geç ama mutlaka adaletin pençesine yakalandığının örnekleriyle doludur. Suriye yönetimine her şeye rağmen arka çıkanlar büyük bir cürüme de ortak olmaktadırlar. Biz tarihin akışında doğru safta, inandığımız insanlık değerleri adına, özgürlük, adalet ve hakkın yanında, ulusal çıkarlarımız açısından ise doğru yerde durduğumuz konusunda bir an bile tereddüt duymadık, duymayacağız. Bu tutumumuzu da kararlılıkla sürdüreceğiz.

 

Suriye konusunda insanlık vicdanının sesi AK Parti iktidarindaki Türkiye’dir. Bu ses her türlü siyasi hesabın üstünde bir erdemdir. Bu ses bizim insanlık anlayışımızın, tarih yorumumuzun ve gelecek tasavvurumuzun gereğidir ve bu ses, bu zorlu süreçte en gür şekilde çıkmaya, Suriye halkının yanında olmaya devam edecektir.

 

Türkiye olarak bundan sonra da Orta Doğu’daki büyük değişim dalgasını yöneteceğiz, bu değişim dalgasının öncüsü olmaya devam edeceğiz. Bugün bütün Orta Doğu toplumlarında Türkiye sadece dost ve kardeş bir ülke olarak değil, geleceği belirleme kudretine sahip yeni bir fikrin, yeni bir bölgesel düzenin öncüsü bir ülke olarak görülmektedir. Burada biz bu misyonun gereğini yaptık, yapmaya devam edeceğiz.

 

Bizi eleştirenlere çok kısa bir tavsiyede bulunmak istiyorum: Gidin, Kahire’nin, Trablus’un, Beyrut’un sokaklarına çıkın, Tunus’un, Kudüs’ün sokaklarına çıkın ve “Türkiye’nin Suriye politikası hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye sorun. Daha siz sormadan size sarılacaklar ve Türkiye’nin takip ettiği onurlu politika dolayısıyla takdirlerini ifade edecekler.

 

Ama Orta Doğu’daki kardeş halkların yerine, onlarla kucaklaşmak yerine dikta rejimleriyle kucaklaşanların böyle bir yeni anlayışı anlamaları mümkün değil. Biz hem insanlığın ve bölgenin halkının vicdanı olmaya devam edeceğiz hem de ulusal çıkarlarımızı korumaya devam edeceğiz çünkü zihnimizde nasıl yeni bir Türkiye iddiası varsa yeni bir Orta Doğu iddiası da var. Bu yeni Orta Doğu iddiasının temelinde de etnik ve meslek farklılıklarına dayalı değil kardeşliğe dayalı yeni bir barış düzeni var. Bu barış düzeni kurulana kadar çalışacağız. Kim ne derse desin bu barış düzeninin öncüsü de sözcüsü de Türkiye olacaktır. Sizlerin kaygılarını anlıyorum çünkü farklı bir siyaset anlayışını temsil ediyorsunuz. Baas siyaset anlayışını tercih edenlerin bizi anlamaları mümkün değil, bunu beklemiyoruz. Bizim için önemli olan, Suriye Şam sokağının, Daraa sokağının, Hama’nın, Humus’un, Deyrizor’un, Lazkiye’nin bizi anlamasıdır. Onların da bizi anladığından eminiz. Gelecek, arkaik rejimlerde değil; gelecek halkların iradesindedir.

 

Türkiye’de darbeyi savunanlar tabii ki o bölgelerde de azınlık diktalarını savunacak, bunu normal karşılıyoruz. Ama 74 milyon Türk halkı Suriye halkının yanındadır, yanında olmaya devam edecektir.

 

Hiçbir etnik ve mezhebî fark gözetmeden Sünni’siyle, Şii’siyle Nusayri’siyle, Kürt’üyle, Arap’ıyla, Türkmen’iyle bütün Suriye’yi kucakladık, kucaklamaya devam edeceğiz. Bu yeni düzenin, bu yeni barış düzeninin ilk işaretleri görülmüştür. Bu yeni barış düzeninin ilk işaretleri de inşallah Suriye’deki baskı yönetimine son verecektir. Bizim irademiz, iktidarimizin iradesi sadece ve sadece Türk halkından meşruiyetini alır. Başka hiçbir güce dayanmadık, bunu da halkımız her seçimde tekrar olarak teyit etti. Son olarak şunu tekrar vurguluyorum: Yeni bir Orta Doğu doğuyor. Bu yeni Orta Doğu’nun sahibi, öncüsü, hizmetkârı olmaya devam edeceğiz. Bu yeni Orta Doğu’da zulümler, baskılar, diktalar değil, halkın iradesi ve hakkın sesi, adaletin sesi hâkim olacak. Türkiye bu sesin her yerde gür savunucusu olacak ve bununla birlikte, bu yeni Orta Doğu’yla birlikte Türkiye'nin etrafında yeni bir barış kuşağı, yeni bir istikrar ve refah kuşağı oluşacak.

 

Türkiye olarak, biz büyük ekonomik kalkınmamızı, demokratikleşmemizi, uluslararası itibarımızı bu yeni Orta Doğu’yla birlikte, oradaki halklarla birlikte inşa edeceğiz, geliştireceğiz. Bu yeni barış düzeninin öncüsü olma konusundaki gayretlerimize verdiğiniz destek dolayısıyla teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum.