Dün (1 Ekim) Avrupa Birliği Devlet ve Hükümet Başkanları Özel Zirve toplantısında alınan ülkemize ilişkin kararların, bazı olumlu unsurlar içermekle birlikte birçok bölümü gerçeklerden kopuktur.
Metin, bir yandan bazı AB ülkeleri ülkemizle ilişkileri geliştirmek isterken, diğer yandan Yunan-Rum ikilisinin AB-Türkiye ilişkilerini nasıl rehin aldığının örneğidir.
Metinde, istikşafi görüşmelere yeniden başlanması kararına atıf yapılması olumludur. Ancak bu görüşmeler sadece deniz yetki alanlarının sınırlandırılması değil, Türkiye ve Yunanistan arasındaki tüm sorunların çözülmesine matuftur.
Zirve kararlarında yine Kıbrıs Türklerine hiçbir atıfta bulunulmaması ve iki taraf arasında hidrokarbon kaynaklarına ilişkin hakça gelir paylaşımından bahsedilmemesi, AB’nin Kıbrıs Türklerini yok sayan zihniyetinin devam ettiğini göstermektedir.
Evvelce de defaatle açıkladığımız üzere, Kıbrıs meselesi çözülene kadar, Kıbrıs Rumlarının muhatabı, Türkiye değil Kıbrıs Türkleridir. Türkiye’nin Kıbrıs Türklerinin olmadığı bir ortamda, onları temsil etmeyen GKRY ile deniz sınırlarını müzakere etmesi sözkonusu olamaz. Bu ancak Kıbrıs meselesi çözüldükten sonra mümkün olabilir.
Onun için AB’nin Türkiye’ye değil, Kıbrıs Rumlarına Kıbrıs Türkleriyle görüşme yapmak için çağrıda bulunması gerekir. Zira Ada’daki iki taraf, ayrı ayrı yürüttükleri hidrokarbon faaliyetlerini koordine etmek, hakça gelir paylaşımı dahil bir işbirliği mekanizması kurmak için biran önce biraraya getirilmelidir. Bu sağlanmadığı sürece Kıbrıs Türk tarafı, TPAO aracılığıyla yürüttüğü hidrokarbon faaliyetlerine devam edecektir.
Zirve kararlarında AB’nin Kıbrıs meselesinin çözümü konusundaki ifadelerin 2004 ve 2017 tarihleri unutturularak GKRY tarafından dikte ettirildiği anlaşılmaktadır. Oysa GKRY’nin ne iktidarı ne de refahı Kıbrıs Türkleriyle paylaşmak niyeti vardır. AB’nin bu gerçeği söylemesi de GKRY’nin üyeliği nedeniyle mümkün değildir. Onun için AB Kıbrıs meselesinin çözümü konusunda dürüst ve tarafsız bir rol oynayamaz.
Zirve kararlarında ülkemizin hem kendi haklarını hem de Kıbrıs Türklerinin haklarını savunmak için attığı adımların yasadışı olarak nitelendirilmeye ve yaptırım söyleminin kullanılmaya devam edilmesi de yapıcı bir söylem değildir. AB bu söylemle bir yere varamayacağını artık anlamalıdır.
Zirve kararlarında esasen Sayın Cumhurbaşkanımızın önerisi olan bir Doğu Akdeniz Konferansı toplanması hususuna yapılan atıf olumludur.
Herhalükarda Zirve kararlarında ülkemizin ve KKTC’nin hak ve çıkarları korunarak, bölgedeki sorunlara diyalog ve diplomasi yoluyla çözüm bulunması yönündeki çağrılarımızın kısmen de olsa cevap bulmasını olumlu karşılıyoruz.
AB ile ilişkilerimizi üyelik perspektifi doğrultusunda her alanda ve ortak çıkarlarımıza hizmet edecek şekilde geliştirmeyi samimi şekilde arzu etmekteyiz. Biz, her zaman gerginliğin azaltılmasından ve diyalogdan yana olduk. Bu yöndeki çağrılara olumlu karşılık verdik, iyi niyetimizi gösterdik ve diyalogdan yana çaba harcayanlara tam destek sağladık. Artık, somut sonuçların alınması için karşılıklı olarak adımlar atılmasının zamanı gelmiştir. Bu bağlamda kararda taahhüt edilen adımların, vize serbestisi de dahil olmak üzere yerine getirilmesini bekliyoruz.
Türkiye, ikili sorunların ve dar bakışlı çıkarların yönlendirmesi ve körü körüne üyelik dayanışması yerine, ortak çıkar ve ortak gelecek gündemiyle, karşılıklı saygı ve güven ilişkisi içinde, AB sürecini ilerletme ve sorunları müzakerelerle çözme iradesi ve kararlılığını korumaktadır.