Türkiye'nin Dış Ekonomik İlişkileri
Türkiye'nin Dış Ekonomik İlişkileri

Dr. Yücel GÜÇLÜ

Ekonomik ve Ticari İlişkilerde Altyapının Oluşturulması

Devletler arasında ikili ekonomik ilişkilerinin geliştirilmesinde "hukuki altyapı"nın tesis edilmesi önem arzetmektedir. İlişkilerin hukuki zeminini hazırlayan en önemli anlaşmalar;

1. Ticaret Anlaşması
2. Çifte Vergilendirmenin Önlenmesi Anlaşması (ÇVÖA)
3. Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunması Anlaşması (YKTKA)

olarak sıralanabilir. Ülkemiz 35 ülke ile Ticaret, 39 ülke ile ÇVÖA ve 61 ülke ile de YKTKA imzalamıştır.

İkili işbirliği ilişkilerinin düzeyine göre, ekonomik, teknik ve bilimsel işbirliği, tarım, ormancılık, balıkçılık, enerji, savunma sanayii, uzayda işbirliği veya ortak deniz ve suların kullanımı gibi uzmanlık alanlarını düzenleyen daha özel nitelikli anlaşmalar imzalanması da gündeme gelmektedir.

Karma Ekonomik Komisyonların Statüleri

Geçmişte devletin sınırlı da olsa ekonomik faaliyetler üzerinde yönlendirmelerde bulunabildiği ülkeler başta olmak üzere, bazı ülkelerle Karma Ekonomik Komisyon (KEK) oluşturulmuştur. Eşbaşkanlıklarını genelde Bakanların yaptıkları ve heyetlerin ilgili tüm Bakanlık ve kurum temsilcilerinden oluştuğu bu komisyonlar, yıllık toplantılarını dönüşümlü olarak başkentlerde yapmaktadır.

Totaliter rejimler ve gelişme yolundaki ülkelerle işbirliği ilişkileri bu komisyonlar aracılığı ile yürütülmekteydi. Ancak, bu ülkelerin serbest piyasa ekonomisine geçişlerine paralel olarak ilişkilerin özel sektöre kaymaya başlamasıyla, KEK'ler giderek önemini kaybetmekte ve bu tür ülkelerin sayısı azalmaktadır. Dolayısıyla, 65 ülke ile KEK mekanizması mevcut olmakla beraber, önemli bir bölümü artık faal değildir.

KEK toplantılarında hem son bir yıl içindeki faaliyetler gözden geçirilerek değerlendirmesi yapılmakta, hem de geleceğe yönelik görüş alışverişinde bulunulmaktadır. Taraflar, ekonomik işbirliği ve ticari ilişkilerde karşılaşılan meseleleri bu platformda dile getirmekte ve Eşbaşkanların Bakan oluşu nedeniyle, ihtiyaç duyulan siyasi irade ve yetkinin de katkısıyla çözümlere ulaşılması daha kolay ve hızlı olabilmektedir.

KEK toplantıları genelde ekonomik işbirliğinin tüm alanlarını kapsamaktadır. Ancak bazı alanların öne çıktığı ve daha kapsamlı çalışma gerektirdiği durumlarda, bu alanlar KEK toplantılarından ayrılarak Karma Ulaştırma Komisyonu, Karma Enerji Komisyonu, Karma Tarım Komisyonu, Karma Turizm Komisyonu gibi ilâve komisyonlar oluşturulabilmektedir.

Türkiye'nin Avrupa Birliği Ülkeleri ile Ekonomik İlişkileri

Avrupa ülkeleriyle ticari ilişkiler hemen hemen tamamiyle özel sektör eliyle yürütülmektedir. Bu bakımdan, Avrupa ülkelerinin çoğuyla Karma Ekonomik Komisyon mekanizması bulunmamakta, olanlar ise işlevini yitirmiş durumdadır. Bunun yerine, Almanya ile olduğu gibi, kamu ve özel sektörün birlikte katıldıkları İşbirliği Konseyi toplantıları daha yararlı olmaktadır.

Avrupa ülkelerinin hemen hepsiyle ekonomik ve ticari ilişkilerimizin yasal altyapısı tamamlanmış durumdadır. Halen sadece Lüksemburg, İspanya ve Yunanistan ile ÇVÖA müzakere safhasındadır. Portekiz ile de ÇVÖA ile YKTKA müzakere edilmektedir. Ayrıca, Avrupa Birliği (AB) ile yapmış olduğumuz Gümrük Birliği Anlaşmasının gereği olarak, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Letonya, Litvanya, Macaristan, Makedonya, Polonya, Romanya, Slovakya, ve Slovenya ile Serbest Ticaret Anlaşması (STA) imzalanmıştır. Hırvatistan ile müzakereler sürmektedir.

Avrupa ülkelerinin fert başına düşen milli gelirleri ve satınalma güçleri gözönünde tutulduğunda, ticaretimizin olabilecek en üst düzeye ulaştığını söylemek güçtür. Ayrıca, AB ile Gümrük Birliği Anlaşmasının yürürlüğe girdiği 1 Ocak 1996 tarihinden itibaren AB ülkelerinin Türkiye'ye ihracatları önemli miktarda artmış, bu ülkelere olan ihracatımız ise aynı oranda artamamıştır. 1996-2000 döneminde AB'nin Türkiye'ye toplam ihracatı 93.499 milyar dolar, Türkiye'nin AB ülkelerine toplam ihracatı ise 51.625 milyar dolar olmuştur. Yani bu dönemde AB ile ticaretimiz 41.874 milyar dolar açık vermiştir. Bu bakımdan, mevcut ihracat potansiyelinden tam olarak yararlanabilmek için bazı ek girişimlerin yararlı olacağını düşünmekteyim.

Bu girişimler şöyle özetlenebilir:

-Bu ülkelere yapılacak üst düzey ziyaretlerde, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) üyelerinin (İş Konseyi üyeleri ve o ülke ile iş yapan firmalar) katılımlarının teşviki,

-İşadamlarımızın bu ülkelerde yapacakları temaslara dış temsilciliklerimizin aktif şekilde yardımcı olmaları,

-Kaliteli ürünlerimizin, özellikle sanayi mallarımızın daha iyi tanıtımının yapılması,

-Bu amaçla Avrupa'daki fuarlara, özellikle ihtisas fuarlarına katılımın teşviki,

-Avrupa ekonomisinde olduğu gibi ülkemizde de Küçük ve Orta Ölçekli İşletmelerin (KOBİ) oldukça büyük bir payı mevcuttur. Kendi imkânlarıyla ihracat pazarları bulma şansı az olan KOBİ'lerin hem bilgi akışı, hem maddi yönden teşvikleri,
-İhracat mallarımızın rekabet şansını arttırıcı kur politikalarının izlenmesi de bu kapsamda akla gelmektedir.

AB ülkeleriyle halihazırda yaşanan problemler çerçevesinde Almanya ile, bu ülkede yaşayan vatandaşlarımızın T.C. Merkez Bankasında açtıkları hesapların vergilendirilmesi konusunda ortaya çıkan gelişmeler ve işadamlarımızın vize güçlükleri zikredilebilir. Vize güçlükleri 11 Eylül sonrasındaki gelişmeler muvacehesinde daha da artmıştır.

Türkiye'nin Balkan Ülkeleriyle Ekonomik İlişkileri

Balkan ülkeleri ile Türkiye arasındaki ikili ticari ilişkilerin geliştirilmesi Türk dış politikasının önemli bir boyutunu oluşturmaktadır. Ülkemizin Batı Avrupa'ya ulaşım güzergâhı üzerinde bulunan bu ülkelerde ekonomik kalkınmanın sağlanması ve böylece bu ülkelerin AB gibi Batı Avrupa ülkeleri tarafından kurulan örgütlere üye olmaları bu bölgenin siyasi istikrarı açısından da büyük önem arzetmektedir.

Romanya ve Bulgaristan gibi Balkan ülkeleriyle ekonomik-ticari işbirliğimizin hukuki altyapısı tamamlanmış olup, yatırımlarımız artmıştır. Halen Balkan bölgesindeki toplam 755 milyon dolar tutarındaki yatırımımızın 500 milyon doları Romanya'da, 200 milyon doları da Bulgaristan'dadır. Türkiye her iki ülkede de ilk on büyük yatırımcı ülke arasında yer almaktadır. STA'ların etkilerinin görülmeye başlanmasıyla ticaret hacmimiz artma eğilimine girmiştir. Halihazırda bölgeyle toplam ticaretimiz 1,633 milyar dolar olup, bunun 670 milyon doları Romanya ile, 530 milyonu ise Bulgaristan iledir.

Mevcut ticaret hacmimiz, ürünlerimizin daha iyi tanıtımı, fuar ve sergilere daha sık katılım, ticaret merkezleri kurulması ve öndegelen şirketlerimiz için daha geniş devlet desteği sağlanması halinde daha da artabilir. Balkanlardaki yatırımlarımızın artırılması ve bu ülkelerle ticari ilişkilerimizin geliştirilmesi için özel teşvik yöntemleri uygulanması üzerinde durulmalıdır. Örneğin, Balkanlarda faaliyet gösteren firmalarımız için bir "Risk Fonu" oluşturulması düşünülebilir. Bu tür tedbirlerin bu bölgedeki firmalarımızın pozisyonlarını güçlendireceği muhakkaktır.
Halihazırda Romanya, Bulgaristan, Arnavutluk, Yugoslav Federal Cumhuriyeti, Hırvatistan, Makedonya ve Bosna-Hersek ile KEK mekanizması kurulmuş olup, KEK toplantıları bu ülkelerle mutabık kalınan tarihlerde gerçekleştirilmekte ve ikili ekonomik ve ticari işbirliğinin seyri değerlendirilerek bu ilişkilerin geliştirilmesi için alınması gereken yeni tedbirler üzerinde durulmaktadır.

Ayrıca, DEİK bünyesinde faaliyet gösteren İş Konseyleri de düzenli aralıklarla toplanarak, bu ülkelerde ortaya çıkan yeni iş imkânları hakkında görüş teatisinde bulunmaktadır. Buna ilâveten, gerek KEK bünyesinde, gerek bağımsız olarak kurulmuş bulunan özel ihtisas komisyonları da düzenli olarak bir araya gelmektedir.

Türk bankacılık sektörü Balkan ülkelerinde ciddi çalışma ve atılımlar yapmakta ve özelleştirme kapsamında çeşitli kamu bankalarını satın almaktadır. Bugün banka şubesi veya temsilcilik olarak Romanya'da altı, Bulgaristan'da üç, Arnavutluk, Makedonya ve Bosna-Hersek'te birer Türk bankası faaliyet göstermektedir. Ancak, Romanya'da 22 şubesi bulunan Bayındır Holding'e ait Banca Turco-Romana'ya, anılan holdingin iflas ettiği yolunda çıkartılan bir söylenti yüzünden 9 Kasım 2000 günü, mudilerin yoğun para çekme talebinde bulunması, bankanın bu talepleri karşılayamaması örneğinde olduğu gibi, Türkiye'nin ekonomik hayatında görülen olumsuz gelişmeler Balkan ülkelerindeki yatırımlarımızı da etkileyebilmektir. Ekonomi politikalarının tespiti ve yönlendirilmesinde bu hususun da göz önünde bulundurulması gerekmektedir.

İşadamlarımız Balkan ülkelerinin özelleştirme programlarında satışa çıkardıkları tesislere de ilgi duymaktadır. Bu çerçevede, özellikle demir-çelik ve tüketim malları üreten fabrikalar ve petrol rafinerileri şirketlerimizin ilgi alanında bulunmaktadır.

İşadamlarımız işgücü maliyetinin nispeten düşük olması nedeniyle, özellikle Bulgaristan ve Romanya'da küçük ölçekli işletmeler ve tekstil tezgâhları kurmaktadırlar.Balkan ülkeleriyle ilişkilerimizde gelecek vaat eden diğer bir alan da müteahhitlik ve müşavirlik sektörüdür. Bu ülkelerde gerçekleştirilmesi öngörülen önemli altyapı projeleri hakkında sağlanan bilgiler ivedilikle müteahhitlik sektörümüzün mesleki üst kuruluşlarına duyurulmakta olup, ihaleler konusundaki gelişmeler de özenle izlenmektedir. Çeşitli altyapı projelerini üstlenen müteahhitlik şirketlerimizin karşılaştıkları güçlüklerin aşılması hususunda gerekli tüm yardımlar yapılmaktadır.

Balkan ülkeleriyle ticari ilişkilerimizin geliştirilmesi için Türk Eximbank kredilerinin bu ülkelere kullandırılması da önem taşımaktadır. Balkan ülkelerine tarafımızca tahsis edilen Eximbank kredilerinin kullanımında çeşitli problemlerle karşılaşılmaktadır. Bu problemlerin en önemlisi Makedonya ve Bosna-Hersek örneklerinde görüldüğü üzere, bu ülkelerin Türk Eximbank kredilerine devlet garantisi sağlayamamalarıdır.

Türk bankacılık sektörünün yanı sıra, Balkanlardaki ekonomik faaliyetlerimizin geliştirilebilmesi için kamu kuruluşlarımızın, özellikle teknik yardım ve bilgi birikiminden de yararlanılması mümkündür.

Balkan ülkelerindeki ekonomik işbirliği mekanizmaları ülkemiz lehine daha etkin bir şekilde kullanılmalıdır. Bu kapsamda, Karadeniz Ekonomik İşbirliği, İhracatı Geliştirme Etüd Merkezi (İGEME) tarafından işlevleri üstlenilen Balkan Ülkeleri Ticareti Geliştirme Bölge Merkezi, Balkan Ülkeleri Odalar Birliği, Güneydoğu Avrupa Ülkeleri İşbirliği Girişimi gibi kuruluş ve mekanizmaların hizmetlerinden firmalarımızın yararlanabilme imkânlarının sağlanması yerinde olacaktır.

Türk özel sektörünün Balkanlardaki ekonomik girişimlerinin daha da etkin bir hale gelebilmesi için karşılıklı İş Konseylerinin daha sık aralıklarla toplanması, KOBİ'ler ve Ticaret Odaları ziyaretlerinin artırılması ile önemli fuar ve sergilere katılımın sağlanması üzerinde durulması gereken diğer önemli hususlardır.

Buna ilâveten, Balkan ülkelerini doğrudan veya dolaylı bir şekilde ilgilendiren önemli uluslararası ve bölgesel toplantılara Yunanistan'ın yaptığı gibi, Türkiye'nin de etkin bir şekilde katılmasının ve bu platformda Türkiye'nin sadece siyasi tezleri değil, ekonomik görüşlerinin de kuvvetle savunulmasının gerekli olduğu düşünülmektedir.

Ayrıca, Türkiye'nin Balkanlarda siyasi olduğu kadar ekonomik ve ticari anlamda etkin bir politika izleyebilmesinin, büyük ölçüde Türkiye'nin makro ekonomik dengeleri ve mali piyasalarında istikrarın sağlanmasına bağlı olduğu açıktır. Küreselleşen bir dünyada, ülke içinde arızi olarak ortaya çıkan bazı ekonomik ve mali güçlüklerin yurt dışına nasıl derhal yansıdığı, Ceylan Holding'in Bulgaristan'da üstlendiği altyapı projelerinin iptal edilmesi örneğinde ve Bayındır Holding'in Romanya'daki bankasının içine düştüğü durumda açıkça görülmüştür.

Sonuç itibariyle, Balkanlarda açılacak önemli ihalelerin Türk firmalarınca kazanılması ve özelleştirme çerçevesinde satışa çıkarılan stratejik tesislerin alınmasının finansmanında kullanılacak, özel ve kamu sektörünün ortak katkılarıyla "Balkan Sandığı" gibi özel bir fonun oluşturulmasının, Balkanlardaki ekonomik mevcudiyetimizin güçlenmesinde önemli katkıda bulunacağını düşünüyorum.

Türkiye'nin Arap Ülkeleriyle Ekonomik İlişkileri

Türkiye bütün ülkelerle olduğu gibi Arap ülkeleriyle de ticari ve ekonomik ilişkilerini geliştirmek çabasındadır. Genel bir değerlendirme yapıldığında, Orta Doğu'daki bir çok ülkede ekonomik açıdan yapısal problemlerin bulunduğu, ayrıca siyasi meseleler nedeniyle bu ülkelerin ekonomiye yeterince ağırlık veremedikleri, yatırımlarının yetersiz kaldığı, buna bağlı olarak ödeme güçlüklerinin bulunduğu ve ithalatlarının kısıtlı kaldığı gözlenmektedir.

Körfez ülkelerinin ise Orta Doğu'daki bir çok ülkeye kıyasla ekonomik bakımdan daha güçlü durumda oldukları, yatırım ve ithalat yapabilecek mali güce sahip bulundukları bilinmektedir. Ancak bu ülkelerin, Batılı ve ekonomik açıdan gelişmiş düzeyde bulunan diğer ülkelerle işbirliğine girmeyi tercih ettikleri gözlenmektedir. Türk girişimciliğinin Körfez ülkelerinde yeterince tanınmadığı ve şirketlerimizin bu pazar hakkındaki araştırmalarının kısıtlı kaldığı düşünülmektedir.

Orta Doğu ülkeleriyle ticari ve ekonomik ilişkilerimizin kritik dönemlerde azalsa bile devam etmiş olması dikkat çekicidir. Bu nedenle, Orta Doğu'da istikrar sağlanabildiği ölçüde, bölgedeki ülkelerin kaynaklarını ekonomiye kaydırabilecekleri ve bunun Türkiye ile ticari ve ekonomik ilişkilerine olumlu biçimde yansıyacağı aşikârdır. Ancak mevcut şartlarda dahi, gerekli hukuki altyapının oluşturulması ve özel sektörümüzün daha etkin bir şekilde bu ülkelerle bağlantı kurmasıyla ticari ilişkilerimizin daha ileriye götürülebileceğine inanılmaktadır.

Orta Doğu'daki Arap ülkeleriyle ticaretin gelişmesinin, Türk firmalarının Orta Asya ve Afrika pazarlarıyla Körfez bölgesine giriş imkânını artıracağı hesaplanmaktadır. Bu çerçevede diğer ülkelerle işbirliği yapılarak, ortak girişimlere gidilmesi, fuarlara katılınması, Türk ihraç ürünleri sergilerinin düzenlenmesi, KOBİ ziyaretlerinin artarak devam etmesi, ayrıca çok taraflı ve bölgesel işbirliği oluşumları içerisindeki ortak çabaların sürdürülmesi önem arzetmektedir.

Bunlara ek olarak, kamu kesimi ve işadamlarının karşılıklı ziyaretlerinin yanısıra, uzman ve bilgi değişimi yoluyla işbirliği imkânlarının araştırılmasının da ikili ticari ve ekonomik ilişkilere ivme kazandıracağı değerlendirilmektedir. Özellikle Körfez ülkelerine üst düzey ziyaretler düzenlenmesi, kapsamlı temas imkânı sağlanması ve karşı tarafta işbirliğinin devamına yönelik kararlılığımızı yansıtması bakımından yararlı görülmektedir.

Diğer taraftan, Orta Doğu ve Körfez ülkelerindeki pazar imkânlarını yeterince tanımayan firmalarımızın bu ülkelerle işbirliği yapmaya teşvik edilmesi, Körfez bölgesi genelinde potansiyelin altında seyreden ticaret rakamları üzerinde olumlu bir etki yaratacaktır. Bunun yanında, özellikle Orta Doğu pazarına ilgi duyan kuruluşlarımızın girişimlerinin Eximbank ve ticari kredilerle desteklenebileceği akla gelmektedir.
Afrika kıtasındaki Arap ülkeleri de Türk ekonomisi ve özellikle müteahhitlerimiz için önemli bir pazar niteliğini taşımaktadır. "Afrika'ya Açılım Eylem Planı" çerçevesinde, sözkonusu kıta ile mevcut olan ilişkilerimizde sağlam bir zemin oluşturup, bu ilişkilerimizi ekonomik ve ticari alanlarda çeşitlendirmenin ve güçlendirmenin uzun dönemde siyasi ilişkilerimiz üzerinde de olumlu etkiler yaratacağı beklenmektedir.

Son yıllarda Körfez ülkeleriyle ticari ve ekonomik ilişkilerimizde özellikle işadamlarımızın temas eksikliğinden kaynaklanan bir durgunluk gözlenmektedir. 1998 yılında 2.298.041.000 dolar düzeyinde gerçekleşen Türkiye'nin, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Katar, Kuveyt, Oman, Suudi Arabistan ve Yemen'le toplam ticaret hacmi, 1999 yılında yaklaşık 509 milyon dolarlık bir düşüş kaydederek 1.788.773.000 dolara, 2000 yılında ise 103 milyon dolarlık bir düşüşle 1.685.773.000 dolara inmiştir.

Türkiye'nin bu ülkelerle ticaret hacminin potansiyelin altında olmasının başlıca nedenleri, ihraç ürünlerimizin Körfez pazarlarında yeterince tanıtılmaması, ulaşım güçlükleri ve bu nedenlerle işadamlarımızın bu pazarlara yeterince ilgi duymamalarıdır.

ÇVÖA ve YKTKA gibi hukuki altyapıyı oluşturacak akitlerin yakında sonuçlandırılması beklenmektedir. Bu anlaşmalar, girişimcilerimizin bölgeye yönlendirilmesine katkıda bulunacaktır.

Körfez ve genelde Arap ülkeleriyle ikili ticari ve ekonomik ilişkilerimizin geliştirilebilmesinde kamu ve özel sektör kuruluşlarımızın yakın işbirliği ve eşgüdüm içinde bulunmaları ve girişimcilerimizin Eximbank ve ticari krediler dahil, gerekli her türlü tedbir ile desteklenmeleri önem arzetmektedir.

Öte yandan, Türk ihraç ürünlerinin yeterince tanınmadığı Körfez ülkelerinde fuarlara geniş ölçüde katılım sağlanmasının veya ürünlerimizi tanıtıcı nitelikte sürekli ihraç ürünleri sergileri açılmasının ihracatımızı artıracağı düşünülmektedir.

Türkiye'nin Orta Asya Cumhuriyetleriyle Ekonomik İlişkileri

Bağımsızlıklarını 1991 yılında kazanan Orta Asya Cumhuriyetleri öncelikle kollektivist sistemden demokrasiye geçiş ve pazar ekonomisi kurumlarını yerleştirme sürecini de kapsayan yeni bir devlet kurma mücadelesi vermişlerdir.

Bu yolda katedilen mesafeye rağmen, sözkonusu mücadelenin bugün de sürdüğünü söylemek yanıltıcı olmayacaktır. Bağımsızlık Sovyetler Birliği içindeki ekonomik açıdan bütünleştirici ve tamamlayıcı unsurların işlevlerine son vermiştir. Sovyet sisteminin çözülmesi bu ülkelerin aralarındaki ticari ve ekonomik ilişkilere önemli bir darbe vurmuştur. Bu nedenle pazar ekonomisine geçiş, aynı zamanda üretimi sürdürebilme ve temel ihtiyaçları karşılayacak ölçüde kendi kendine yeterli hale gelebilme kavgasıyla atbaşı götürülmüştür. Oysa, fiyatların dünya fiyatlarına yaklaştırılması bir yandan eski kalıpları yıkıp ödemeler sistemini bozarken, diğer yandan gelişmelere tepki olarak alınan idari kararlar ve getirilen geriye dönük uygulamalar işleri daha da zorlaştırmıştır.

Üretimin düştüğü, ticaretin geometrik olarak azaldığı, takas sisteminin ortaya çıktığı, para hareketlerinin düzensiz yürüdüğü bu ortamda, yönetimler rasyonel bir ekonomi politikası oluşturamamış ve kamu düzenini sağlamakta güçlük çekmişlerdir.

Bu arada, bazı çevreler demokratik, laik ve pazar ekonomisini benimsemiş bir ülke olarak Türkiye'yi Orta Asya Cumhuriyetleri için bir model olarak nitelemişlerdir. Türkiye, tarihi ve kültürel bağlarını da dikkate alarak kendisinden beklenen desteği vermeye çalışmıştır.

Gerçekten de Türkiye, bu ülkeleri ilk anda tanıyarak ve diplomatik ilişki kurarak, onların uluslararası toplumun üyeleri haline gelmelerinde öncü rolü oynamış, siyasi, iktisadi, ticari ve kültürel ilişkilerini hızla geliştirmiştir.

Bu kapsamda, 1992 yılından bu yana imzalanan anlaşmalarla bu ülkelere 1,2 milyar doların üzerinde Eximbank kredisi açılması, yaklaşık 10 bin gence ülkemizdeki eğitim kurumlarında öğrenim imkânı tanınması, subay, askeri öğrenci, diplomat, bankacı gibi çeşitli kadroların eğitilmesi, insani ve teknik yardımlarda bulunulması, TRT Avrasya yayınlarının başlatılması, dijital telefon santrallerinin ve yer uydu istasyonlarının kurulması, Türk Havayollarının düzenli seferler ihdas etmesi, bu ülkelerin bağımsızlıklarının ilk döneminde ekonomik sıkıntılarını hafifleterek dışa açılmalarında yararlı olmuştur. İkili ekonomik ilişkilerimizin yasal çerçevesi küçük istisnalar dışında tamamlanmış, böylece güvenli bir yatırım ortamı sağlanmaya çalışılmıştır.

Bağımsızlığın ilk yıllarında mütevazi boyutlarda gerçekleşen ticaret hacmimiz, 2000 yılı sonunda 1,5 milyar dolar düzeyine ulaşmış, bölgede Türk girişimcilerce toplam 6,5 milyar dolarlık yatırım yapılmış, müteahhitlik hizmetlerimiz ise 4 milyar doları aşmıştır.

Halen bölgede irili ufaklı 2500'den fazla Türk firması faaliyet göstermektedir. Türk işadamları bölgeyi tanımış, dil, din, tarih ve kültür birliğinin yarattığı yakınlıkla güçlü bir konum kazanmışlardır.

Bu arada, Rusya'da yaşanan ekonomik ve mali kriz bölge ülkelerini de olumsuz yönde etkilemiş ve pazar ekonomilerinin gelişimini engelleyici bir rol oynamıştır. Bu nedenle, esasen kaydedilen ilerlemeye rağmen, henüz istenilen düzeye ulaşamayan ticari ve ekonomik ilişkilerimizi artırabilmek ve piyasa ekonomisini sağlam bir biçimde yerleştirebilmek için yardım ve desteğimizi sürdürmemizin gerekli olduğuna inanılmaktadır.

Türk dış politikası, özellikle son dönemde "bölge merkezli" dış siyasi açılımlara öncelik vermiş ve Orta Asya ülkelerine bu bakış açısıyla yaklaşmıştır. Türkiye bölgeye yönelik kendi eşgüdümlü politikasını oluşturmaya çalışmaktadır. Bununla birlikte Türkiye, bölge ülkelerinin bağımsızlıklarını kazanmalarından bu yana, tek başına hareket etmeyi ve nüfuz alanları oluşturmayı amaçlamamıştır. Aksine, üçüncü ülkeleri her vesileyle bu bölgeye yönelik politikalarında işbirliğine ve yardıma çağırmaktadır.
Son iki yıllık dönemde ikili ve çok taraflı ticari ve ekonomik ilişkilerimiz, uluslararası kuruluşlar nezdinde de yeni bir işbirliği dönemine girmiştir. Bu kapsamda Türkiye, Kırgızistan'ın geçtiğimiz yıl sonunda Dünya Ticaret Örgütüne katılmasını desteklemiştir.

Bölge ülkeleriyle enerji, tarım, madencilik, sanayi, ticaret, turizm ve akla gelebilecek her alanda işbirliği imkânları mevcuttur. Bu potansiyelin yeterince hayata geçirilememesi, piyasa ekonomisinin henüz tam anlamıyla yerleştirilememesi, geçiş dönemi sıkıntılarının sürmesi, finansman yetersizliği ile ulaşım ve altyapı meselelerinin çözümlenememesinden kaynaklanmaktadır.

Orta Asya Cumhuriyetlerinde bulunan Türk firmalarının karşılaştıkları belli başlı problemler aşağıda kayıtlıdır:

a) Gümrük: Türk firmaları, bu ülkelerdeki gümrük vergilerinin yüksek ve denetimlerin yetersiz olması nedeniyle kaçak malların rekabet güçlerini olumsuz yönde etkilemesi, gümrüklerde yaşanan bürokratik engeller ve vergi mevzuatındaki belirsizlikler gibi problemlerle karşı karşıya kalmaktadırlar.

b) Taşımacılık: Taşımacılık ve ulaştırma konularında yaşanan belli başlı problemler, yeterli sayıda geçiş belgesi alınamaması, Türk araçlarının yüksek oranlarda vergilere tabi tutulmaları ile yollardaki kontrol noktalarında ödenen harç ve para cezalarıdır.

c) Bankacılık: Orta Asya Cumhuriyetlerinde faaliyette bulunan Türk firmaları, konvertibilite, yabancı sermayenin devlet garantisine sahip yasal haklara kavuşturulamaması, transfer güçlükleri ve sigortacılığın disiplin altında olmaması gibi meselelerle karşı karşıya kalmaktadırlar.

d) Vergilendirme: Yüksek katma değer vergisi, serbest bölgeler olmadığı için malların ülkeye girer girmez vergilendirilmesi gibi problemler henüz çözüme kavuşturulamamıştır.
e) Diğer problemler: Yabancı gerçek kişilerin, mevzuatın eksikliğinden kaynaklanan oturma ve çalışma izinleri, mülk edinmeleri ve kiralamaları gibi alanlarda yaşadıkları güçlükler henüz giderilememiştir.

Öte yandan, Orta Asya Cumhuriyetlerindeki yabancı sermaye kanunları ile altyapı ve sigorta sistemlerindeki eksiklikler, yatırımı teşvik edici ortamın olmaması ve özelleştirmedeki aksaklıklar gibi güçlükler, girişimcilerimizi caydıran diğer unsurlardır.

Önümüzdeki dönemde ülkemizin Orta Asya Cumhuriyetlerine açılmalarında öncelik arzeden hususları iki ana başlık altında toplayabiliriz:

Birincisi, bölgenin özellikle yer altı zenginliklerinin optimal düzeyde değerlendirilmesi ve uluslararası pazarlara açılması bakımından stratejik önemi haiz makro projelerin ortak çabalarımızla hayata geçirilmesidir.

İkincisi, ikili ilişkilerimiz çerçevesinde sanayi, tarım, turizm ve madencilik gibi alanlarda teknik işbirliğinin somut pratik ve uygulanabilir projelerle geliştirilmesidir.

Öte yandan, ekonomi içindeki rolleri ve esneklikleriyle ilgi odağı olan KOBİ'ler desteklenirken, orta-büyük ölçekli sektörel pazar payını hedef alan kalıcı yatırımların teşvik edilmesi de bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Bu kapsamda, en öncelikli ihtiyaç ise yeterli finansmanın sağlanmasıdır.

Türkiye'nin Afrika Ülkeleriyle Ekonomik İlişkileri

Afrika ülkeleriyle ilişkilerimiz, birkaç istisna dışında, bugüne kadar düşük bir seyir izlemiştir. İlişkilerin düşük düzeyde kalmasında, coğrafi engeller, karşılıklı iletişim eksikliği, Afrika'nın Türkiye'nin doğal ilgi alanı dışında kalması, bu ülkelerdeki iç siyasi istikrarsızlıklar gibi çeşitli faktörlerin rolü bulunduğu bir gerçektir.

Başta Somali, Etyopya, Sudan, Eritre ve Cibuti olmak üzere, bu ülkelerden bazılarıyla Osmanlı İmparatorluğu zamanında tesis edilen iyi ilişkiler sayesinde, Türkiye'nin, diğer Avrupa devletlerine kıyasla, bölgede özel bir yere sahip olduğu, bu durumun ilişkilerimizin geliştirilmesi için önemli bir avantaj teşkil ettiği söylenebilir.

Ekonomik açıdan bakıldığında, Afrika kıtası büyüyen Türk ekonomisi için önemli bir pazar niteliğini taşımaktadır. 1990-2000 yılları arasında Türkiye'nin Afrika ülkelerine yönelik ticaret hacmi iki kat artmış bulunmaktadır. Bazı Afrika ülkelerinin petrol ihracatçısı ülke konumuna gelmesinin bu ülkelerdeki nisbi alım gücünün yükselmesine, dolayısıyla sözkonusu ülkelerle ticaretimizin gelişmesine yol açacağı düşünülmektedir. Öte yandan, Batı Afrika Ülkeleri Ekonomik Topluluğu (ECOWAS) ile Doğu ve Güney Afrika Ortak Pazarı (COMESA) gibi örgütlerin kurulmasının ve bu çerçevede üye ülkeler arasında gümrük vergilerinin azaltılmasının Afrika ülkelerini özel sektörümüz açısından daha cazip bir pazar haline getireceği değerlendirilmektedir.

Afrika ülkeleriyle ekonomik ilişkilerimizin sadece mal ticaretiyle sınırlı kalmayarak, uzman değişimi, ülkemizde düzenlenecek kısa süreli seminer ve kurslara Afrikalı katılımcıların iştiraklerinin sağlanması gibi girişimlerle ikili ilişkilerimizin daha da ileri götürülebileceği düşünülmektedir. Bu meyanda, özelikle sulama, tarım, ormancılık ve enerji konularında ülkemizin tecrübelerinin Afrika ülkelerine aktarılması ilişkilerimize önemli katkılar sağlayacaktır.

Afrika ülkelerinin önemli altyapı yatırımları gerçekleştirmeleri gerekmektedir. Müteahhitlik firmalarımız halihazırda bu ülkelerde gerçekleştirilen projeler için açılan ihalelere katılmaktadır. Bu sektörde firmalarımızın sahip oldukları tecrübenin önemli bir avantaj olduğu düşünülmektedir. Halen Afrika'da gerçekleştirilecek altyapı projeleri için Afrika Kalkınma Bankası, Dünya Bankası, İslam Kalkınma Bankası ve Afrika için Arap Bankası gibi kuruluşlardan finansman desteği sağlanmaktadır. Ülkemizin Afrika Kalkınma Bankasına donör ülke olarak katılımının sağlanmasının firmalarımızın girdikleri ihaleleri kazanma şansını arttırabileceği düşünülmektedir.

Afrikalı ülkelerle ilişkilerimizi ekonomik, ticari, kültürel ve siyasi alanlarda çeşitlendirme ve güçlendirme amacıyla başlatılan "Afrika'ya Açılım Hamlesi" çerçevesinde yapılan girişimler olumlu sonuçlar vermiştir. Afrika ülkelerinin birçoğuyla karşılıklı üst düzey ziyaretler gerçekleştirilmiş, ziyaretler vesilesiyle bu ülkelerle ekonomik ilişkilerimizin hukuki altyapısını oluşturan anlaşmalar imzalanmıştır. Afrika ülkeleriyle ilişkilerimizde ekonomik, ticari ve kültürel temasların yoğunlaştırılması suretiyle oluşturulacak sağlam bir altyapının uzun dönemde siyasi ilişkileri etkileyeceği kuşkusuzdur. Böyle bir gelişme ise, Türkiye'ye dış politikada önemli avantajlar sağlayacaktır. "Afrika'ya Açılım Hamlesi"nden beklenen sonuçların elde edilmesi için bu girişimin yeterli bir kaynakla finanse edilmesi gerektiği açıktır. Bu amaçla oluşturulabilecek bir fonla, özellikle Afrika ülkelerine sağlanacak teknik yardım, uzman değişimi, Afrikalı uzmanlara kurs ve seminerler verilmesi gibi girişimlerin finanse edilebileceği düşünülmektedir.

Afrika ülkeleriyle ticaretimizde, gerek nispi coğrafi yakınlık, gerek tarihi ilişkilerimiz nedeniyle Kuzey Afrika ülkeleri ilk sıralarda yeralmaktadır. Özellikle Cezayir, Tunus, Mısır ve Fas bu kıtadaki en önemli ticari ortaklarımızı oluşturmaktadır.

Yatırımcıların özellikle Libya, Cezayir, Güney Afrika Cumhuriyeti gibi hammadde zengini ülkelere, bu hammaddelerin çıkarılmasına ve ihracına yönelik sektörlere yöneldiği, kıtada yabancı yatırımlara duyulan ihtiyacın ise sanayi ürünleri imalatına yönelik alanlarda yoğunlaştığı görülmektedir.

Yukarıda değinildiği gibi, Afrika ülkelerinin çeşitli ekonomik bütünleşme hareketleri içinde biraraya gelmeleri, bu kıtanın ayrı ayrı ülkelerden oluşan bir bölünmüş pazarlar olarak değil, aralarında gümrük vergilerinin kaldırıldığı her biri geniş tüketici kitlesi barındıran ve altyapı yatırımı yapmayı hedefleyen iki veya üç ana pazar olarak değerlendirilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu şekilde bakıldığında, Afrika kıtasının yatırımcılarımız açısından önemli fırsatlar sunduğu düşünülmektedir. Öte yandan, bu ülkelerde hammadde ile el emeğinin nisbeten ucuz olması ve bu ülkelerin AB'nin tercihli ticaret sistemine dahil olmaları nedeniyle Afrika kıtasının firmalarımız açısından önemli bir merkez olabileceği mütalâa edilmektedir.

Müteahhitlik hizmetleri sektörü Afrika ülkeleri içerisinde sadece Libya'da yoğun olarak faaliyet gösterebilmiştir. Libya dışında faaliyet gösterilen diğer ülkeler arasında Cezayir, Etyopya, Sudan, Tunus, Fas ve Malavi bulunmaktadır. Şirketlerimizin yerli firmalarla işbirliği içerisinde, bu Afrika ülkelerinde açılan ihalelere katılmasının, ihalelerin alınmasında önemli bir unsur olacağı, öte yandan Afrika Kalkınma Bankasına donör üye olarak katılmamızın da firmalarımızın katıldıkları ihalelerin sonuçları üzerinde olumlu etkileri olabileceği düşünülmektedir.

Türkiye'nin Alt-Kıta ve Asya-Pasifik Ülkeleriyle Ekonomik İlişkileri

Uluslararası Para Fonunun raporlarına göre, 2000'li yıllarda 6,2 milyarı bulacak dünya nüfusunun 3,5 milyarı Uzak Doğu bölgesinde yaşayacaktır. Aynı rapora göre, Uzak Doğu bölgesi 2000'li yıllarda dünya ticaretindeki artışın da %50'sine sahip olacaktır. Nitekim, Uzak Doğu bölgesi günümüzde ABD ve AB ile birlikte dünyanın üç büyük ekonomik ve ticari merkezinden biridir. Dünya nüfusunun %55'ini barındıracak olan Asya, küresel düzeyde gayrisafi milli hasılanın %44'ünü üretecek, dünya ticaretinin %25'i Asya ülkeleri ile yapılacaktır.

ABD ve AB ülkeleri başta olmak üzere, sanayileşmiş ülkelerin bu bölgeye olan ilgilerinin ve dolayısıyla ekonomik ve ticari ilişkilerinin hızla geliştiği ve hatta bu ülkelerle STA'lar yapılmasının sözkonusu olduğu bir sırada, AB ile Gümrük Birliği Anlaşmasını imzalamış olan Türkiye'nin bu sürecin dışında kalması ve Uzak Doğu ülkelerinin sunduğu imkânlardan pay almaya çalışmaması düşünülemez.

Son yıllar zarfında ekonomimizin kazandığı dinamizm ve dünyaya açılmaya başlaması ile birlikte Asya ülkelerinin Türkiye ile işbirliği alanlarını ve imkânlarını araştırdığı gözlenmektedir. Türkiye, Orta Doğu-Orta Asya ve Avrupa eksenlerinde önemli bir köprü başı olarak görülmeye başlanmıştır.

Genellikle olumlu olan bu imaja, Türkiye'ye gösterilmeye başlayan ilgiye, beklentilere ve çeşitli alanlardaki işbirliği perspektifleri ve büyük gelişme potansiyeline rağmen, bugüne kadar Türkiye'nin Asya/Asya Pasifik bölgesi ile ticari ve ekonomik ilişkileri arzu edilen gelişme düzeyine ulaşamamıştır. Bunun en önemli nedenlerinden biri, kuşkusuz bölgenin uzaklığı ile dikkat ve etki alanımız dışında kalmış oluşudur. Bölge ülkeleri ile ticarette genel olarak, iletişim eksikliği, firmalarımızın bu ülkelerin piyasaları ve tüketici eğilimleri hakkında yeterli bilgiye sahip olmamaları, standartlarda uyumsuzluklar, bölge ülkelerindeki ithal ikameci politikaların bir sonucu olarak yüksek vergi oranları gibi problemler yaşanmaktadır. Ayrıca, bu bölge, yoğun ticari ilişkilerimiz olan ve şartlarını iyi bildiğimiz Avrupa ülkeleri ve Amerika pazarlarından oldukça farklı özelliklere sahiptir.

Bölge ülkeleri ile Türkiye arasındaki ticari ilişkilerin geliştirilmesini teminen, Avustralya, Bangladeş, Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC), Endonezya, Filipinler, Güney Kore, Hindistan, Malezya, Pakistan, Sri Lanka, Tayland, Vietnam ve Yeni Zelanda ile KEK mekanizması kurulmuştur.

Ayrıca, ülkemiz ile Avustralya, Bangladeş, ÇHC, Endonezya, Güney Kore, Hindistan, Japonya, Malezya, Pakistan ve Singapur arasında ÇVÖA; Bangladeş, ÇHC, Endonezya, Filipinler, Güney Kore, Hindistan, Japonya, Malezya ve Pakistan ile YKTKA; Bangladeş, Japonya, ÇHC, Avustralya, Güney Kore, Hindistan, Malezya, Pakistan, Vietnam, Tayland, Endonezya ve Filipinler ile Ticaret Anlaşmaları imzalanmıştır.

Öte yandan, Japonya, ÇHC, Güney Kore, Hindistan, Malezya, Endonezya, Filipinler ve Pakistan ile İş Konseyleri mevcut olup Avustralya ile de İş Konseyi kurulması öngörülmektedir.

Dolayısıyla, bölge ülkeleri ile ekonomik ve ticari ilişkilerin hukuki zeminin büyük ölçüde hazırlanmış olduğu söylenebilir.

Dipnotlar
1 Daire Başkanı, Ekonomik İşler Genel Müdürlüğü, Dışişleri Bakanlığı.