Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın TRT Haber’e Verdiği Özel Röportaj, 20 Ekim 2023

SUNUCU- Sevgili izleyenler, TRT Haber ekranlarında çok özel bir yayınla, çok özel bir röportajla karşı karşıyayız sizlerle birlikte. Çok kıymetli bir konuğumuz var. Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan yayın konuğumuz.

Sayın Bakanım, öncelikle hoş geldiniz yayınımıza.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Teşekkür ederim.

SUNUCU- Tabii çok yoğun bir gündemin içerisindesiniz. Çok ciddi bir görüşme trafiğinin tam ortasındasınız. Böyle bir süreçte ilk televizyon yayınınızı TRT Haber’le birlikte yapacağız. Öncelikle teşekkür ederek başlamama izin verin lütfen.

Tabii sonrasında da en önemli mesele, son günlerde bütün bu yoğunluğun belki de ana konusu, İsrail-Filistin meselesi. 2 hafta geride kaldı yaşanan olaylarda. Çok ciddi can kaybı var. İlk güne gidecek olursak, her şeyin başladığı nokta, 7 Ekim’de, aslında herkes için şaşırtıcı bir süreçti. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu olayların başlangıcını? Sonrasında bugününü ve geleceğini de konuşacağız elbette.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Çok teşekkür ediyorum öncelikle programınızda ağırladığınız için.

Ekranları başında bizleri seyreden seyircilerimize de sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum.

Tabii Filistin meselesi bizim için önemli bir mesele. Çeşitli aşamalardan geçmiş bir konu. 7 Ekim’de başlayan son kriz, son dram da bizi gerçekten fazlasıyla endişelendirmekte. Daha önce 2009’da, 2014’te Gazze kuşatmaları olmuştu. İsrail’in yine Gazze’ye yönelik çok ciddi operasyonları olmuştu. O dönemde de, Cumhurbaşkanımızın Başbakan olduğu dönem, Cumhurbaşkanı olduğu dönemde de arabuluculuk görüşmelerinde ve diğer ilgili konularda görevlendirdiği ekibin içindeydim. Konunun özellikle yakın tarihiyle beraber tanıklarından biriyim.

7 Ekim’deki kriz aslında birçok ilgili çevrenin geleceğini gördüğü, fakat üstünü örttüğü bir kriz. 7 Ekim’de başlayan Hamas saldırıları, aslında İsrail’in özellikle son 10 yıldır bölgede yürüttüğü politikaların yanlışlığının bir delili oldu. Kendisi için geliştirdiği ulusal güvenlik sisteminin zafiyetlerini ortaya koymakla beraber, esas itibariyle diplomasi yoluyla ortaya koymaya çalıştığı yapının, sistemin aslında bir başarısızlık projesi olduğunu da gösterdi. Biz Türkiye olarak başından beri özellikle İsrail’in sadece kendi komşularıyla barış yapıp Filistinlilerle iki devletli çözümü kabul etmemesini stratejik bir hata olarak görüyorduk. Ama gerek konuyu Amerikan merkezli anlatan mecralar, gerek Avrupa’nın bunu satın alması, bölgede bu konuyu destekleyen unsurlarla beraber, hikaye sanki doğrunun kendisiymiş gibi sunulmaya başladı. Ama biz biliyorduk ki, bu kriz bir yerden patlak verecek. Çünkü her ne kadar İbrahim Anlaşmaları ile birtakım şeyler ilerliyor gibi gözükse de, esas itibariyle konunun muhatabı olan Filistinlilere yönelik baskının, zulmün daha sistematik, daha yaygın ve daha sık hale geldiğini gördük. Bunun bir yerde patlayacağı aşikardı. Yani bunun bir şekilde patlaması ve arkasından bu krizin doğması aslında kimse için şaşırtıcı olmamalı.

SUNUCU- Peki, bugüne geldiğimizde, 2 hafta geride kaldı ve Gazze’de gerçekten bambaşka bir süreç yaşanıyor. Biraz önce de bahsettiniz, 2009-2014’te bu süreçler göz önündeydi. Ama örneğin 2014’de ben Gazze’deydim, karşılaştırdığımızda bambaşka bir nokta var. Örneğin o dönem elektrik vardı. Su vardı. Şimdi elektrik de yok, su da yok. Hastaneler bombalanıyor, camiler bombalanıyor. Güneye doğru bir kanal bir anlamda açıldı deniyor. Ama bu sefer güneyde de bombalamalar devam ediyor. Siz bütün bu yaşananları hem Dışişleri Bakanı Hakan Fidan olarak, hem de bir insan olarak baktığınızda nasıl görüyorsunuz?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Şu anda esas itibariyle bir insanlık dramı yaşanmakta, yani bunun hiç lamı cimi yok. Bunu açıkça ifade etmek gerekiyor. Bu resmi bütün çıplaklığıyla ortaya koymak gerekiyor. Bu insanlık dramı karşısında biz ne yapıyoruz devlet olarak, birey olarak, bölge ülkeleri olarak, Birleşmiş Milletler olarak? Yani bütün ulus devlet sistemi, bütün uluslararası sistem, bütün bölgesel ittifaklar bu konu karşısında ne yapıyorlar? Buna bakmak gerekiyor.

Şimdi bu kriz, söylediğiniz gibi bir önceki krizden gerçekten farklı. Çünkü İsrail burada çok büyük bir intikam peşinde. 7 Ekim’de verdiği kayıplar şu ana kadar 73’ten beri verdiği en büyük kayıplar. Bu kaybın telafisini barışta değil, intikamda gördüğü için büyük bir misilleme peşinde. Fakat bu misillemeyi yaparken sivil nüfusa dikkat etmemesi, onların altyapısının, üstyapısının her türlü şekilde bombalanması ve toplu cezalandırma yolunu tercih etmesi, şu anda aslında insanlık için çok ciddi bir endişe kaynağı olmalı. Bizim ülke olarak ortaya koyduğumuz tavır, bunun hiçbir şekilde hiçbir hafifletici sebebe gitmeden, bahane getirmeden bir kriz olarak tanımlanması. Bir insanlık suçu olarak nitelendirilmesi. Buna yönelik tavrın alınması ve buna öncülük etmek.

Bugün itibarıyla Gazze’de elektrik yok, su yok, topyekun kuşatma var. Söylediğiniz gibi İsrail şu anda geliştirdiği savaş stratejisiyle özellikle kuzeyden başlayarak güneye kadar belli alanları boşaltılması gereken alanlar olarak tasnif etmiş durumda. Bunu bir savaş stratejisi olarak ortaya koyuyor. Buna göre de çok yaygın bombalamalara girmiş durumda. Şu anda özellikle sivil nüfusun kuzeyde yaşadığı yerlerin büyük bir bölümü bombalanmış durumda. 1 milyondan fazla insan güneye gitmiş durumda. Şimdi insanlar güneyde kalmakla Mısır’a gitmek arasında bir tercihe zorlanıyorlar. Bu da olayın başka bir kriz boyutu. Onu da ayrıca ifade etmek gerekiyor.

SUNUCU- Peki, şimdi baktığımız zaman, Türkiye aslında sadece İsrail-Filistin meselesinde değil, son dönemdeki bölgede gelişen her krizde iki tarafla da bir şekilde diyalog kurabiliyor. Bu noktada taraflarla olan diyalogu nasıl değerlendiriyorsunuz siz? Hem İsrail, hem Hamas tarafıyla? Neler söylersiniz bu noktada?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Şimdi krizin bütün taraflarıyla mümkün olduğunca temas içerisindeyiz. Birkaç kulvarda bu işi götürüyoruz.

Birincisi, şu anda özellikle Gazze’de yaşanan dramdan dolayı bu dram nasıl sona erdirilebilir, bir ateşkes, bir insani yardım, mümkünse esir takası gibi kolaylaştırıcı unsurlar nasıl hayata geçirilebilir buna ilişkin yürütülen çalışmalar var. Asıl daha kapsamlı çalışmaları da bölgeye kalıcı güvenliği ve barışı getirecek yapı ne olmalı, buna yönelik yapmak gerekiyor. Bu noktada atılan adımlar var.

Burada tabii şu anda olayın sıcaklığı nedeniyle taraflar çok ciddi bir çatışma içindeler. Sıcak savaş vuku bulmakta. İsrail’in Gazze’deki askeri hedeflerine ulaşması için ortaya koyduğu çabaya Amerikalılar da şu anda ortak olmuş durumdalar. Hem Amerikan Başkanının, hem milli güvenlik yetkililerinin, hem askeri makamların yaptığı değerlendirmelere, açıklamalara baktığımız zaman görüyoruz ki, Amerika özellikle Gazze’ye yönelik operasyonlarda, Hamas’a yönelik operasyonlarda, İsrail’le beraber hareket etme konusunda, onu destekleme konusunda tam bir fikir birliği içerisinde.

Tabii burada şunu görmek gerekiyor: Ortada sadece Hamas ve İsrail yok. Filistinli diğer gruplar var. Bölgede Filistin davasına müzahir diğer silahlı gruplar var. Başta Hizbullah olmak üzere. Hizbullah’ın bir angajmana girmesi neticesinde Hizbullah tek başına kalacak durumda değil. Özellikle İran’a müzahir diğer gruplar, Irak’taki Haşdi Şabi, Suriye’deki milisler ve Yemen’deki Huti’ler olmak üzere çok geniş bir yelpazede bu olayın muhtemel tarafı olmaya hazır gruplar da var.

Hem bölgedeki devletler, hem bölge dışındaki ilgili devletlerle, hem devlet aktörleri, hem de devlet dışı aktörlerle çok yoğun bir diplomasimiz var.

Birincisi, konuya ilişkin tarafların pozisyonlarını net alıp ona göre bir analiz yapmak gerekiyor.

İkincisi, taraflar yürütülen çalışmalarda nerede duruyorlar, neyi görmek istiyorlar, onu görmek gerekiyor.

Bizim geliştirdiğimiz politika, Cumhurbaşkanımızın vizyonu doğrultusunda, esas itibarıyla çatışmaları sonlandırıp insan dramını önlerken bir sonraki aşamada mümkünse daha büyük çatışmaları değil, barışın yolunu açıcı bir çabaya girmek. Şimdi buna yönelik yapılan çalışmalarda belli konuları şimdiden tartışmaya da başladık.

SUNUCU- Hem bu sürecin taraflarıyla irtibat halindesiniz, hem de geride kalan iki haftaya baktığımız zaman neredeyse her gün çok yoğun bir diplomasi trafiğinin de içindesiniz üçüncü ülkelerle. Bu görüşmeler nasıl ilerliyor? Bir de hep örnek veriyorum, bir ziyaret gerçekleştiğinde basın toplantılarındaki mesajları biliyoruz. Ama basın toplantısının dışında da konuşurken sürece dair ya da Türkiye’den beklentilerine dair bizimle paylaşabileceğiniz özellikle vurguladıkları şeyler var mı? Nasıl görüyorlar diğer ülkeler bu süreci ve Türkiye’nin bu süreçteki pozisyonunu?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Türkiye’nin, az önce ifade ettiğim gibi, iki kulvarda da gerçek ve sahici bir rol oynamasını isteyen taraflar var. Özellikle samimi bir şekilde bize gelip kendi rehinelerinin kurtarılmasını isteyen taraflar var, ülkeler var. Yani Hamas’ın 7 Ekim günü alıkoyduğu diğer ülke vatandaşlarının ait olduğu ülkeler bize geliyorlar. Diyorlar ki, bizim vatandaşlarımız var bunların kurtarılmasıyla ilgili girişimlerde bulunur musunuz? Bu şu anda bizim üstünde çalıştığımız konulardan biri. Cumhurbaşkanımız da bu konuda fevkalade hassas, özellikle sivillerin geri gönderilmesi konusunda. Biz bunu Hamas’la görüştüğümüz zaman burada şu anda savaş şartlarından dolayı esas itibariyle kendilerinin de çok fazla bu grupları bir araya getiremediğini, bu gruplarla ilgili bir inisiyatifin kullanılabilmesi için sessiz bir zamana ve sürece ihtiyaç olduğunu ifade ediyorlar. Tabii İsrail askeri nedenlerden dolayı bu ateşkes dönemini pek vermek istemiyor. Yani şu anda bunun müzakereleri var.

Diğer taraftan, insani yardımlara ilişkin şu anda yürüyen çalışmalar var. Geçtiğimiz hafta Kahire’deydim. Orada yaptığımız görüşmelerde, biliyorsunuz Gazze’ye Refah Sınır Kapısı üzerinden yardım yapılıyor, orada El-Ariş Limanına getirilen çok sayıda insani yardım var. Türkiye’den şu ana kadar 80 ton insani yardım gitti. Başka ülkelerden de geliyor. Diğer ülkelerle de koordinasyonumuz devam ediyor. Mısır bu konuda çok ciddi kolaylaştırıcı bir rol oynuyor. Onları da tebrik etmek gerekiyor. Ama içeriye henüz bir şey götürülebilmiş değil. Bunları yaparken, diğer taraftan ülkelerle konuştuğumuzda şunu görüyorsunuz: Filistin meselesi, İsrail’i de ilgilendiren bir konu olduğu için, Amerika’nın ve Batı’nın koşulsuz desteğini alan İsrailliler, Filistin meselesinde kendi görüşünü açıklamak isteyen, kendi gerçek sahici tavrını ortaya koymak isteyen bölge ülkelerini bile inanılmaz derecede baskı altına almış durumdalar yıllardır. Bu ülkelerin teker teker baskı altına alınmaları, ufak teşvik edici maddi ve ticari konularla ve siyasi teşviklerle bunların politikalarını İsrail lehine kolaylaştırmaları yıllardır süre gelen bir pratik. Bizim anlattığımız şu: Bütün bu sistemin ortaya çıkardığı ilişkiler ağı şu anda barışı getirmiyor. Ne İsrail’e, ne Filistin’e güveni getirmiyor. Burada sistematik olarak uygulanan büyük bir yalan var ve bu yalanın artık açıkça ifade edilmesi ve sahici olarak uluslararası toplumun bu meseleyi sahiplenip iki devletli çözümü mümkün kılması gerekiyor. Aksi takdirde bu kriz 2014 krizinden daha büyük. 2014 2009’dan daha büyüktü. Bundan sonraki kriz de bugünkü krizden daha büyük olacak. Yani bu akıl eden bütün insanlığın göreceği bir gerçek. Şimdi bu gerçeği görüp de bunun gereğini yapmamak ancak rasyonaliteyle değil, aşırı politize olmuş, biraz da çok yoğun bir kimlik politikası izleyen daha çok Siyonizmi ve Siyonist çevreleri destekleyen yapıların ortaya koyduğu bir tavır. Şimdi bu sarmalın içinden çıkmak için neler yapılmalı bunun arayışı içindeyiz. Bunun da açıkçası diplomasiyle ilerletilebilecek çok ciddi alanlarının olduğunu düşünüyoruz. Gerek İslam İşbirliği Teşkilatı, gerek Arap Ligi, gerek Birleşmiş Milletler platformu Türkiye’nin aslında bu görüşlerini ilerletmesi için uygun ortamlar diye düşünüyorum.

SUNUCU-Biraz önce de dediniz, mevcut durum barışı da getirmeyecek, güvenliği de getirmeyecek, huzuru da getirmeyecek diye. Ne getirecek peki? Bu özellikle, İsrail-Filistin başta olmak üzere Ortadoğu’daki ana sorunlardan bir tanesi. Nasıl çözebiliriz? Pek çok ülke aslında bunun bir sorun olduğu konusunda hemfikir. Ama çözüm konusunda deyim yerindeyse herkesin farklı projeleri var. Cumhurbaşkanımız, Birleşmiş Milletler başta olmak üzere pek çok noktada çözüm önerilerini dile getiriyor. Ama neden Türkiye’nin çözüm önerisi bu kadar önemli? Biz bu meseleyi çözüme ulaştırma konusunda nasıl bir inisiyatif içindeyiz?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Az önce de ifade ettiğim gibi. Birincisi, bizim ortaya koymaya çalıştığımız görüş gerçekten her iki tarafın da sahici olarak güvenliğini gözeten bir görüş. Yani burada mümkün olduğunca gerçekçi, iki tarafın da menfaatini gözeten, Filistinlilerin ihmal edilmiş haklarını geri veren, bölgede herhangi bir şantaja maruz kalmadan veya kaldığı zaman da umursamadan yaklaşımımızı ortaya koyabilecek bir durumda olduğumuz için bizim görüşümüz kıymetli. Özellikle Cumhurbaşkanımızın tavrını biliyorsunuz mesele Filistin meselesi olduğu zaman, mesele diğer stratejik konular olduğu zaman… Ülkemizi, bölgemizi, milletimizi, İslam dünyasını, Türk dünyasını yakından ilgilendiren hiçbir konuda hiçbir dayatmayı, hiçbir baskıyı, hiçbir şantajı kabul etmiyor. Şimdi bu böyle olunca sizin görüşünüz sahici olarak değer görüyor. Fakat bölgedeki birçok ülke belli konularda Filistin konusundaki gerçek tavrını ortaya koyamıyor. Bunun nedeni her ülkenin kendi başına ciddi siyasi, ekonomik, güvenlik problemlerinin olması ve bu konuda Batı’yla, Amerika’yla bir tür alışveriş içerisinde olmaları. Tabii bunların kendilerine karşı bir manivela olarak kullanılması, bir koz olarak kullanılması ve İsrail lehine tavıra itilmesi, bu ülkeler nezdinde yaralayıcı bir durum. Ama İsrail’in de bugüne kadar ortaya koyduğu politikayı engellemeyen bir durum olarak karşılarına çıkıyor. Türkiye ise burada bu problemlerden bağımsız bir şekilde, yani Batı’nın dışında. İslam dünyasından, bölgeden sahici olarak Filistinlilerin haklarını savunmak için neler yapılması gerekir? Nasıl adımlar atılması gerekir? Daha da önemlisi, biz bu konuda elimizi taşın altına sokmaya hazırız noktasında olan bir ülkeyiz. Bence bizi kıymetli yapan bu. Bu konuda biz bir irrasyonalite içerisinde değiliz. Stratejik hesaplarımızda bir yanlış hesaplamaya gitmiş değiliz. İnançlarımızın ve duygularımızın düşüncelerimizi daralttığı bir durumda da değiliz. Biz son derece açık bir zihinle, stratejik hesaplarımızı yaparak bölgedeki aktörlerin, hegemonların ve devlet dışı diğer aktörlerin ne türden etkileşimler içerisinde olduğunu görerek, bugüne kadar aldıkları tarihsel tavırları da göz önüne alarak bir çıkış içerisindeyiz. Aslında biz birebir diğer ülkelerle de konuştuğumuz zaman, özellikle bölge ülkeleriyle, bu konuda bizden ayrı düşündüklerini görmüyoruz. Problem ne düşündüğümüz değil. Yani burada bir ayrılığımız yok çoğu zaman. Temel problem ortaya ortak tavır koymada veya tek taraflı tavır koymada. Tavır geliştiremiyor İslam dünyası. Bugüne kadar çok ciddi şekilde ciddi kınamalarımız oldu ve bu kınamalar çok fazla sonuç getirmedi, yani bölgede hiç kimsenin gönlü buna razı değil. Yani hangi ülkeye giderseniz gidin, burada şimdi isim vermek istemiyorum, gerçekten bu konu o kadar tatsız ki onlar için. Hatta birçoğunun bu konuyu konuşmamasının sebebi bu tatsızlığı kendi zihinlerine, kendi kalplerine getirmemek için. Çünkü bir çaresizlik sarmalı içindeler, biz artık bu sarmaldan çıkılması gerektiğini düşünüyoruz. Biz İslam dünyasının gerekli diplomatik platformları kullanması durumunda insanlığı da bu sarmaldan çıkartıcı bir uyarıcı görevi oynayabileceğine inanıyoruz. Buna da muktedir olduğumuzu düşünüyoruz. Yeter ki İslam ülkeleri, Filistin konusunda kendi potansiyellerini görsünler. Çünkü şöyle bir gerçeklik var: İki devletli çözümü, Filistinlilerin haklarının verilmesini, onlara karşı yürütülen zulmün durdurulmasını desteklemeyen doğuda ve batıda, kuzeyde ve güneyde hiç kimse yok. Fakat bakıyorsunuz zulmün kendisi tüm hızıyla devam ediyor ve giderek daha da boyut kazanıyor, daha sistemli hale geliyor ve giderek daha umursanmaz hale geliyor. Şimdi hal böyleyken insanlığın kendini kandırdığı bu noktada bizim ortaya daha nitelikli bir tavır koymamızın bir anlamı olmalı diye düşünüyorum.

Öbür takdirde gerçekten birçok konuda olduğu gibi, yani medya organlarında da bu çok ortaya çıkıyor, medya üzerinden üretilen gerçeklik algısının çok sistemli işlendiği zaman jeostratejik konularda da işe yaradığını görüyoruz, Filistin meselesi de bunlardan biri. Bizim gerçeklik odağımızı kaybetmeden rasyonel politikalar geliştirerek ve muhatap olduğumuz aktörlerin de kapasitelerini hesaba katarak ilerlettiğimiz bir süreç var, bu sürecin inşallah hayırlara vesile olacağını düşünüyorum. Daha da önemlisi, bunun bölge için hayırlı olduğunu biz düşünüyoruz. Daha iyi görüşü olan varsa, özellikle barışı ve güvenliği sağlayacak, onu da dinlemeye hazırız.

SUNUCU- Çok önemli bir vurgu bu aslında. Biraz önce de söylediniz, Batının tavrı konusuna dönmek istiyorum. Şimdi bulunduğumuz coğrafyada acı tek değil, birkaç yıldır Rusya-Ukrayna sürecinde gerçekten çok sancılı bir süreç yaşanıyor, Türkiye o noktada da yine devrede, ama özellikle Batının tepkisine baktığımız zaman Rusya-Ukrayna’daki tepki çok net ve çok sertti bir anlamda. Biz benzer bir tepkiyi Gazze’de görmüyoruz mesela. Örnek veriyorum: Suların kesilmesi, elektriğin kesilmesi. Bunlar doğrudan sivil halkı etkileyecek süreçler. En azından basın olarak biz baktığımızda Batının bu noktada verdiği tepkileri Rusya-Ukrayna’yla karşılaştırdığımızda çok zayıf ya da hiç tepki yok şeklinde görebiliyoruz. Siz nasıl görüyorsunuz bu süreci?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Bu önemli bir tespit, az önce ifade ettiğim hususu da aslında ispat eder nitelikte bir tespit. Yani Batı için üretilmiş gerçeklik algısı Ukrayna’da bir hareketi desteklerken, Filistin’de başka bir hareketi destekliyor, günün sonunda aslında aynı denklemin aşağı yukarı olduğu bir noktada iki taraf da. Eğer Ukrayna için bir argüman getiriyorsanız, aynı argümanı Filistin için de getirmeniz gerekiyor. Burada az önce de ifade ettim: Gerçekten değerlere ve prensiplere dayalı, evrensel, ahlaki normlar üzerinden bir politika üretimi yok ortada, bunu da beklemiyoruz zaten. Çok fazla politize edilmiş kimlikler üzerinden yürütülen bir politika var, burada İsrail’in kayıtsız şartsız her konuda desteklenmesi sonucunda ortaya çıkan bir konu var.

Yalnız şunu unutmamak gerekiyor: Yapılan her eylem, her iş muhakkak iyi veya kötü bir süreci tetikliyor. İnsanların düşünce dünyasında olabiliyor, insanların ve devletlerin pratiklerinde olabiliyor, bu konuda atılan her türlü vicdan yıkıcı adım ve operasyon günün sonunda uluslararası hegemonik sistemin iflasının hızlandırılmasıyla sonuçlanacak. Şu anda büyük ölçüde zaten iflas etmiş durumda. İnsanları, özellikle hegemonik baskı altına aldığı insan gruplarını, bir noktada kandırdığı bir alan vardı, ama giderek o büyüsünü de kaybettiğini görüyoruz. Yani insanlık vicdanının aslında anlatılan hikâyeyle örtüşmesi için belli bir miktar samimiyete, doğruya ve tutarlılığa ihtiyacı var. Filistin meselesinde Batının hem kendine söylediği bir yalan var, hem dünyaya söylediği bir yalan var, o yalan üzerine de açıkçası ciddi bir sistem kurulamaz, giderek büyük bir kan kaybı da oluyor, onu da görüyoruz.

SUNUCU- Peki, böyle bir pozisyon çözümün mü bir parçası olur, sorunun mu, tabii akıllardaki soru işaretlerinden birisi de bu oluyor galiba değil mi? Amerika Birleşik Devletleri’ne bakıyoruz, şimdi geçtiğimiz günlerde belki de İsrail-Filistin meselesinde yıllar boyu unutulmayacak, simge olabilecek bir saldırı yaşandı hastaneye ve bu saldırının sabahında ABD Başkanı İsrail’e bir seyahat gerçekleştirdi. Böyle sarılarak, kucaklaşarak, çok samimi görüntüler verdi sembolik olarak ve hatta basın toplantısında da çok net mesajlar ve bir anlamda taraf görüntüsü verdi. Bunu nasıl yorumlamak lazım, bu gerçekten çözümün tarafı mı, yoksa sorunun tarafı mı, nasıl yorumlamak lazım bunu?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Az önce de ifade ettim, yani Amerika ve bazı ülkeler, yani stratejik bir akılla hareket etmiyorlar belli konularda, evanjelist tabanda metafizik bir inanç hâline dönüşen İsrail Devleti’nin desteklenmesi meselesi Amerikan siyasetçilerinin çoğu zaman rasyonel bir politika izlemesinin önündeki en büyük engel, bunu zaten ilgili kesimlerin hepsi biliyorlar. Şimdi bu türden gerçeklikler varken tabii siz rasyonel izahlarla çok fazla şey yapamıyorsunuz, burada usta diplomatik araçlar kullanırken belli baskı alanlarının da işe yaradığını da açıkçası görüyoruz. Bu aslında Amerika açısından çok kan kaybettirici bir durum, yani kendi moral üstünlüğünü son derece kaybettiren ve dünyaya neredeyse söyleyecek bir söz bıraktırmayan bir konu.

Şimdi özellikle bu hastane bombalanması meselesine baktığınız zaman, 500’e yakın sivilin orada şehit edilmesi büyük bir insanlık dramı ve İsrail Ordu Sözcüsü ilk anlarda çıktı, dedi ki: “Biz uyarmıştık hastaneler boşaltılsın diye, bizim sözümüzü dinlemediler” ifadesi oldu. Bu aslında zımnen bunun kabulüydü. Fakat daha sonra, buradan ortaya çıkan moral pozisyon kaybının getireceği dezavantajı hesaba katan daha farklı kesimler, özellikle Biden da o gün oraya gidiyordu, hikâyeyi değiştirdiler, başka bir boyuta taşıdılar. Şimdi tabii Biden’ın bu şartlarda oraya gelmesi ve Gazze’deki yıkıma bir bakıma onay verir durumda olması tabii ki tarih tarafından not ediliyor. Bölgedeki ülkeler, Müslüman topluluklar, Batılı topluluklar bunu görüyorlar. Bu birçok insan için sürpriz değil, ama Amerika için çok daha farklı sonuçları doğurabilecek bir algı ortaya çıkıyor.

SUNUCU- Peki şimdi aslında tekrar bölgeye dönecek olursak, Refah’taki girişimlerden bahsettiniz, Türkiye 80 tonluk bir yardım malzemesi gönderdi, aslında sürece ilk yanıt veren ülkelerden birisiydi. Henüz içeri giremediler, ama içeriden tabii çıkışlar da bu noktada soru işareti. İlk günlerde Türkiye bildiğim kadarıyla vatandaşları için orada bir tahliye süreci yürüttü. Yeni bir ihtimal var mı bölgede, işte ne kadar Türk vatandaşımız var, onlarla irtibat halinde miyiz, onların çıkış talepleri var mı ya da başka ülkelerin de talepleri var mı? Çünkü biz geçtiğimiz yıllarda baktığımız zaman farklı ülkelerden de talepler geldi bizim vatandaşlarımızı tahliye eder misiniz diye. O noktada böyle yeni bir beklenti, yeni bir süreç ihtimali var mı?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Tahliyeler konusunda talepler var, şu anda 300 civarında vatandaşımız, bunların bir kısmı çifte uyruklu, tahliye talebini gündemde tutuyor. Aslında biz bunu tahliye etmek istiyoruz, yani onların oradaki varlığını biliyoruz, onlarla Başkonsolosluğumuz üzerinden temaslarımız her zaman devam etti, bunun yanı sıra Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vatandaşlığı olan, başka ülke vatandaşlığı olan, ama bizim tarafımızdan tahliye edilmek isteyen insanlar da var. Bunların toplamda sayısı şu anda 700 civarında. Dediğiniz gibi krizin ilk 1-2 gününde, sınır kapısı bombalanmadan önce, bir miktar vatandaşımızı tahliye etme imkânımız olmuştu. Mısır yetkilileriyle bir koordinasyon içerisinde belli miktardaki vatandaşımızı oradan çıkarmaya başlamıştık, ama Refah sınır kapısı bombalandıktan sonra geçişler şu anda durmuş durumda.

Burada şöyle bir problem var: İsrailliler, sınır kapısının açılıp sivillerin oradan çıkmasını istiyorlar. Mısırlılar ise insanların gelmesini değil, içeriye insani yardımın girmesini istiyorlar. Çünkü İsrail’in istediği, Gazze’den mümkün olduğunca çok sayıda Filistinli sivili Gazze dışına itip geri kalan yerde çok daha rahat askeri operasyon yapabilmek.

Şimdi tabii bu Mısır tarafından kabul edilebilecek bir durum değil. Kahire’de olduğumuz dönemde, geçen hafta yaptığımız basın toplantısında bu konuda Mısır’ın yanında olduğumuzu da söyledik. Çünkü bölgede özellikle Mısır, Ürdün ve Lübnan’ın, üç ülkenin Gazze sorunuyla beraber istikrarsızlaşma riski içerisinde olduğunu görmekteyiz. Biz Türkiye olarak bu ülkelerin de istikrarsızlaştırılmasına karşı olduğumuzu ifade ediyoruz. Şimdi bu nüfusu yerlerinden edip, Gazze’yi boşaltıp Mısır’a gönderme konusunda Mısırlılar buna karşı çıkıyor. Dolayısıyla sınır kapısının ne zaman ve hangi şartlarda açık olacağı meselesi şu anda hala devam eden bir tartışma ve İsraillilerle Mısırlılar arasında müzakere ediliyor. Fakat bu müzakere süreci devam ederken olan yardım götürülemeyen, çok zor şartlar altında olan sivil nüfusa oluyor. Bu konuda Birleşmiş Milletler ile, bölge ülkeleriyle yoğun temaslar var, yani herkes elinden geleni yapıyor şu anda.

SUNUCU- Peki, herkes gibi elbette Türkiye de elinden geleni yapıyor. Bu noktada, gerek insani yardım faaliyetleri olsun, gerek örnek veriyorum ateşkesin sağlanması olsun bir arabuluculuk ihtimali var mı? Artık son dönemde nerede bir kriz olsa ilk sorduğumuz soru Türkiye arabulucu olur mu oluyor. Bu noktada böyle bir ihtimal olabilir mi?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Bu konuda dediğim gibi birkaç türlü çalışıyoruz. Ahmet Bey, bizim için gerçekten önemli olan, sorunun herkes için iyi olacak şekilde çözülmesi. Burada Türkiye insanların dramı üzerinden, bölgede yürüyen bir savaş üzerinden, tırnak içinde, bir kredi kapma peşinde değil, biz bunu ahlaki de bulmuyoruz zaten, yani konu bu değil. Ama jeostratejik olarak, rasyonel olarak, ahlaki olarak baktığınız zaman, tarafların gönüllük esasına dayalı veya bizim şu da yapılabilir diye gördüğümüz konularda, oynanabilecek ne rol varsa oynamaktan da geri durmayı açıkçası hiç düşünmedik, düşünmüyoruz da.

Bu konuda tabii bütün taraflarla konuşabiliyor olmanız lazım, belli bir miktar diyalog kanalının sürekli açık olması lazım. Biz her ne kadar İsrail’in politikalarına, uygulamalarına, sivil halka yönelik yaptığı zulme karşı çıksak da, arabuluculuk yapılabilmesi için belli bir noktada temaslarınızın devam etmesi gerekiyor. Aynı şekilde Filistinli bütün gruplarla, aynı şekilde Lübnan’da olan siyasi yapı ve gruplarla, Mısır’la, Ürdün’le, İsrail’deki farklı sivil ve kamuya ait kesimlerle temaslarınızın devam etmesi gerekiyor. Bizim temas konusunda açıkçası bir sıkıntımız yok, bu konuda bunu yapıyoruz. Ama bizim gibi birkaç ülke daha var bu türden temas trafiği olabilen, Katar’ın da bu konuda çabaları var, özellikle rehinelere yönelik, fakat şu ana kadar bir neticeye ulaşılmış değil. Ama en azından hangi şartlarda neticeye ulaşılabilir, taraflar ne düşünüyor, tercihleri nelerdir, bir atılacak adıma karşı diğer tarafın vereceği cevap ne olabilir, o konuları görmede bu temaslarımız çok işe yarıyor.

An itibarıyla, özellikle hem bizim Bakanlık olarak, hem de İstihbarat Teşkilatımız üzerinden yürüyen yoğun temaslar var. İstihbarattaki arkadaşlarımız da sağ olsunlar taraflarla iletişimin götürülmesiyle alakalı yoğun mesai trafiği içerisindeler. Benim bölgeye yaptığım ziyaretlerde gündeme gelen konular var. Bunlar tabii hayata geçene kadar belli bir miktar mahremiyet içerisinde gitmesi gerekiyor. Önceki yıllarda Türkiye’nin yaptığı arabuluculuk konularında da bize olan güvenin başlıca sebeplerinden biri de birçok konuda mahremiyete riayet etmemizdi. Konu gerçekleşene kadar zaten süreçlerle ilgili gizlilik prensibine her zaman için dikkat ettik. Ama Cumhurbaşkanımızın en büyük önceliklerinden biri de, eğer arabulucu rolü oynayarak gerçekten zulmün, kanın, gözyaşının durması noktasında atabileceğimiz bir adım varsa onu her şekilde hiç çekinmeden atıyoruz, bu olayın başından beri de böyle. Sadece Filistin’in krizinde değil, biliyorsunuz birçok konuda da bu böyle, ama arabuluculuk çok hassas bir konu, konuya çok ciddi vukufiyet gerektiriyor, taraflar nezdinde güven tesis etmiş olmanız gerekiyor, bu konuda Elhamdülillah iyi olduğumuzu düşünüyorum. Ama dediğim gibi önemli olan, kim yaparsa yapsın bu kan ve gözyaşının durması.

SUNUCU- Bu vurgu çok önemli aslında Sayın Bakanım. Şimdi biz bütün bu uluslararası krizlerde kimi zaman şunu görürüz, çok da sıklıkla görürüz itiraf etmek gerekirse: Vitrinde ben olayım ülke olarak, işte Batılı ülkelerden özellikle bahsediyorum, sorunun çözümünde de ben sürecin içindeydim mesajı vermek için ama, siz çok insani ve aslında bir anlamda Türk diplomasisinin de ne kadar onurlu olduğunu gösteren çok önemli bir vurgu yaptınız. Bizim derdimiz, bir anlamda bu kanın durması. Biz işin içinde bir şekilde oluruz, ama ön planda da oluruz, arka planda da oluruz, bu gerçekten bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak da dinlerken gurur duyduğum ifadelerden birisi oldu bu noktada, onun altını çizmem gerekiyor.

Peki, şimdi bölgedeki faaliyetlerinizden bahsettiniz, faaliyetlerinizden bahsederken tabii bir garantörlük meselesi geçtiğimiz günlerde gündeme geldi, bölgeden de olumlu mesajlar da aldı. Tabii biraz önce siz vurguladınız, bazı konular kapılar ardında masada gelişiyor ama, bizimle paylaşabileceğiniz detaylar var mıdır garantörlük meselesiyle ilgili olarak?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Garantörlük meselesiyle ilgili aslında söyleyebileceklerim şunlar: eğer sahici ve kalıcı bir barışın peşinde olacaksak bölgede, yani Filistinlilere 2 devletli çözüm imkanı getirecek olan Filistinlilere devlet, İsraillilere de bunun karşılığında bölgede güvenlik tesis edecek ve bütün bölge halklarının barış ve huzur içinde yaşayacağı bir durum olacak. Bunun nasıl olacağı sorusunun cevabı, aslında biraz da tarihe bakmakta yatıyor. Yakın tarihe baktığımız zaman sorunun kriz şeklinde artarak devam etmesini mümkün kılan faktörler neyse, bunu elimine eden, bunlardan ders çıkartılmış bir şekilde ortaya yeni parametreler koymak gerekiyor.

Esas itibarıyla şimdi bölgede Filistin meselesinin birkaç hususu var, yani Mescid-i Aksa meselesi var, Mescid-i Aksa’dan dolayı bütün Müslümanları ilgilendiren bir boyutu var, bölge ülkelerini ilgilendiren topraklarla ilgili konular var. Şimdi biliyorsunuz İslam İşbirliği Teşkilatı’nın kuruluş sebebi, ilk olarak Filistin meselesi yüzündendi. Müslüman ülkelerin bu konuda çok ciddi hassasiyetleri var. Şimdi bölgede üzerinde anlaşılmış bir barış sadece Filistinlilerle değil, bu konuda problemi sahiplenecek ve sahiplendiği probleme bir nevi garantör olacak, yani taraflardan varılan anlaşmaya uymasını sağlayacak ve kendi halklarının da bu anlaşmanın tarafı olduğu vurgusunu devam ettirecek bir garantörlük sistemi. Aynı şekilde İsrail tarafından da işin içinde garantörlerin olması gerekiyor, bu olmadığı takdirde iki ülkenin, iki halkın bir araya gelip barış sağlama imkanı yok.

Amerika’nın koşulsuz desteğiyle İsrail geçici zaferleri çok elde etti, ama kalıcı bir güvenliği ve barışı hiç elde edemedi. Her bir krizde bir öncekinde daha fazla vatandaşı ve askeri onun da ölüyor. Bu şunu gösteriyor: giderek artan güvenlik mekanizmalarına, yardımlara rağmen, geliştirilen silah sistemlerine rağmen, üstün teknolojiye rağmen aslında kalıcı bir güvenlik yok. Kimin ne zaman saldıracağını bilemiyorsunuz. Niye? Çünkü başkasının toprağını işgal etmişsiniz, bu sorunu çözmemişsiniz.

Şimdi problem şurada: Son yıllarda esas itibarıyla İsrail’in iki devletli çözümü rafa kaldırmış olması, Filistinlilerin haklarını hiç umursamaması, onun yerine bölgedeki Arap ülkeleriyle Amerika’nın bilek bükmesiyle anlaşma yapması, zannedildi ki bu vesileyle bu sorun unutturulacak ve hiçbir şey olmayacak. Tam tersine bu metodoloji son derece büyük bir yanlışlığa yol açtı ve İsrail’in kendisi için çok büyük problemli sonuçlar ortaya çıkardı. Şimdi bakıyorsunuz her bir ülkeyi o kadar iyi çalıştılar, her ülkeyle nasıl anlaşma yaparlar gittiler, baktılar, Amerikalılar da geldi, ben yıllardır yakından takip ediyorum. Geçenlerde bir yerde de söylemiştim taktik olarak o kadar mükemmel adımlar atılıyor ki ama stratejik olarak gittikleri yol uçuruma giden yol, göremedikleri bu. Yani her bir mevzuyu konuyu hayata geçirirken ortaya koydukları başarı onları resmin büyüğünde yanlış bir yerden gittiklerini görme konusunda engelledi, gözleri o konuda kör oldu ve biz bunları söyledik. Yani tamam sizin gücünüz var, taktik konular geliştiriyorsunuz, ittifaklar geliştiriyorsunuz, Amerika’nın, Batı’nın desteğini alıyorsunuz, oradan birtakım teşvikleri alıp bu zor durumda olan ülkelere veriyorsunuz ilişkileri iyileştiriyorsunuz, ama bu sahici, kalıcı bir barış değil, bu aslında belli konuların ihmal edilmişliğini, halı altına süpürülmüşlüğü ortaya koyan bir senaryo. Yani buradan kalıcı bir güvenlik ve barış çıkmaz. Durum bu olunca, garantörlük konusu aslında bölge ülkelerinin meseleyi aktif olarak sahiplenme meselesi, bunu böyle anlamak lazım. Başka yaklaşımlar, başka alternatifler getirilebilir, başka çözüm metodolojileri getirilebilir, ama önemli olan bir şekilde bölge ülkeleri Filistinlilerle beraber elini taşın altına sokacaklar. Türkiye’nin de dahil olduğu bu meselede eğer bir anlaşmaya varılırsa bu anlaşmanın uygulanması için elimizden geleni yapacağız demeleri. Aksi takdirde bu adımlar bazen bazılarına son derece yorucu, hatta riskli bile gelebilir, Türkiye niye böyle bir konunun içerisine girsin diye de düşünenler olabilir. Bunlar bölgemizi ve ülkemizi de yakından ilgilendiren stratejik konuların ön alınarak çözülmesiyle ilgili bir konu. Eğer diplomatik olarak birtakım şeyleri yapmanız mümkünse, yani birtakım karmaşık adımları atarak, onun yerine bu adımları atmayıp bekleyip daha fazla büyümüş ve kapınıza ateş olarak gelmiş bir sorunla karşılaşmanıza hiç gerek yok. Türkiye’nin yürüttüğü diplomatik çalışmalarla bu krizleri daha büyük çabalar gerektiren, daha fazla drama ve gözyaşına yol açan bir probleme dönüşmesini engelleme yönünde atılan adımlar açıkçası.

SUNUCU- Peki, bu durumda aslında konuşmanızda buna dair ipuçları vardı, ama daha somut bir şekilde sormak isterim, olası bir anlaşma, olası bir uzlaşma durumunda garantörlerden birisini Türkiye olarak görebilir miyiz?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Görebiliriz, Türkiye bu konuda dediğim gibi ciddi bir rol oynayabilir diye değerlendiriyoruz. Tarafların, bölgedeki diğer dostlarımızın bunu uygun bulması durumunda biz bu konuda rol oynayabiliriz diye düşünüyorum. Tabii İsrail’in tarafında da kimler garantör olacak, kimler meseleye girecek o da önemli. Belki bu manada uluslararası bir formül aramak gerekiyor. Önemli olan şu Ahmet Bey: Bizim hep gündeme getirdiğimiz bu kriz varken muhataplarımızla da konuşurken özellikle İsraillilere de söylüyoruz, Amerikalılara da söylüyoruz konuştuğumuz zaman: bu krizden sonra gidilecek iki yol var. Birincisi, ya art arda gelecek daha büyük savaşlara gidilecek. İkincisi, büyük bir barış anlaşmasına gidilip artık bu kriz sondur deyip barışla bu işin neticelenmesi. İkinci yolun tercih edilmesi için biz çabalarımızı ortaya koyuyoruz. Umarız bu çağrımıza kulak verilir. İslam İşbirliği Teşkilatı çerçevesinde yaptığımız toplantılarda da bunu görüştük. Hafta sonu Kahire’de bir zirve olacak, orada Doğu’dan ve Batı’dan çeşitli katılımcılar olacak, bizim de desteklediğimiz bir biraraya geliş, bir platform. Umarız orada da gerek bizim görüşlerimiz olsun, gerek başkalarının görüşleri olsun, günün sonunda Filistinlilerin meşru haklarını veren iki devletli çözümü mümkün kılan görüşmelerin zemin bulduğu bir atmosfere ihtiyacımız var. Bu türden her türlü başlangıcı ve mesafe almayı biz destekliyoruz.

SUNUCU- Peki, şimdi çok net bir şekilde ifade ediyorsunuz aslında, Türkiye bu süreçte kanın durması, en iyi senaryonun gerçekleşmesi için çok yoğun bir çaba sarf ediyor. Ama tabii bu elbette sadece Türkiye’nin tek başına yapabileceği bir nokta değil. Belki hiç istemesek de Allah korusun, ama kötü durum senaryosunu da düşünecek olursak şimdi örnek veriyorum, Hizbullah’la bir çatışma noktasında İsrail, bu noktada zaman zaman karşılıklı ateşler açıldığını biliyoruz. İşte bir Amerikan uçak gemisi Akdeniz’de. Rusya’dan açıklama geldi menzilimizin içerisinde diye. İyi durum senaryosunda her şey iyi gider ve siz de az önce bahsettiniz o iki yoldan bir tanesi belki büyük ve kalıcı bir barış. Ama eğer bu gerçekleşmezse bölgede daha büyük riskler de barındırabilir mi? Kötü durumda bu soruyu şundan soruyorum: Neden barış için bu kadar acele etmeliyiz? Kötü durum senaryosu gerçekten çok mu kötü?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Gerçekten çok iyi bir şekilde sordunuz, izah da ettiniz sorunuzun içerisinde. Alternatif biliyoruz, aktörleri biliyoruz, tavırlarını biliyoruz, kapasitelerini biliyoruz ve tetikleme diğer ne türden krizlerin ortaya çıkacağını biliyoruz. Alternatifi çok kötü, eğer buradan biz barışa gitmezsek kalıcı bir barışı tercih etmezsek bölgede kalıcı bir savaş ve istikrarsızlık bizleri bekliyor. Yani bu kimsenin tercih etmeyeceği bir senaryo diye düşünüyoruz. Fakat insanlar bu kadar duygusalken, yani bir noktada şiddetten başka bir şey düşünmezken özellikle İsrail tarafında birilerinin sahici manada uygulanabilir, adil, barışı da düşünmesi ve dayatması gerekiyor ve yüksek sesle bunu söylemesi gerekiyor. Biz Türkiye olarak üzerimize düşen görevi yapıyoruz, yapmaya da devam edeceğiz. Bu konuda hem kendi halkımıza hem de tarihe vereceğimiz bir hesap var, burada alnımızın ak olmasını istiyoruz. Yoksa biz de başkaları gibi ya çok sessiz kalabiliriz, ya hiçbir realiteyi gözetmeyen, tamamıyla duygularımızın esiri olmuş bir şekilde hareket de edebiliriz. Ama bizim köklü devlet geleneğimiz, tarihi duruşumuz, değerlerimiz, siyaset anlayışımız buna izin vermez. Bizim devlet olarak ortaya koyacağımız çaba ve çalışma, bu konuda bunun örneğini gördüm ben, çok uzun zaman birçok konuda arabuluculuk işi içinde olunca birçok ülke hep şey derdi, Türkiye bize geldiği zaman hiçbir gündemi olmadan, zihninin gerisinde bir şey olmadan geliyor. Yani sadece bölgeye yönelik bir genel maslahatı ve iyiliği düşünüyor, halbuki diğer aktörler öyle değil cümlesini ben çok duydum. Bu konuda da biz aynı şekilde düşünüyoruz. Bu konuda ben bunu söylerken, yani biz moral olarak çok üstün yerde duruyoruz, başkaları daha farklı yerde, asla bunu söylemiyorum. Biz sadece kendimizin durduğu yeri ve durması gerektiği yeri ifade ediyoruz. Şüphesiz gerçekten çok ciddi hikmetli tavırları olan diğer ülkeler de var bölgede gördüğüm, uzun yıllardır da beraber çalıştığımız, onlarla da işbirliği içerisindeyiz, görüş alışverişi içerisindeyiz. Zaten böylesine kapsamlı çalışmalar yalnız yapılacak işler değil. Yani bölgede iyi dostlarınızın olması gerekiyor, iyi ilişkiler kurmanız gerekiyor, iyi ittifaklar kurmanız gerekiyor. Zaten sorun çözme tekniklerinden biri de iyi dostluk oluşturmak, iyi ittifak kurmaktır, bunun için iyi güven tesis etmeniz gerekiyor. Yani bölgede dengeleri değiştirecek bir barış sürecini tetikleyebilmeniz için dostlarınızla beraber güvene dayalı bir çizgide gitmeniz gerekiyor.

SUNUCU- Peki, hemen önümüzde şimdi Mısır’da da önemli bir zirve var, Türkiye de bu zirveye bütün bu anlattıklarınızdan da çok net görülüyor ki ciddi ve sağlam bir hazırlıkla gidiyor. Nedir bu zirveden beklentimiz?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Bu zirveden esas itibariyle tabii Mısırlı kardeşlerimizle de görüşüyoruz, umarım gerçekten çok olumlu şeyler çıkar. Bunların başında birincisi ülkelerin genel kabul edilmiş doğruları kabul etmekle kalmayıp bunun hayata geçmesi için somut ne türden adımlar atarız konusunda bir mutabakat içinde olmaları gerekiyor. Yani herkes gözyaşı dursun, siviller ölmesin, altyapı-üstyapı yok edilmesin diyor, ama somut adım atmaya gelince İsrail’i durduracak adımı hiç kimse atmıyor. İsrail, eleştirilerek bu türden operasyonları yapmaya yıllardır alışkın bir ülke, yani Amerikalılar bile İsrail’i özellikle Demokratlar biliyorsunuz eleştiriyorlar, onların bu insan yerleştirme politikasına karşılar, iki devletli çözümü savunuyorlar, saldırıların ve tutuklamaların nihayete ermesini istiyorlar, onlar da söylüyorlar yeri geldiği zaman özellikle Demokratik iktidarlar. Fakat arkasına bir yaptırım koymadığınız zaman bu türden eleştirilerin bir anlamı olmuyor.

İsrailli halk da şöyle zannediyor: kapasitesi kendisinden daha az olan bir rakibi döverek, ezerek, sağladığı geçici zafer hissinin ona uzun vadeli bir emniyet ve barış ortamı sağladığını düşünüyor, burada da büyük bir yalan var, İsrail halkına söylenen büyük bir yalan var. Oradaki devlet adamlarının bir kısmı da aslında bunu düşünüyorlar, maalesef siyasetin kirlettiği de çok ciddi bir devlet alanı var orada, temel problem siyasetin meseleyi aşırı şekilde politize ederek, halkın uzun sürede alması gereken menfaati kısa sürede siyasal iktidarın devamlılığıyla yer değiştiriyorlar. Şimdi bu yapısal bir sorun. Bu yapısal sorun İsrail’de hâlihazırda devam ediyor. Bu belli Batı demokrasilerinde de çok ciddi yapısal bir sorun, yani dar parti tabanının memnun edilmesi için atılan adımlarla devletin genel stratejisi için, halkın genel maslahatı için atılan adımların çok ciddi tezat teşkil ettiği ve bu tezatın bir türlü giderilemediği bir sistemin içindeler. Bunun önlenmesi gerekiyor, şu anda bunu önleyecek bir akıl var mı, duvara çarpmadan bu önlenebilir mi, onu göremiyorum ben şu anda. Ama gördüğüm şu: bu tavrın özellikle Filistin kesiminde Gazze başta olmak üzere çok ciddi sivil can kaybına sebep olması. Bunun bir an önce durması gerekiyor. Biz ilk başta bu kan kaybının durmasını, gözyaşının durmasını istiyoruz. Ama dediğim gibi yapısal dönüşüm sağlanamazsa İsrail politikası ve bakış açısında ve İsrail’i destekleyen diğer ülkelerde, uzun vadede bu kendini tekrar eden bir şey olmaya devam edecek tıpkı önce olduğu gibi. Bunu görmek ve analiz edebilmek için çok zeki olmaya gerek yok.

SUNUCU- Peki, son olarak şunu sormak isterim: İsrail-Filistin meselesinde bu yoğunlukta TRT Haber yayınlarını ne kadar takip edebiliyorsunuz bilmiyorum, ama sık sık Gazze’nin içerisinden bağlantılar alıyoruz. Geçtiğimiz günlerde hem bir meslektaşımız, hem de bir sağlık çalışanının söylediği bir konu vardı, biz Türkiye’ye teşekkür etmek istiyoruz, çünkü bizim derdimizi dünya kamuoyuna en çok aktaran hem basın olarak, hem Hükümet olarak Türkiye dedi. Durumları çok zor, ama olur da bu yayını bir şekilde takip edebilen Gazzeliler varsa, onlara bir mesajınız var mı bu noktada?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Ben Gazzeli kardeşlerime her şeyden önce büyük bir sabır diliyorum ülkem adına, devletim adına, halkım adına. Elimizden gelen her şeyi yaptığımızı bilmelerini istiyorum. İnşallah bugünler geçecek ve Türkiye, onların yanında olmaya devam edecek. Şu anda onların yanındayız, bütün yardım sistemimiz inanılmaz bir şekilde, gerek devlet organları, gerek sivil toplum örgütü muazzam bir şekilde çalışıyor, onlara yardım ulaştırmak için var güçleriyle faaliyet gösteriyorlar. İnsanlarımız, yardım edebilenler yardım ediyor, dua ediyor, bunlar çok kıymetli şeyler, onlar yalnız değiller. Biz 3 günlük yas ilan ettik, Cumhurbaşkanımız da bu konuda çok hassas. Bu acıyı, bu kederi kendimizin acısı ve kederi olarak görüyoruz, bu çok kıymetli bir şey. Bu konuda müsterih olabilirler, yalnız değiller.

SUNUCU- Sayın Fidan çok teşekkür ediyoruz, yaklaşık 1 saatlik aslında uzunca da bir yayın oldu. Konuşacak çok fazla, soracak çok fazla soru var, ama siz de söylediniz; 3 günlük yas sürecinin içerisindeyiz. Bu noktada gönül isterdi ki bambaşka meseleleri, hatta belki böyle zaman zaman yüzlerimizi de gülümsetebilecek süreçlerde ilerleyelim. Belki ilerleyen günlerde farklı röportajlarda. Ama ilk televizyon yayınını da TRT Haber’de yaptığınız için bir kez daha teşekkür edelim sizlere bu noktada programımıza katıldığınız için de.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Ben teşekkür ederim.

SUNUCU- Sevgili izleyenler; konuğumuz Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’dı, sorularımızı sorduk, çok kıymetli yanıtlar aldık.

Sözü yeniden merkeze bırakalım.

* Interpress deşifresidir.