SAYIN BAKANIMIZ: Değerli basın mensupları, ülkemizden ayrıldıktan sonra ikinci günde dördüncü ülkeyi ziyaret ediyoruz. Bildiğiniz gibi Pazar günü sabah Ankara’dan ayrıldık ve önce Irak’ta Erbil ve Bağdat’ta temaslarda bulunduk. Irak’taki siyasi krizin çözülmesi ve Hükümet kurma çalışmalarının tamamlanabilmesi için elimizden gelen katkıyı yapmaya çalıştık. Irak’taki bütün siyasi liderlerle görüştük, hala süreci yakından takip ediyoruz ve ümit ediyoruz ki bütün bu çabalarla Irak’taki dost ve kardeş bütün siyasi gruplar bir Hükümet kurma modeli üzerinde anlaşırlar. Bugün de benim bu çerçevede bazı telefon görüşmelerim oldu. Yakinen takip ediyoruz. Erbil toplantısı sonrasında ortaya çıkan durumu değerlendiriyoruz. Bu konudaki gayretlerimizi artırarak sürdüreceğiz. Irak’tan sonra bildiğiniz gibi Birleşik Arap Emirlikleri’nde de temaslarımız oldu. Daha sonra Suudi Arabistan’a geçtik, dün akşam ve bugün geç vakit sabaha karşı İtalya’ya geldik.
Bu benim Dışişleri Bakanı olduktan sonra İtalya’ya yaptığım ilk resmi ziyaret. Ancak bunun yanında önemli bir ilki daha gerçekleştirdik. Diplomatik ilişkilerimizin 50. yılında bir Türk Dışişleri Bakanı olarak bugün Vatikan’ı ziyaret ederek, Vatikan’da Sayın Mombarti ile, ki Vatikan’ın sistemi içinde Dışişleri Bakanı’dır, ilk kez görüştüm. Sayın Büyükelçimiz ile birlikte görüştük. Son dönemde Türkiye-Vatikan ilişkileri gerçekten süratle gelişiyor. Bu sene içinde Vatikan’la birçok görüşme yapıldı. Ayrıca, tabiri caizse, birçok ortak kültürel faaliyete imza atıldı. Bundan sonra da daha sık görüşülmesi konusunu ele aldık. Bu görüşmelerde Vatikan’la Türkiye arasındaki ikili ilişkiler dışında özellikle dini ilişkilerin, hoşgörünün önem kazandığı Balkanlar’da ve Ortadoğu’daki siyasi sorunları ele almaya çalıştık. Müslüman, Katolik, Ortodoks kitlelerinin iç içe, bir arada yaşadığı ülkelerde ve bölgelerde nasıl bir işbirliği yapılabileceği, buralarda dini hoşgörünün artmasıyla barışa nasıl katkıda bulunulabileceği konularını ele aldık. Ayrıca küresel ölçekte kültürel ve dini gerilimlerin azaltılabilmesi için, artması muhtemel ırkçılık veya dışlayıcı çalışmalara karşı neler yapılabileceği konusunu da ele aldık. Sayın Mombarti ile yaptığımız görüşmeden çok istifade ettim. Bundan sonra da temaslarımızı sürdüreceğiz, kendisinin de Türkiye’yi ziyaret etmesi öngörülüyor.
Daha sonra bildiğiniz gibi, takip ettiğiniz gibi Türk-İtalyan Forumu’nu gerçekleştirdik. Yedincisi yapılan bir forumdur. Türkiye ve İtalya kurumsallaşmış ikili ilişkilere sahip. Bu kurumsallaşmanın, belki de en güzel göstergesi Türk-İtalyan Forumu’nun yedincisini gerçekleştirmemizdir. Bu forum dışında, Medya Forumu var, Sivil Toplum Forumu var ve Hükümetler arasında zirve toplantıları var. Böylece çok kapsamlı bir alanda faaliyette bulunuyoruz. İtalya’yla siyasi diyalogumuz mükemmel seyrediyor. İtalya’nın Avrupa Birliği üyeliğimize verdiği destek takdire şayandır. Ayrıca, ekonomik ilişkilerde de bildiğiniz gibi, çok ciddi bir atılım içindeyiz.
Türk İtalyan Forumu’nda, Türk ve İtalyan değerli entelektüellerle, işadamları ile bir araya geldikten sonra İtalya Dışişleri Bakanı Sayın Franco Frattini ile bir öğle yemeğinde bir araya geldik. Bu öğle yemeğinde ikili ilişkiler dışında, özellikle AB-Türkiye ilişkilerinde bundan sonra sürecin hızlanabilmesi için yapılması gerekenleri, atılması gereken adımları ele aldık. Biz bu çerçevede üç konunun altını çizdik:
Birincisi, teknik müzakerelere hız kazandırılması ve bu çerçevede fasılların açılması önündeki siyasi engellerin kaldırılmasıdır. Bu konuda İtalya tam destek veriyor.
İkincisi, Türkiye ile AB arasındaki stratejik diyalogun yoğunlaşmasına paralel olarak üst düzey siyasi diyalogun da artırılması.
Üçüncüsü de, vize rejimi konusunda İtalya’nın desteğinin sağlanması. Kendisinin de basın toplantısında çok açık bir biçimde ifade ettiği gibi, İtalya bu konuda bize tam destek veriyor. Geri Kabul Anlaşması’na paralel olarak Türkiye’nin önündeki vize engelinin tümüyle kalkması ve Schengen vizesi çerçevesinde tam anlamıyla vize liberalizasyonu konusunda destek vereceklerini ifade ettiler. Ben de bu konuda Türkiye’nin deyim yerindeyse sözcüsü olmalarını rica ettim. Fark ettiğiniz gibi, ilk sözcülüğü de basın toplantısında gayet iyi bir biçimde gerçekleştirdi. Biz bu konuda İtalya’nın tutumuna güveniyoruz.
Yine bu görüşmelerde bölgesel alanlara, özellikle Ortadoğu’daki gelişmelere yoğunlaştık ve bu konuda birlikte atılabilecek adımları da gözden geçirdik, karşılıklı olarak fikir alışverişinde bulunduk. İtalya son dönemde Ortadoğu’da daha aktif olma çabası içinde. Biz de İtalya ile özellikle Akdeniz havzasında, Ortadoğu’da ve Balkanlar'a yürüttüğümüz işbirliğine büyük önem veriyoruz. Ayrıca önümüzdeki hafta biliyorsunuz G-20 Zirvesi var. G-20 Zirvesi bağlamında her iki ülke de G-20 üyesi olduğu için Sayın Başbakanlarımızın orada yapabilecekleri teması da konuştuk. BM reformu üzerinde durduk. Dolayısıyla kapsamlı bir istişare imkânı bulduk. Bu basın toplantısından sonra da İtalya Cumhurbaşkanı Sayın Napolitano tarafından kabul edileceğim. Onunla da Türk-İtalyan ilişkilerini bu perspektifte değerlendireceğiz.
SORU: Efendim, ben Vatikan’daki görüşmenizle ilgili olarak merak ettiğim iki tane detay soracağım. Burada genel olarak Monsenyör Padovese cinayetiyle ilgili olarak basından da arkadaşlar bizi sıkıştırıyorlar. Bu konu gündeme geldi mi, ne konuşuldu? İkincisi de Vatikan’ın Irak’taki Hristiyanlarla ilgili bir talebi, işbirliği talebi ya da önerisi oldu mu?
SAYIN BAKANIMIZ: Çok teşekkürler, gayet yerinde sorular. Ben daha muhatabım Sayın Mombarti açmadan Padovese cinayeti konusunda duyduğumuz üzüntüyü ifade ettim, çünkü gerçekten bizim için her insanın canı, hayatı kıymetlidir ve her kayıptan büyük üzüntü duyarız. Bu hele de bir dini yetkili, bir ruhban olunca üzüntümüz daha da artar. Ayrıca, Sayın Padovese Türkiye’nin de dostu olan, Türkiye’ye de hep sıcak davranmış bir insandı. Dolayısıyla bunu Türkiye’nin de kaybı olarak gördüğümüzü kendisine ifade ettim. Kendisi de bu konuda Türkiye’nin takınmış olduğu tutumu takdir ettiklerini ifade ettiler. Biz de hukuki sürecin en etkin şekilde işletilmesi konusunda hassas olduğumuzu vurguladık.
Irak konusunda ise, geçtiğimiz hafta içinde Irak’ta Keldani Asuri kilisesine yapılan saldırıdan ve orada hayatını kaybedenlerden büyük üzüntü duyduğumu söyledim. Gerçekten de eğer Bağdat’ta vaktim olsaydı o kiliseyi ziyaret etmek istiyordum, ama gece bire kadar görüşmeler sürdü, vaktimiz olmadı. Bu konuda Bağdat asırlar boyu, 10. Yüzyıl’da bile dini hoşgörünün olduğu bir şehir olmuştu. Dolayısıyla bu hoşgörünün sürmesi, Irak’ta sürmesi çok önemlidir. Bu konuyu da ele aldık. Kendisi de bu konudaki tutumumuz dolayısıyla teşekkür ettiler.
Bizim için dini özgürlükler ve dini hoşgörü hem çağdaş bir değerdir hem de kadim kültürümüzde olan bir değerdir. Dolayısıyla onun muhafazası önemli. O bakımdan görüşlerimizi paylaştık. Ayrıca Sayın Büyükelçimize huzurlarınızda teşekkür etmek istiyorum. Gerçekten Vatikan’da gördüklerim Sayın Gürsoy’un çok etkin bir şekilde bütün Vatikan yetkilileriyle temas halinde olduğu, çok önemli bir mesafe alındığıdır. Türkiye ile Vatikan ilişkileri de bu anlamda son bir sene içinde ciddi bir mesafe katetmiştir. Bu çok önemli, çünkü birçok alanda önemlidir Vatikan. Vatikan’ı sadece bir dini, kurumsal yapı ve sadece buradaki 44 bin metrekarelik bir alan gibi görmemek lazım. Dünyada 1,5 milyara yaklaşan bir Katolik nüfusun temsilcisi olarak değerlendirdiğinizde, bu anlamda birçok bölgede de Müslümanlarla Hristiyanlar arasındaki diyaloglarda, bu diyalogların uluslararası barışa yaptığı katkıyı gördüğünüzde, bu ilişkilere ivme katma gerekliliği, zarureti var. Dolayısıyla ben zaten bilinçli olarak arkadaşlara da buraya gelmeden önce mutlaka böyle bir ziyareti gerçekleştirmeyi gerekli gördüğümü söylemiştim. Bundan sonra da bu temasları artırarak sürdüreceğiz.
SORU: Efendim İran için ikinci soru olacak aslında; ama biraz önce yanıtladınız İngilizce basın toplantısında tekrar rica etsek acaba; 5+1’le İran’ın Türkiye’de buluşması konusunda Türkiye’nin tutumu ne olacak?
SAYIN BAKANIMIZ: Biliyorsunuz bu konuyu yakından takip ediyoruz ve geçen sene Takas Anlaşması çerçevesinde yoğun bir diplomasi yürütmüştük, neticesinde biliyorsunuz Tahran’da bir bildiri yayınlanmıştı. Daha sonra da Sayın Muttaki ve Sayın Amorim ile birlikte İstanbul’da bir üçlü toplantıda “eğer bu anlaşma, bu bildiri hayata geçirilirse İran’ın bütün zenginleştirme faaliyetini durduracağı” şeklinde İran Dışişleri Bakanı’nın bir açıklaması olmuştu. Yaptırımların artmasına rağmen, o günden bugüne adım adım yürüyen olumlu bir hava var. Özellikle BM Genel Kurulu marjında P5+1’in çok doğru ve olumlu bir çağrısı oldu. Bir an önce müzakerelere başlama talebinde, çağrısında bulundu. Biz de İran tarafında her düzeyde bu telkinleri tekrar ettik. Sayın Cumhurbaşkanımız, Sayın Ahmedinejad’la da New York’ta görüşmüştü. Ondan sonra Sayın Ashton, Sayın Celili’ye bir mektup gönderdi. Ona mukabil olarak İran da bir cevap verdi ve görüşmelere hazır olduklarını ifade ettiler. Bu cevabın gönderildiği günlerde, Özel Temsilci’yi Türkiye’ye göndererek görüşlerimizi aldılar. Biz de bir an önce bu görüşmelerin başlamasının taşıdığı önemi vurguladık. Kendileri bu toplantıların İstanbul’da yapılmasını tercih edeceklerini ifade ettiler. Biz de bundan memnun olacağımızı ancak her iki tarafın da bunda mutabık kalmasının önemli olduğunu söyledik. Bu arada İran’dan yeni bir açıklama geldi. Biz bir an önce müzakerelere başlanmasına yönelik bu açıklamayı memnuniyetle karşılıyoruz.
Biraz önce söylediğim gibi, yerin önemi ikincildir. Önemli olan, ciddi bir şekilde bu diplomatik müzakerelerin başlaması ve gerilimin düşürülmesidir. Ardından da barışçıl teknolojiye ulaşımı tamamıyla mümkün kılan, hiçbir sınırlama getirmeyen, ama nükleer silaha ulaşımı imkânsız kılan bir perspektiften bu müzakerenin yürütülmesini gerekli görüyoruz. Türkiye’de olmasını her iki taraf da tercih ederse, bundan büyük bir memnuniyet duyarız. Bu sürecin başarılı olması için, bütün imkânlarımızı seferber ederiz, ama herhangi bir gerekçeyle başka bir yerde yapmayı düşünürlerse de; dediğim gibi bizim için sürecin kendisi önemlidir. Biz ev sahipliğine hazırız, ama başka bir yerde de olsa da önemli olan onun başarısına katkıda bulunmaktır. Böyle bir tercih olursa, yine katkı vermeye devam ederiz.
SORU: 15 Kasım diye bir tarih telaffuzu geldi ama kesin olup olmadığı…
SAYIN BAKANIMIZ: Resmen bize intikal eden böyle bir tarih yok. Ancak, bu gece ve yarın muhtemelen bu gece geç vakit ya da yarın Sayın Ashton’la bir görüşmem olacak ve İran’la da gerekirse temaslarda bulunacağız. Eğer böyle bir tarih bize iletilirse dediğim gibi, onun gereğini biz Türkiye olarak yaparız.
SORU: Arife günü gibi spekülasyonlar yapılıyor. Bayram’da da devam…
SAYIN BAKANIMIZ: Arife günü barış günüdür. Bizim dinimizde barışa ulaşılacaksa, tatil düşünülmez. Yani, tatil mefhumu da o anlamda yoktur. O günde milyonlarca insan Arafat’ta barış için dua ediyor olacak. Dolayısıyla olmaması için bir gerekçe yok, ama o değil de başka bir gün olursa da, ki bize ulaşmış bir bilgi yok, biz elimizden gelen katkıyı yaparız. Başka bir yerde olursa da yaparız. Yani bu Türkiye’de olmazsa, Türkiye buna katkı vermez şeklinde bir anlayış yok. Bizim için önemli olan müzakerelerin en doğru şekilde seyretmesidir.
SORU: Sayın Bakan, başından beri Türk tarafı olarak bu uranyum ile ilgili olarak sürdürülen çalışmaların bir nevi nükleer müzakereler için güven arttırıcı önlem, kolaylaştırıcı bir kanal olarak görülmesi gerektiğini söylediniz. Sabah 17 Mayıs Anlaşması’ndan sonra hemen yaptırımların onaylanmasını kaçırılmış bir fırsat olarak değerlendirdiniz. Şimdi süreçte bir olumlu hava var, nükleer müzakereler sözkonusu. Bu durumda 17 Mayıs Anlaşması’nı da hala masada var sayabilir miyiz? Ya da işte çeşitli tehdit, birtakım eleştiriler oldu. Buna göre revize edilmesi sözkonusu olabilir mi bu vesileyle?
SAYIN BAKANIMIZ: Şimdi zaten BM Genel Kurulu marjında P5+1’in yaptığı açıklamaya bakarsanız, orada takas anlaşması diye, takas alışverişi diye bir atıf var zaten 17 Mayıs Bildirisi’ne. Dolayısıyla P5+1 de hiçbir zaman bunu reddetmedi. Sadece bunun kapsamlı görüşmelere bir aşama teşkil ettiğini söyledi. Biz de öyle düşünüyoruz. Oradaki fark hangisinin önce olacağıydı, yani P5 takas anlaşması mı önce olacak, sonra P5+1’le kapsam müzakerelerine mi gidilecek, yaptırımlar ne zaman devreye girecek? Buradaki ihtilaf konusu açıkçası bir “sequence”, bir sıralama konusu. Biz doğrusu önce takas anlaşmasıyla ortaya çıkan olumlu havanın üzerine bu takasın gerçekleşmesi, o olumlu hava üzerine kapsamlı görüşmelere geçilmesi ve dolayısıyla diğer alternatiflerin sonra değerlendirilmesi kanaatindeydik, ama öyle veya böyle bugün geldiğimiz noktada her ikisi de masadadır. Zaten P5+1 de, İran da bu takas anlaşmasının geçerli olduğunu söylüyor. Yalnız o görüşmeler P5+1’le yapılmayacak biliyorsunuz; yani takas görüşmeleri Viyana grubuyla yapılacak.
SORU: Efendim bugün malum AB İlerleme Raporu açıklandı ya da açıklanıyor. İşte daha önce taslaktan edindiğimiz bilgilere göre, anayasa reformu övülüyor, fakat Türkiye’deki azınlıklar, özellikle dini azınlıkların zorunlu din derslerine sokulduğu ile ilgili bazı ifadeler var. Sizin yürüttüğünüz dış politikadan övgüyle bahsediliyor. Bu çerçevede siz Türkiye’nin İlerleme Raporu’nu AB karnesi olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
SAYIN BAKANIMIZ: Şimdi İlerleme Raporları’nı biz çok ciddiye alırız ve her zaman ciddiyetle değerlendiririz. Bu 13. İlerleme Raporu. Dolayısıyla doğru bir zeminde değerlendirmek gerekiyor. Nihayet İlerleme Raporu şöyle bir belge: Brüksel perspektifinden Türkiye’deki gelişmelerin değerlendirilmesi. Biz bu raporda Brüksel perspektifini de görürüz, ayrıca kendimiz açısından da nerelerde eksiklikler olduğu konusunda dışarıdan nasıl algılandığımızı da fark ederiz. Dolayısıyla bu bir resim çekmektir. İlerleme Raporu bir resim çekmektir. Şimdi bu resmin içinde bizim tabii paylaştığımız unsurlar, renkler de var, paylaşmadığımız renkler de var. Anayasa reformundan övgüyle bahsedilmesi ve Türkiye’ye yeni bir sivil anayasa gerekliliği vurgusunda bulunulması çok olumludur, bizim de benimsediğimiz bir görüştür. Dolayısıyla bunun çok olumlu olarak kaydedilmesi gerekir. Türkiye’de reformların devam ettiğini, ama daha fazla reform yapılması gerektiği görüşü de doğrudur. Biz hiçbir zaman “reform süreci tamamlandı, eksikliklerimiz bitti” demedik. Bu noktada yapılan analiz de doğrudur. Ancak bu reformların, bu özlü reformların hangi süreçte ve nasıl, hangi perspektiften gerçekleşeceği konusunda tabii ki Ankara ve Brüksel arasında bakış açılarında nüanslar olabilir, ama temel hedefte bir farklılık olmaz.
Doğrusu dış politika konusunda yapılan vurgu da önemlidir. Bu esas olarak sadece Türkiye’nin dış politikasına yapılan bir övgü değil, aynı zamanda aslında AB perspektifinden, Brüksel perspektifinden Türkiye’nin dış politikasını, aktif dış politikasını eksen kayması olarak değerlendirenlere verilen en açık ve net cevaptır. Bu durum, biz söylediğimizde farklı değerlendiriliyor, ama AB objektif olarak bunu tespit ediyor ve Türkiye’nin aktif politikasının çevreye istikrar ihraç ettiğini ve bunun ileride de AB üyesi olduğunda Türkiye’nin AB’ye büyük bir değer katacağını söyleyerek, bu dış politikanın doğruluğunu tescil ediyor. Bu dolayısıyla bizim hem katıldığımız, hem de Türkiye’nin ekseni konusunda tartışma gündemi oluşturanların, dikkatle okumasını ümit ettiğimiz bir tespittir.
Bizim bu raporda doğrusu, en fazla sükut-u hayale uğradığımız ya da Brüksel perspektifinden raporu adil görmediğimiz husus, Kıbrıs’la ilgili değerlendirmelerdir; çünkü Kıbrıs konusunda hem Türkiye hem de KKTC şu ana kadar o derece esnek ve o derece kararlı bir politika takip etmiştir ki, bu konuda BM Genel Sekreteri’nin Özel Temsilcisi Sayın Downer da bunu teslim etmiştir. Buna rağmen, Türkiye’nin veya Türk tarafının hala, Kıbrıs Türk tarafının daha aktif desteğinin vurgulanması ihtiyacı, bence doğru bir tespit olmamıştır. Burada tabii ben tüm bu hususları basından bize intikal eden bilgiler çerçevesinde kalarak belirtiyorum. Yani basına, sizlere intikal eden bilgilere dayanıyorum - ki bu bilgiler ne hikmetse bizden önce basına intikal ediyor. Sizler demek ki daha iyi çalışıyorsunuz. Bu noktada Türkiye, Kıbrıs konusunda üzerine düşeni yapmıştır, yapmaktadır. Önemli olan AB’nin bu konuda belli bir benzer İlerleme Raporu’nu GKRY’ye de verip ondan belli taleplerde bulunması önem taşımaktadır. Onlarınki tabii İlerleme Raporu olmayacak, ama artık bir talepler listesini ve beklentiler listesini, karşı tarafın önüne de koyma zarureti var, yoksa bu değerlendirmeleri tek taraflı görürüz.
SORU: Efendim bir yılın daha sonuna doğru yaklaşıyoruz. 2 Kasım’da ABD’de Kongre seçimleri yapıldı biliyorsunuz. Bu kez çoğunluk Cumhuriyetçiler’e geçti. Ermeniler de artık yeni yılın başında bu sözde soykırım tasarısını yeniden Kongre’ye getirmeye hazırlanıyorlar. Süreç donmuş durumda. Süreci hızlandıracak bir açılım var mı ya da İsviçre mesela halen perde arkasından da olsa görüşmeler sürüyor mu? Ocak ayına kadar ya da en nihayetinde Nisan’a kadar yapmamız beklenen belli atılımlar var mı acaba? Yoksa sadece Ermenistan tarafından mı…
SAYIN BAKANIMIZ: Bir kere şunu bir tespit olarak söylemek lazım; Amerikan Kongresi’ndeki birtakım çalışmalar veya girişimler sebebiyle biz Türkiye ile Ermenistan arasındaki normalleşme sürecini başlatmadık. Yani bu iki olay arasında bağ kurmamak lazım. Bu iki olay arasında bağ varsa, ancak olumlu bir bağ vardır. Yani birinin olması diğerine olumlu tesir eder, özellikle normalleşme süreci. Ancak, bunu bir tehdit unsuru gibi telakki ederek, sanki “Kongre’de bu tür şeyler gündeme geliyor, ne yapılacak” gibi düşünmemek lazım. Biz, Kongre’de ne olursa olsun, olumlu ya da olumsuz girişimler ne olursa olsun, Ermenistan’la ilişkilerimizi normalleştirmeye kararlıyız. Ancak, aynı şekilde Güney Kafkasya’ya barış getirilmesi konusunda da kararlıyız. Bu iki kararlılık birbiriyle çelişmez ve işgal edilen Azerbaycan toprakları konusunda bir çözüm bulunmasıyla Türkiye’nin Ermenistan ile arasındaki ilişkileri normalleştirmesi, bu anlamda bir bütüncüllük ifade eder. Bu çerçevede, biz temaslarımızı sürdürürüz, sürdürmeye devam edeceğiz. Ümit ederiz ki, diğer alanlarda olduğu gibi, diğer komşularımızla olduğu gibi Ermenistan’la da ilişkilerimiz normalleşme dışında en üst düzeye de çıkar. Ancak bunun olabilmesi için de tabii Ermenistan’ın kendi komşularıyla ve hem Türkiye’nin hem Ermenistan’ın komşusu olan Azerbaycan’la ilişkilerini de uluslararası hukuka uygun şekilde ve işgal altında tutulan toprakları terk etmek suretiyle bir sağlam zemine oturtulabilir.
Teşekkürler.