21.Yüzyıl Uluslararası İlişkilerinde Zirveler
21.Yüzyıl Uluslararası İlişkilerinde Zirveler

A.Asım ARAR - Esra SARIOĞLU


Başlarken...

Diplomasi 21. yüzyıla hızlı başladı. 2000'li yıllara girilmesiyle birlikte sık sık bir araya gelen liderler yeni yüzyılın uluslararası ilişkilerine yeni hedefler doğrultusunda yön vermeye çalışıyorlar. Zirve toplantılarının sonuçlarına hızla bir göz atıldığında hedeflerin aynı olduğunu saptamak hiç de zor değil. Yeni dönemde dünyayı fakirlikten, salgın hastalıklardan ve çatışmalardan kurtarmak; artık hayatın bir gerçeği olarak algılanan küreselleşmeden olumsuz etkilenen ülkelere şans tanımak ve demokratik bir ortamda, insan haklarına saygılı biçimde yaşam standartlarını yükselterek, terörü kaynağında yok etmek.

Sıra bu hedeflere varmak için düşünülen stratejinin tesbitine geldiğinde, hele hele zirve hazırlıkları sırasında, bu stratejinin ayrıntılarına girilmeye başlanırsa, iş zorlaşıyor. Kronikleşmiş sorunların şekillendirdiği, değişmesinden korku duyulan zihniyetler arasındaki çatışmanın ne denli gerçek olduğu anlaşılıyor. Liderlerce cesaretle cesurca saptanan hedeflere varmanın, cesur politika ve uygulamalar gerektirdiği ortaya çıkıyor.

Şimdi uluslararası ilişkilere hız kazandırması sözkonusu bu zirvelere biraz daha yakından bakalım.

Konumuz, amaçları saptayan Binyıl Zirvesi, fakirlikten kurtulmanınönemli aracı ticaretin önünü açmayı öngören Dünya Ticaret Örgütü Doha Bakanlar Toplantısı, kalkınmanın ne şekilde finanse edileceğine ilişkin Monterrey BM Kalkınmanın Finansmanı Uluslararası Konferansı ve kalkınmanın sürdürülebilir olmasına çabalayacak Johannesburg Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi. Bunların hepsi birbiriyle bağlantılı ve karşılıklı etkileşime açık toplantılar.

BİNYIL ZİRVESİ

Göreve başladığından bu yana aktif çalışma programını hiç aksatmadan sürdüren BM Genel Sekreteri ANNAN'ın önerisiyle, 55. Genel Kurul, "Binyıl Genel Kurulu" adı altında düzenlendi. Bu Genel Kurul sırasında 6-8 Eylül 2000 tarihleri arasındaki üç gün boyunca da "21. yüzyılda BM'nin rolü" temalı "Binyıl Zirvesi" yapıldı.

Son yıllarda düzenlenen en üst düzeyli ve en geniş katılımlı zirve konumundaki Binyıl Zirvesine tam 99 devlet ve 47 hükümet başkanı ile 2 de prens iştirak etti. Tabiatıyla, üye devletler arasında, pek çok ikili ve çok taraflı sorun hakkında diyalog kurulmasına da hizmet eden Zirve'de, sonraları sıklıkla duyacağımız, "Binyıl Bildirgesi" de onaylandı. Bu bildirge, yazımızın giriş bölümünde sözü edilen hedefleri saptarken, 21. yüzyıl uluslararası ilişkilerinin ne kadar geniş bir alanı kapsayacağının da açık bir göstergesi. Nitekim Bildirge, yalnızca hedefleri içermiyor fakat bu yüzyılda uluslararası gündeme hakim olması gereken değer ve ilkeleri de sıralıyor. Yani, özgürlük, eşitlik, dayanışma, hoşgörü, doğaya saygı ve ortak sorumluluk. Bildirgenin ana bölümleri ise, barış, güvenlik ve silahsızlanma; kalkınma ve yoksullukla mücadele; ortak çevrenin korunması; insan hakları, demokrasi ve iyi yönetişim; güçsüz kesimlerin korunması; Afrika'nın özel ihtiyaçlarının karşılanması ve BM'nin güçlendirilmesi şeklinde tesbit edilmiş. Orta vade olarak kararlaştırılan 2015 yılına kadar amaçlanan hedefler ise şöyle: günlük geliri 1 doların altında olan insanların ve açlık çekenlerin oranının yarı yarıya azaltılması; cinsiyet ayırımı yapılmaksızın bütün çocukların ilk öğretim imkanına kavuşturulmaları; kız ve erkeklerin bütün düzeylerdeki eğitim imkanlarına eşit şekilde ulaşmalarının sağlanması; doğumda ölenlerin 3/4, beş yaşın altındaki çocuk ölümlerinin ise 2/3 oranında azaltılması; HIV/AIDS'in yayılmasının, ayrıca sıtma ve diğer temel bulaşıcı hastalıkların durdurulmuş ve sürecin tersine çevrilmiş olması; temiz içme suyu bulamayan insanların oranının yarı yarıya azaltılması. Gecekondularda yaşayanların en az 100 milyonunun yaşam standartlarının belirgin şekilde yükseltilmesi için konan tarih ise, 2020.

Binyıl Bildirgesi'ndeki ana bölümlerden insan hakları ve demokrasinin güçlendirilmesine yönelik olanının başlığına "iyi yönetişim" olgusunun da eklenmiş bulunması önemli. Zira ileri de göreceğimiz gibi, bu olgu giderek, özellikle hür siyasi ve ekonomik sistem sahibi zengin devletlerin, dar gelirlilere yardım sağlamalarının olmazsa olmaz bir şartı haline gelmek üzere. Yukarıda bahsettiğimiz, zihniyet çatışmalarının alanlarından biri de bu işte. Zenginler bu konuda israrlı davrandıkça, muhatapları da dikkatleri başka yöne çekmek istiyor.

147 devlet ve hükümet başkanı ve toplam 189 BM üyesi ülkenin ortak taahhütleriyle oluşan Binyıl Bildirgesi hedeflerinin kağıt üzerinde kalmaması, uygulanması ve uygulamanın izlenmesi için de bir "Yol Haritası" mevcut. Diğer bir deyişle, Harita, hedefe ulaşmaya yönelik potansiyel faaliyet stratejisinin ana hatlarını belirliyor. Binyıl Bildirgesi'nin her bir başlığının pratiğe dönüştürülmesi için alt hedefler ve amaçlar belirlenmiş. Yine yukarıda değindiğimiz cesur politika ve uygulamaları gerektiren unsurlar bu uzun belgede kayıtlı. Nitekim, öyle olmasaydı, bu alt hedef ve amaçların her ülkede ve uluslararası düzeyde iyi yönetişimi, mali ve ticari sistemlerde saydamlığı, ayırımcı olmayan bir ticari ve mali sistemi savunan bölümleri, Doha'da, Monterrey hazırlık sürecinde ve günümüzde de Johannesburg hazırlıkları sırasında yeniden tartışmaya açılıp, bunca zaman almazdı. Ancak, Yol Haritası'nın ayrıca bir de izleme mekanizması öngörüyor olması ve hedeflere ulaşmada kaydedilen ilerleme ya da başarısızlıkların dönem dönem rapor edileceğini kaydetmesi ve Binyıl Bildirgesi'nin başarısı için uluslararası örgütlerle, devletlerin ve özel sektörle, sivil toplum örgütlerinin dayanışmasının gerektiğini vurgulaması tüm ilgili sektörleri kucaklayan, cesaret verici bir yaklaşım.

2000 yılının bu önemli Zirvesi kapanırken, Binyıl Bildirgesi'nin, fakirliği ve açlığı yenmek, uluslararası ticareti daha eşitlikçi ve daha serbest kılmak gibi unsurlarını görüşecek, belki de geçen yıla damgasını vuracak başka bir önemli toplantının, Dünya Ticaret Örgütü'nün Doha Bakanlar Konferansı'nın hazırlıkları çoktan başlamıştı.

DTÖ DOHA BAKANLAR TOPLANTISI

Basit bir ifadeyle, zenginlerle fakirler arası ilişkiler manzumesi içinde sık sık gündeme gelen resmi kalkınma yardımları ile özel yabancı sermayenin, uluslararası ticari faaliyetlere ivme kazandırmaksızın yeterli olamayacağı anlaşılmış durumda. Bunu artık eskinin merkezi plânlamacı, şimdinin ise "geçiş dönemindeki ekonomileri" de kabul ediyor.

Bir başka kabul gören olgu da, Cenevre'de eski Ticaret ve Tarifeler Genel Anlaşması (GATT) binasında bir süredir etkinliklerini sürdüren DTÖ'nün uluslararası ticareti düzenlemek ve yönlendirmekte merkezi konumda olduğu. Dolayısıyla anılan örgüt bünyesinde alınan kararların Binyıl Bildirgesi'nin amaç ve hedefleriyle yakın ilgisi var.

9-13 Kasım 2001 tarihleri arasında Doha'da gerçekleştirilen DTÖ Bakanlar Toplantısında GATT'tan miras kalan 12 alanda müzakerelerin başlaması kararlaştırıldı ve tamamlanmaları için bir de takvim belirlendi: 1 Ocak 2005.

Bu alanlar, başlıkları itibarıyle, "Uruguay Round" anlaşmalarından arda kalan uygulama konuları; çevre; yatırım; rekabet; kamu alımları; sanayi ürünlerinde tarife indirimleri ve tarife dışı engellerin kaldırılması; ticaretin kolaylaştırılması; coğrafi işaretler; anti-damping; sübvansiyonlar ve bölgesel ticaret anlaşmalarını içeren DTÖ kuralları ve Anlaşmazlıkların Halli Sistemi.

Bu alanlarda, "Kalkınma Gündemi" gibi özellikle GYÜ'lerin kulağına hoş gelecek bir tema altında müzakere sürecinin başlatılmış olması Binyıl Bildirgesi'yle tutarlı gözüküyor ve çoğu ülkeye umut veriyor.

Uzun süredir hem haksız rekabete yol açan, hem de bilhassa Akdeniz'e sahildar AB ülkelerinde kaldırılma rivayetleri dahi sosyal hoşnutsuzluklara neden olan tarım ihracat sübvansiyonlarının tedricen iptali hedefinin, Bakanlar toplantısı sırasında Birliğin israrlı itirazına rağmen kabul edilmiş olması, şüphesiz ileri bir adım.

Toplantıdan çıkan somut bir sonuç da, "Ticaret Bağlantılı Fikri Mülkiyetler Anlaşması" çerçevesinde bazı esnekliklerin karara bağlanması. Böylelikle özellikle Gelişme Yolundaki Ülkelerdeki (GYÜ) kamu sağlığını yakından ilgilendiren ve AIDS, tüberküloz, sıtma gibi salgın hastalıkların tedavisinde kullanılan patentli ilaçların üretim ve temininin daha ucuza malolması bekleniyor. Bu sonuç, başta Afrika olmak üzere birçok GYÜ'yü tatmin etmenin ötesinde, salgın hastalıklarla mücadeleyi öngören Binyıl Bildirgesi içeriğiyle de örtüşüyor.

Salt Türkiye açısından değerlendirildiğinde de kötümser olmaya gerek yok. Başlatılmış bulunan yeni müzakere turu ek ticaret imkânları yaratabildiği takdirde Türkiye'nin dünya ticaretindeki ortalama %0.75'lik payının da artış göstermesi beklenebilir. Tabiatıyla, Çin gibi belli sektörlerdeki önemli rakibimizin DTÖ'ne bu son toplantıda üye olduğunu ve ticari bağlamda bunun daha fazla çalışmamızı gerektireceğini hatırda tutmakta yarar var.

Başlarken küreselleşmeyi hayatın bir gerçeği şeklinde değerlendirmiş olmamız bazı çevreleri kızdırabilir. Halbuki Çin'in kendi iradesiyle uluslararası ticari sistemin dışında daha fazla kalamayacağına karar vermesi bunun açık kanıtı. Çin üyeliği ve Rusya'nın da bir süre sonra DTÖ çatısı altına gireceği doğrultusundaki beklenti, Örgüt çerçevesinde uluslararası ticaret sistemine ve küresel ekonomiye entegrasyonun son yılların öncelikli bir tercihi haline geldiğine işaret etmektedir.

Doha Bakanlar Toplantısı'nın sonuçlarının sıcağı sıcağına hissedildiği ilk aşamanın, Meksika'nın Monterrey kentinde 18-22 Mart 2002 tarihlerinde düzenlenen BM Kalkınmanın Finansmanı Uluslararası Konferansı olduğu rahatlıkla söylenebilir.

KALKINMANIN FİNANSMANI ULUSLARARASI KONFERANSI

Binyıl Bildirgesi'nde yeralan tüm unsurların amacı mutlu bir insanlığı, istikrarlı bir kalkınma ortamına kavuşturmaksa, bunun için gerekecek maddi imkanların nasıl ve nereden bulanacağı geçerli bir soru. Son iki günü devlet ve hükümet başkanları düzeyinde gerçekleşen Monterrey Konferansı ve zirvesinin yanıt oluşturmaya çalıştığı soru da buydu.

Esasen, "kalkınmanın finansmanı" sürecini Binyıl Bildirgesi'ne bağlamak pek doğru olmaz. Bu süreç, aslında, sosyal ve ekonomik gelişmenin çevreyle uyumlu olması ve kaynakların optimum kullanımının gelecek nesillerin de gelişmelerine olanak verecek şekilde sağlanması şeklinde kısaca tarif edilen "sürdürülebilir kalkınma" kavramı ortaya atıldıktan bu yana yapılan taahhütlerin mali karşılıklarının nereden ve nasıl bulunacağına ilişkin müzakerelerin bir yansıması. Sözkonusu müzakerelerde, GYÜ'ler, resmi kalkınma yardımlarını (ODA) vazgeçilmez bir unsur olarak sürekli vurgulamışlar, gelişmiş ülkeler de, ODA'ların önemini gözardı etmemekle birlikte, "iyi yönetişim" üzerinde durarak sürdürülebilir kalkınma için birincil sorumluluğun ilgili ülkenin uhdesinde olduğunu savunmuşlardır.
Kalkınmanın finansmanı süreci içerisinde Monterrey'in önemi, gelişmiş ülkelerin, Konferans'a, 11 Eylül sonrasında ortaya çıkan konjonktürde, az gelişmişliğin ve uluslararası ekonomik sistemden dışlanmışlığın terörün yeşermesine elverişli bir zemin hazırladığı ve GYÜ'lerin zenginlerin maddi katkıları olmadan fakirlik zincirini kıramayacakları bilinciyle katılmalarında, GYÜ'lerin ise, "iyi yönetişim" olgusunu yerleştirmeden, gelişmişlerden yardım sağlamanın bundan böyle mümkün olamayacağını idrak etmeye başlamalarında yatmakta..

IMF ve Dünya Bankası başta olmak üzere uluslararası finans sistemi içinde yeralan kuruluşların, Dünya Ticaret Örgütü'nün, iş dünyasının en üst düzey yöneticilerinin, Monterrey çatısı altında, hem gelişmiş, hem de gelişmekte olan dünyadan devlet temsilcileriyle biraya gelmeleri yeni bir bakış açısını yansıtabilir. Keza, resmi kalkınma yardımlarının önemli ölçüde arttırılacağının Konferans'ın zirve bölümünde ABD adına bizzat Başkan BUSH, AB adına da Komisyon Başkanı PRODI tarafından açıklanmış olması bu bakımdan önemli bir gösterge niteliğinde.

Kalkınmanın Finansmanı Uluslararası Konferansı'nın zirve bölümünde onaylanan "Monterrey Mutabakatı", Binyıl Bildirgesi ve Dünya Ticaret Örgütü Bakanlar Toplantısı Sonuç Bildirisi'nden sonra, 21. yüzyıl uluslararası ilişkilerine ışık tutma amacı güden üçüncü siyaset belgesi.

"Monterrey Mutabakatı" taslağı hazırlanırken yapılan müzakereler, aynı zamanda, gelişmiş ve gelişme yolundaki dünyalar arasında küreselleşme olgusuna yaklaşım farklılıklarını ve hatta bu konudaki zihin bulanıklıklarını da sergiledi. Esasen, "Monterrey Mutabakatı" metninin incelenmesinden, hazırlık sürecindeki tartışmalar ne olursa olsun, Konferans'tan küreselleşme lehine sonuç alındığı ortaya çıkmakta. Nitekim, Mutabakat metni, liberal pazar ekonomisinin iç ve dış kaynakları harekete geçirici sistem olduğunu, kalkınmanın finansmanı için en önemli kaynağın ticarette yattığını, yabancı sermayenin bunun anahtarı oldu ğunu, yabancı sermayeyi çekmek için öncelikle iyi yönetişime ve iç pazarları cazip hale getirecek alt yapı yatırımlarına ihtiyaç bulunduğunu işleyen unsurlardan oluşmakta.

Kalkınmanın finansmanı için en önemli kaynağın ticarette yattığının ve uluslararası ticaretin kalkınmanın motoru olduğunun bu şekilde teyidi, DTÖ'nün bir önceki başlık altında değinilen etkinlikleriyle yakından bağlantılı. Nitekim, DTÖ Genel Müdürü de Monterrey'in Zirve bölümünde yaptığı konuşmada ticaretin serbestleştirilmesinin gelir getirmedeki önemi üzerinde durarak, Dünya Bankası'nın bir çalışmasına atıfla, ticaretin önündeki tüm engellerin kaldırılmasının küresel düzeyde 2.8 trilyon ABD dolarlık bir gelir artışına neden olacağını ve 2015 yılında 320 milyon insanın fakirlikten kurtulmasını sağlayacağını belirtti. İşte Binyıl Bildirgesi'nin fakirlikle mücadeleye dair hedefi ve bu hedefin gerçekleşmesi için gerekli sürdürülebilir kalkınmanın finansmanı açısından ticaretin işlevi arasındaki bağa canlı bir örnek. Ve işte, 21. yüzyıl uluslararası ilişkilerine yön vermek amacıyla düzenlenen zirvelerin birbirini tamamlayıcı nitelikte olduklarının kanıtı.

Türkiye açısından incelendiğinde, kalkınmanın dünyanın gündemindeki en önemli konulardan biri olduğunu ilân eden "Monterrey Mutabakatı"nın, buna, ülkemizin de tercihi olan serbest piyasa düzeni dahilinde ulaşılmasını öngörmesi herhalde olumlu karşılanmalı. Bunun yanında, Mutabakat metninin, kalkınmanın sadece piyasa işleyişine bırakılamayacak kadar önemli olduğunu, dolayısıyla, özel politika ve stratejilerle desteklenerek sürdürülebilir konuma getirilmesi gerektiğini de içermesi ve bu meyanda kalkınma politikalarını ülkelerin kendi mülkiyetlerine bırakması da olumlu.

Mutabakat metniyle ilgili bir önemli husus da, bunun, mali kaynak aktarımını düzenleyen hukuki bağlayıcılığı haiz bir belge olmayıp, kaynakların kalkınmaya yönlendirilebilmesi için finansman konusuna, araçlarına ve kurumlarına önümüzdeki dönemde nasıl bir yaklaşım benimseneceğini, ilgili tüm tarafların mutabakatını almak suretiyle ortaya koyan bir belge olması.

İlkeleri tesbite yönelik Binyıl Zirvesi ve ticaretin önünü açarak fakirliğin azaltılmasına çaba sarfeden DTÖ Bakanlar Toplantısından sonra, üçüncü aşamayı teşkil eden Monterrey BM Kalkınmanın Finansmanı Uluslararası Konferansı, daha önce de belirtildiği gibi, maddi kaynakların nasıl ve nereden bulunacağına yanıt aranan bir etap oldu. Bu toplantılarda varılan sonuçların sürdürülebilir bir kalkınmaya ne şekilde dönüştürülebileceği, önümüzdeki yaz sonunda Johannesburg'da yapılacak Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi'nin konusu.

DÜNYA SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA ZİRVESİ

Milyarlarca doların kalkınmayı desteklemek üzere taahhüt edildiği Kalkınmanın Finansmanı Uluslararası Konferansı'nın başarısı Ağustos ayında yapılacak olan Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi açısından da büyük önem taşımakta. Şimdi üzerinde uzlaşma sağlanması gereken konu, bu yeni kaynakların sürdürülebilir kalkınmayı geliştirmek üzere nasıl kullanılacağı.

Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi, diğer adıyla Johannesburg Zirvesi, 26 Ağustos - 4 Eylül 2002 tarihlerinde Güney Afrika Cumhuriyeti'nin Johannesburg kentinde düzenlenecek..

Yaklaşık 65.000 kişilik katılımın beklendiği Zirve'nin temel hedefi bundan on yıl önce Rio de Janeiro'da düzenlenen 1992 Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı'nda alınan kararların ulusal, bölgesel ve küresel düzeyde uygulanmasında elde edilen başarıları ve başarısızlıkları ve karşılaşılan sorunları değerlendirmek ve sürdürülebilir kalkınmayı gerçek anlamda hayata geçirmek için somut kararların alınmasını sağlamak olarak özetlenebilir.
Bu noktada, 1992 Rio Konferansı'na kısaca bir gözatmak gerekir. 172 ülkenin katıldığı ve 108 ülkenin Devlet ya da Hükümet Başkanı düzeyinde temsil edildiği Konferans, gerek katılım, gerekse kapsadığı konuların çeşitliliği açısından öncesindeki Birleşmiş Milletler konferanslarından çok farklı bir görüntü sergilemişti. Rio Konferansı dünyanın dikkatini ağırlığı gittikçe daha fazla hissedilen çevre ve kalkınma sorunlarına çekerek "sürdürülebilir kalkınma" konusunu uluslararası topluluğun gündemine koymayı başardı. Sözkonusu Konferans sonucunda, Biyolojik Çeşitliliğin Korunması ve İklim Değişikliği konularında iki küresel sözleşme ve Ormanların Korunmasına Dair İlkelerin yanısıra çevre ve kalkınmanın bütünleştirilmesine yönelik ilkeleri sıralayan bir Bildiri (Rio Çevre ve Kalkınma Bildirisi) ve bu ilkeleri hayata geçirmeyi hedefleyen, 21. yüzyılın "Eylem Planı" niteliğindeki Gündem 21 tüm Birleşmiş Milletler üyesi ülkeler tarafından kabul edilmişti. Nitekim, Rio Konferansı'nın etkileri, 1992'yı takip eden yıllarda düzenlenen birçok diğer BM konferanslarında da hissedildi. İnsan hakları, nüfus, sosyal kalkınma, kadın ve insan yerleşimleri konularında düzenlenen küresel konferanların tamamının sonuç belgelerinde sürdürülebilir kalkınma ve çevre konularına yer verildi.

Aradan geçen on yıllık dönemde gerek ulusal, gerekse bölgesel ve uluslararası düzeyde Rio kararlarının, özellikle Gündem 21'in, uygulanması yönünde adımlar atılmış olmakla birlikte, kaydedilen gelişmeler istenilen düzeylerde değil. Bir yandan yoksulluk artmaya devam ederken, öte yandan küreselleşmenin beraberinde getirdiği avantajlardan dünya nüfusunun çok sınırlı bir bölümü faydalanabildi. Siyasi irade ve ilginin eksikliği, iyi yönetişim ilkelerinin politika ve uygulamalara entegre edilememesi ve alışılagelen üretim ve tüketim kalıplarının değiştirilememesi çevresel tahribatın devam etmesine sebep oldu.

Bu on yıllık dönemde dünyanın ne denli hızlı ve ciddi bir değişim süreci geçirdiği herkesce malum. Bu sürece rağmen, "sürdürülebilir kalkınma" hedefi dünya gündeminde öncelikli yerini korumaya devam etti . Gündem 21 de kapsadığı alanlar ve içerdiği eylem önerileri açısından halâ geçerli olduğunu gözler önüne serdi.

İşte bu noktadan hareketle, BM Genel Kurulu'nun 55/199 sayılı kararı uyarınca, 2002 yılında Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi'nin düzenlenmesine karar verildi. Zirve hazırlıklarına ışık tutması amacıyla BM Genel Sekreteri tarafından yayınlanan 63 sayfalık rapor, son on yıllık dönemdeki ekonomik, sosyal ve çevresel eğilimleri değerlendirerek, Gündem 21'de yeralan hedeflere somut olarak ulaşılmasını teminen, uluslararası topluluğa on ana maddeden oluşan bir öneriler yelpazesi sundu.

Zirve'ye yönelik olarak 2001 yılında tamamlanan bölgesel hazırlık toplantıları, sonuçlarını, küresel hazırlık platformlarına taşıdı. 28 Ocak - 8 Şubat 2002 tarihleri arasında New York'da düzenlenen İkinci Hazırlık Komitesi toplantısında, bölgesel müzakerelerin sonuçlarının ve BM Genel Sekreteri Raporu'nun yanısıra, Gündem 21'in "Temel Toplumsal Gruplar" olarak tanımladığı kadınlar, gençler, hükümet dışı kuruluşlar, yerel yönetimler, işçi ve ticaret birlikleri, iş ve sanayi çevresi, bilimsel ve teknoloji topluluğu ve çiftçilerin Zirve'ye ilişkin görüş ve önerileri tartışıldı.

25 Mart-5 Nisan 2002 tarihlerinde, yine New York'da düzenlenen Üçüncü Hazırlık Komitesi müzakereleri ise, birbirleriyle rekabet eder, kimi zaman da çelişir görünen pek çok konuyu gündeme getirdi. Günlük geliri bir doların altında olan 1.2 milyar insanı barındıran yoksul ülkeler, Zirve'nin özellikle yoksullukla mücadele konusuna odaklanmasını isterken, kalkınmakta olan küçük ada ülkeleri kendilerini tehdit eden küresel ısınma ve deniz seviyesinin yükselmesi sorunlarına yolaçan üretim ve tüketim kalıpları konusuna ağırlık vermesini talep etti. Çevreciler dünyanın ekosistemlerinin korunması yönünde somut kararlar alınmasını beklerken, diğerleri ağırlığın daha çok sağlık, sosyal kalkınma, ekonomik büyüme, iyi yönetişim ve insan hakları konularına verilmesini önerdi. Bazıları daha güçlü uluslararası eylem gerekliliğinin altını çizdi, diğerleri ise, ağırlıklı olarak, ulusal düzeyde sorumluluk alınması gerektiğini vurguladı.

Johannesburg Zirvesi'nin sonucunda kabul edilmesi beklenen siyasi bildiri, eylem plânı ve ortaklık girişimleri belgelerine ilişkin teknik müzakereler devam ediyor. Sözkonusu belgeler 27 Mayıs - 7 Haziran 2002 tarihlerinde Endonezya'nın Bali adasında Bakanlar düzeyinde gerçekleşecek olan son Hazırlık Komitesi toplantısı ile nihai hallerini alacaklar.

Türkiye, bir yandan bölgesel ve küresel hazırlık sürecine aktif olarak katılım ve katkı sağlarken, öte yandan da Zirve'ye yönelik ulusal hazırlıklarını hızla sürdürmekte. Çevre Bakanlığı öncülüğünde oluşturulan ve Dısişleri Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (BMKP) Türkiye Ofisi'nin temsilcilerinin yeraldığı Koordinasyon Grubu, ulusal hazırlıkların belirlenen iş programı çerçevesinde yürütülmesinde önemli bir role sahip.

Ulusal hazırlık süreci, Türkiye öncelikleri çerçevesinde tesbit edilen altı temel konuda son on yılın bir değerlendirmesini yapmayı, başarıları ve sorun alanlarını tanımlamayı hedefliyor. Bu konular sırasıyla:

o Sürdürülebilir Kalkınma için İyi Yönetişim
o Sürdürülebilir Kalkınmada İş Dünyası ve Sanayi
o Yoksullukla Mücadele ve Sürdürülebilir Kalkınma
o Sürdürülebilir Kalkınma için Bilgi ve İletişim
o Biyoçeşitliliğin Korunması ve Sürdürülebilir Kalkınma
o İklim Değişikliği ve Sürdürülebilir Kalkınma

Ulusal hazırlıklar, resmi kuruluşların ve başta sivil toplum kuruluşları olmak üzere, yerel yönetimlerin, akademik çevrelerin, özel sektör ve medya gibi toplumun tüm kesimlerinin içinde yeraldığı ve katkıda bulunduğu katılımcı bir süreç çerçevesinde yürütülüyor.
Öte yandan, 1997 yılından bu yana Türkiye'de uygulanmakta olan Yerel Gündem 21 Programı halihazırda Zirve'de sunulacak "en iyi uygulamalar" arasında yerini almış bulunmakta. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (BMKP) ve Kapasite 21 Programı tarafından desteklenen ve merkezi İstanbul'da olan Uluslararası Yerel Yönetimler Birliği-Orta Doğu ve Doğu Akdeniz Teşkilatı (IULA-EMME) koordinasyonunda yürütülen Yerel Gündem 21 Programı halihazırda Türkiye'nin 50 kentinde uygulanmakta. Yerel sürdürülebilir kalkınma plânlarının katılımcılık ve ortaklık anlayışı çercevesinde geliştirilmesi ve uygulanmasını hedefleyen sözkonusu program pek çok diğer ülke için bir örnek teşkil ediyor.

Gectiğimiz Mart ayında Bolivya'da düzenlenen BMKP/Kapasite 21 Üst Düzey Yuvarlak Masa Toplantısı'nda yerel yönetişim ve kapasite geliştirilmesi konusunda dünyadaki en başarılı uygulamalardan biri olarak Türkiye Yerel Gündem 21 Programı sunuldu. BMKP tarafından Johannesburg Zirvesi hazırlıkları çerçevesinde düzenlenen sözkonusu toplantıda sürdürülebilir kalkınmada ulusal ve yerel kapasitelerin güçlendirilmesinin önemi bir kez daha vurgulanarak, Kapasite 21 Programı'nın Johannesburg Zirvesi sonrasında üstleneceği role ilişkin bir dizi karar alındı.

Bitirirken....

Yukarıda 21. yüzyıl uluslararası ilişkilerine yeni bir ivme kazandırmak amacı güttükleri belirtilen bu zirvelerin hedeflerine ulaşıp ulaşamayacakları zamanla belli olacak. Ulusal uygulamalar zirve hedefleri açısından önemli bir gösterge. Şurası da bir gerçek ki, hedefler gelişmiş dünyayı dahi zorlayacak nitelikte. Gelişme yolundakilerin tek başlarına taahhütleri yerine getirmelerini beklemek fazla iyimserlik olur. O halde, bu zirvelerin en önemli ortak işlevi, kuzey ve güneyi biraraya getirerek uygun bir işbirliği platformu yaratmakta yatıyor.