Dr. Mustafa DURAN
1- Küresel Dengesizlik
Küresel dengesizlikler son yıllarda üzerinde en çok tartışılan temel ekonomik sorunlar arasında yer almaktadır. Uzman ve politikacıların çoğu küresel dengesizliklerin bugünün ana ekonomik sorunlarından biri ve geleceğin ekonomik istikrarı için önemli bir tehdit unsuru olduğu konusunda hemfikirdirler. Uluslararası mal, hizmet ve sermaye piyasalarının her geçen gün daha fazla entegre olmaları ülkelere ve tüm dünyaya sayısız yarar getirmesinin yanı sıra bir takım ekonomik ve sosyal dengesizlikleri de beraberinde getirmiştir.
Mal ve sermaye hareketlerinin uluslararası alanda dağılımında meydana gelen dengesizlikler zamanla kaygı verici bir ekonomik sorun haline dönüşebilmektedir. Dünyanın bir tarafında yatırım, üretim, istihdam, büyüme ve sermaye birikimi artarken, diğer tarafında tüketim, sermaye açığı ve borçlar artmaktadır. Küresel ekonomik eğilim her ülkeyi bir şekilde etkilese de ortaya çıkan dengesizliklerden yoğun olarak pay alan ve dünya ekonomisinde ağırlığı olan ülkelerdeki yansımaları daha güçlü olmaktadır. Dengesizliklerin bir tarafında cari açığı giderek artan ABD, diğer tarafında cari fazlası artan Almanya, Japonya, Çin ve petrol ihracatçısı ülkeler ön plana çıkmaktadır.
Dünya ekonomisini şekillendiren dengesizliklerin boyutu ve sürekliliği birden çok faktör tarafından belirlenmektedir (Geithner 2006). Bunlar, reel ve potansiyel büyüme oranları arasındaki farklar, finans ve üretim piyasalarının açıklık oranı, yürürlükteki kur sistemi, kamunun borçlanma gereği, finansal piyasaların gelişmişlik düzeyi, sosyal güvenlik sisteminin kapsamı, gelecekle ilgili risk ve beklenti algılamaları gibi ana faktörlerdir.
Mevcut durumla ilgili kaygılar genel olarak paylaşılmakla birlikte, küresel dengesizliğin nedenleri ve çözümüne dönük politikalar üzerinde derin görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Uzman ve politikacıların konuya bakışlarında iki farklı yaklaşım göze çarpmaktadır. Dengesizlikler: 1- Yanlış yönetilen makro ekonomi politikalarından kaynaklanmaktadır. 2- Ekonomik yapıya uygun olarak piyasa oyuncuları tarafından alınan bilinçli ve tercihli kararlardan kaynaklanmaktadır. Bir başka açıdan, 1- Küresel sermaye hareketleri piyasa aktörlerinin sermayelerini en yüksek getiriyi elde edeceği yere yatırım yapmaları sonucudur. 2- Hükümetlerin veya merkez bankalarının uyguladıkları döviz kurları aracılığıyla oluşan politik tercihler sonucudur. Bu iki temel yaklaşıma göre sorunun tanımı ve çözüm önerileri çeşitlenmektedir.
2- Küresel Trend
Küresel çapta üç ana eğilim dikkat çekmektedir (Remsperger 2006). 1- Dünya ticaret hacmi son 20 yılda ekonomik büyümeden iki kat daha hızlı büyümüştür. 2- Üretim küreselleşmiştir. Ülkeler arası yatırımlar artmış, uluslararası tedarik zinciri yaygınlaşmış, firmaların küresel perspektif alabilmeleri kolaylaşmış ve ulusal sınırlar önemini yitirmiştir. 3- Finansal piyasalar küreselleşmiştir; her geçen gün uluslararası piyasalara daha fazla ülke entegre olmakta ve uluslararası finansal hareketlerin hacmi artmaktadır.
Yukarıda sayılan eğilimlerin ülkelere yansımaları farklı olmuştur. Sermayenin ve ticaretin dağılımında yaşanan eşitsizlikler ülkeler ve bölgeler arası bir takım dengesizliklere yolaçmıştır. Uluslararası ekonomik faaliyetlerdeki son 20 yıllık trend incelendiğinde sermaye ithal eden ülkelerde bir yoğunlaşma göze çarpmaktadır. En fazla sermaye ithal eden ilk 5 ülkenin toplam içindeki payı 1995’de yüzde 57 iken, 2005’de 87’ye yükselmiştir. Sermaye hareketlerinde en büyük değişim ABD’de yaşanmıştır. ABD küresel alanda hareket eden sermayenin 1995’de yüzde 33’ünü alırken, 2005’de bu oran yüzde 70’e yükselmiştir. Bir başka önemli değişim Çin’de yaşanmıştır. Çin’in 1995 yılında küresel çapta ortaya çıkan cari fazla içindeki payı sadece yüzde 0,5 iken, 2005 yılında bu oran yüzde 17’ye yükselmiştir.
Asya ve Orta Doğu ülkeleri başta olmak üzere gelişen ekonomilerin sermaye ihracatındaki ağırlığı artış eğilimindedir. Gelişen ekonomiler 1998’de 50 milyar dolar cari açık verirken, 2006 itibariyle 660 milyar dolar civarında cari fazla vermeleri beklenmektedir (IMF 2006).
1996 yılında, Asya’da 22 ülkenin 17’si açık verirken, 1998’de 19 Latin Amerika ülkesinin tamamı ortalama yüzde 4,5 cari açık vermiştir. 2005 yılında ise, Asya ülkeleri büyük oranlarda fazla verirken, Latin Amerika bölgesi -bir kaç küçük ülke dışında - genel olarak cari fazla vermeye başlamıştır. Cari açığı görece yüksek ve sermaye hareketlerine duyarlı olan ülke gurupları bazı Orta Avrupa ve Doğu Avrupa ülkeleri ile bağımsız devletler topluluğu ülkelerinde görülmektedir. Bu gurupta bulunan 25 ülkenin 21’i yüzde 5–6 civarında görece yüksek ve kalıcı cari açığa sahiptir.
AB’ye yeni giren ülkelerde sabit sermaye yatırımlarındaki artış nedeniyle cari açık düzeyleri yükselmiştir. Estonya, Litvanya, Romanya, Bulgaristan gibi ülkelerde cari açık oranı çift rakamlara yükselmiştir. Ancak, bu ülkelere giden doğrudan yabancı yatırım miktarı da yüksektir. Çek Cumhuriyeti, Polonya ve Slovakya gibi ülkelerde doğrudan yabancı yatırımların miktarı cari açıktan daha fazladır. Diğer birçoğunda ise, cari açığın yarıdan fazlası doğrudan yabancı yatırımlarla finanse edilmektedir. Türkiye de AB süreci ve hızlı ekonomik büyümeden kaynaklanan görece yüksek cari açık oranına sahip olmakla birlikte, 2006 yılı itibariyle, cari açığın yaklaşık 2/3’ü doğrudan yabancı sermaye ile finanse edilmiştir. Dolayısıyla, bu ülkelerde cari açık oranının yüksek olması kısa ve orta vadede kaygı verici bir risk olarak görülmemektedir (ECB 2006).
1990’lı yıllarda, aşağı yukarı dengeli olan ABD cari açığı bu tarihten itibaren istikrarlı bir şekilde artış eğilimine girmiştir. Buna mukabil Japonya, Çin ve diğer gelişen Asya ülkeleri 1997 Asya krizinden itibaren önemli ölçüde cari fazla (400 milyar dolar 2005) vermeye başlamışlardır. Petrol ihraç eden ülkeler ise petrol fiyatlarında yaşanan artışa paralel olarak cari fazla (350 milyar dolar 2005) vermeye başlamışlardır.
Küresel finansal sistemde göze çarpan bir başka gelişme döviz rezervlerinde yaşanmaktadır. Son dönemlerde, gelişmekte olan ülkeler geçmişte yaşadıkları finansal krizlerin de etkisiyle döviz rezervlerini güçlendirmeye dönük politikalar hedeflemişler ve başarılı sonuçlar almışlardır. 2006 yılı itibariyle, yıllık bazda gelişen ekonomilerin döviz rezervleri 666 milyar dolar artış göstermiştir. Dünya genelinde 5 trilyon dolar civarında döviz rezervi bulunduğu tahmin edilmektedir. Asya bölgesi küresel rezervlerden 2/3 pay almaktadır. Çin, 2006 yılında rezervlerini 247 milyar dolar arttırarak toplam 1,07 trilyon dolara yükseltmiştir. Asya bölgesinde 3,4 trilyon civarında olan döviz rezervinin 2010 yılına kadar 5 trilyon dolara yükselmesi tahmin edilmektedir. Döviz rezervleri hızla artan bir başka ülke grubu ise petrol ihracatçısı ülkelerdir. Bu ülkeler 2006 itibariyle döviz rezervlerini 750 milyar dolara yükseltmişlerdir.
3- Cari Fazla Veren Ülkeler
Cari açık veya fazla veren her ülkenin dinamiği birbirinden farklıdır (Report 2006). Almanya ve Japonya’da zayıf ekonomik performans görülürken, Rusya ve Çin’de yüksek büyüme oranı gerçekleşmiştir. Almanya’nın sermaye ihracı serbest piyasa koşullarında özel sektör davranışı olarak gerçekleşirken, Çin’in sermaye ihracının altında politik tercihler etkili olmaktadır. Japonya ve Almanya yüksek mali açık verirken, Rusya mali fazla vermektedir. Japonya ve Almanya’da iç yatırımların oranı düşerken, Çin ve Rusya’da artmaktadır. Bu ülkelerin hepsinin ortak özelliği ise iç tasarrufların yatırımlardan fazla olmasıdır. Benzer şekilde açık veren ülkelerde de farklı makro ekonomik parametreler görülmektedir.
Japonya: Düşük enflasyon ve düşük istihdam maliyetleri Japonya’nın rekabet gücünü arttırmıştır. Japon Merkez Bankasının döviz kurlarına yaptığı müdahalelerle Yenin görece değersiz tutulması, Asya bölgesinde yaşanan hızlı ekonomik büyüme ve yurt dışı yatırım gelirlerinin artması cari fazla oluşmasında belirleyici faktörler olmuştur. Japonya son yıllarda ticaret fazlasından daha çok yurt dışı yatırım geliri elde etmeye başlamıştır. Diğer taraftan nüfusun hızla yaşlanması Japonya’da tasarruf oranının artmasına yolaçmıştır. Ayrıca, 1990’lı yıllarda yapılan aşırı yatırımlar son yıllarda yatırım talebinin azalmasında etkili olmuş ve yatırım - tasarruf dengesi tasarruf lehine gelişmiştir. Ticaret ve cari fazla Japonya’nın ihracat odaklı geleneksel ekonomi politikasının doğal bir ürünü olarak değerlendirilmektedir. Japonya 2006’da 167 milyar dolar cari fazla vermiştir.
Almanya: Almanya’nın cari fazlası AB’nin gölgesinde kalarak dikkatlerden kaçmaktadır. AB genel olarak cari pozisyonda dengeli gözükmektedir. Açık veren diğer büyük AB ülkeleri (İspanya, İngiltere, Fransa) Almanya ve Hollanda gibi cari fazla veren ülkeler dengelemektedir. Almanya, 1990’lı yıllarda iki Almanya’nın birleşmesiyle birkaç yıl cari açık verirken, sonraki yıllar tekrar fazla vermeye başlamıştır. Almanya son dönemler uygulamaya koyduğu ekonomik programla küresel rekabet gücünü arttırmıştır. Emek ve üretim piyasalarında yaptığı reformlar istihdam maliyetinin düşürülmesinde etkili olmuş ve küresel rekabette güç kazanmıştır.
Bu süreç Almanya’yı ihracatta dünya liderliğine taşımıştır. İhracat Almanya’nın büyümesinin en önemli kaynağı (%30) konumuna gelmiştir. ABD ve Japonya gibi gelişmiş ülkelerde dış ticaret hacminin milli gelir içindeki oranı yüzde 25–30 civarında iken Almanya’da bu oran, 2006 yılı itibariyle, yüzde 84’e yükselmiştir. 2006 yılında ekonomi son dönemlerin en iyi performansını göstermesine rağmen ancak yüzde 2,5 büyürken, ihracat yüzde 14, ithalat yüzde 16,5 büyümüştür. 2006 yılında avro, dolar karşısında yaklaşık yüzde 12 değer kazanmasına rağmen Almanya 210 milyar dolar civarında ticarî fazla vermiştir.
Almanya’nın uzun süredir bütçe açığını kapatmaya dönük uyguladığı sıkı para ve maliye politikasının etkisiyle iç piyasada gelirler düşmüş ve talep daralmıştır. Yaşlanan nüfus tasarruf oranının artmasında temel nedenlerinden biridir. Gelişen ekonomilerdeki yatırımlardan kaynaklanan sermaye malı talepleri ve gelişen ekonomilerde gelir düzeyinin artmasından kaynaklanan otomobil talebi Almanya’nın ihracat artışını besleyen önemli iki faktördür. Ancak, uzun dönemde ihracata dayalı büyümenin sürdürülebilmesi küresel ekonominin seyrine bağlı kalmaktadır.
Çin: Çin 2006 yılında yüzde 10,7 büyümüş, 969 milyar dolar ihracat, 792 milyar dolar ithalat gerçekleştirmiş ve 177,5 milyar dolar ticaret fazlası vermiştir. Bir önceki yıla göre ihracat artışı yüzde 27, ithalat artışı yüzde 20, ticaret fazlasındaki artış yüzde 75 olmuştur. 2002 yılından bu yana Çin’in cari fazlası sürekli artış eğiliminde olmuştur. Çin’in cari fazlasının milli gelirine oranı yüzde 7’ye ulaşmıştır. Bu ciddi artışın altında birçok faktör yatmaktadır. 1990’lı yıllarda başlayan doğrudan yabancı yatırımlar Çin’in rekabet gücünün artmasında önemli bir etkendir. Bölge ülkeleri başta olmak üzere yabancı yatırımcılar Çini üretim üssü olarak değerlendirmişler ve Çin’in görece elverişli istihdam gücünden geniş ölçüde yararlanarak oldukça ciddi rekabet avantajı elde etmişlerdir.
Çin, Asya üretim zincirinin son halkasını oluşturmaktadır. Üretimden yaratılan katma değerden hangi ülkenin ne oranda yararlandığını tam olarak ölçmek mümkün olamamaktadır (Bown ve Crowley 2005). Çin’den gelen ithalatın bir kısmı diğer Asya ülkelerinden kaynaklanmaktadır. Japonya başta olmak üzere Kore, Tayvan ve Tayland gibi ülkelerde işlenen ürünler Çin’de nihai ürüne dönüşerek başta ABD ve AB olmak üzere dünyanın diğer ülkelerine ihraç edilmektedir. Japonya’nın ABD ticaret açığı içindeki payı 1987 yılında yüzde 34,8 iken, 2005 yılında yüzde 10’a düşmüştür. Çinin payı 1987 yılında yüzde 2 iken, 2006 yılında yüzde 28’e yükselmiştir. Bu gelişmenin altında yatan önemli nedenlerden biri, Japonya gibi diğer Asya ülkelerinin ihracata dönük üretimlerinin bir kısmını son dönemlerde Çin’e kaydırmış olmalarıdır.
Çin’deki aşırı yatırım, üretim kapasitesi ve yıllık ortalama yüzde 30 düzeyinde artan ihracat küresel ekonominin uzun süre taşıyabileceği bir yük değildir. Bu durum diğer ülkelerde üretim kaybı, işsizlik ve aşırı borçlanma gibi ciddi dengesizliklere yol açmaktadır.
Petrol Ülkeleri ve Rusya: OPEC ülkeleri ve Rusya gibi önemli miktarda enerji ihraç eden ülkeler artan enerji fiyatlarına paralele olarak cari fazla vermeye başlamışlardır. Bu ülkelerin biriktirdikleri fazla gelirleri yatırıma dönüştürmeleri küresel dengesizlikleri gidermede önemlidir. Ancak, kısa sürede bu ülkelerin kendi iradeleri dışında ve kalıcılığı şüpheli fiyat değişimlerinden kaynaklanan gelirlerinin tamamını yatırımlara dönüştürmesini beklemek pek makul ve pratik görünmemektedir.
4- ABD Cari Açığı
ABD resmi ve akademik çevrelerinin sorunun tanımı, nedenleri ve çözüm paketi üzerindeki görüşleri çeşitlidir. Resmi çevrelerin, soruna tüm dünyanın tersine “cari açık” yerine “net sermaye girişi” olarak bakma eğilimleri dikkat çekicidir (Report 2006). Ayrıca sorunun içsel nedenlerden ziyade dışsal faktörlere bağlanması çözümün ABD dışında aranmasına yol açmaktadır.
ABD küresel anlamda yaşanan cari dengesizliğin hem kaynağı hem sonucu olarak değerlendirilmektedir. ABD’nin küresel tasarruflar için cazip bir ülke olması tasarrufların Amerika’ya akmasına neden olmaktadır. Bu da Amerika’da tasarruf düzeyinin düşmesine, harcamaların ve cari açığın artmasına neden olmaktadır. Küresel büyümenin motoru olması Amerika’yı küresel sermayenin müşterisi konumuna getirmektedir. Ayrıca, Amerika’nın dünyanın diğer bölgelerinde gelir yaratılması sürecinde etkili olması, o bölgelerde cari fazla oluşmasında da etkili olmaktadır.
ABD cari açığını belirleyen temel faktörler; ekonomik büyüme, verimlilik artışı, küresel rekabetçilik gücü, elverişli yatırım ortamı, finansal piyasa büyüklüğü ve doların küresel para olarak üstlendiği roldür (Report 2006).
Küresel ticaret ve sermaye hareketlerinde yaşanan dengesizlik giderek ABD üzerinde yoğunlaşmaktadır. ABD cari açığı 2006 itibariyle 857 milyar dolar olmuştur. GSMH’nın yüzde 6,5’sına eşittir. Bu oran doların değerinde yüzde 30 (genel olarak) ila 50 (belli başlı döviz kurlarına karşı DM, Yen v.b) oranında yıpranmayla sonuçlanan 1985–87 dönemindeki yüzde 3,4’lük oranın neredeyse iki katıdır. Cari açığın finansmanı için, her iş günü, en az 4 milyar dolar dış dünyadan sermaye girişine ihtiyaç duyulmaktadır. Üstelik ABD, dış dünyada her yıl ortalama 0,5 ila 1 trilyon dolar civarında yatırım yapmaktadır. Toplam finansman ihtiyacı günlük 8 milyar dolar gibi astronomik bir rakama ulaşmaktadır (Bergsten 2007).
Geçmiş dönemlerde yaşanan krizlerle (1971–73, 1978–79, 1985–87, 1994–95) kıyaslandığında ABD ekonomisinin kırılganlığı artmıştır. 80’li yıllarda yaşanan krizlerde ABD kreditör konumdaydı ve ciddi miktarlarda doğrudan yatırım çekebiliyordu. 90’lı yıllarda dışarıdan borçlanmasının temel nedeni verimli yatırımlardaki artıştan kaynaklanmaktaydı. 2000’li yıllardan sonra ise tüketimi, konut yatırımlarını ve cari açığı finanse etmek amacıyla borçlanmaktadır. 2000’li yıllarda ABD’ye yıllık ortalama net 200 milyar dolar civarında doğrudan yabancı sermayeli yatırım gelirken, son yıllarda ABD net doğrudan yatırım ihracatçısı konumuna gelmiştir. 2006 yılı itibariyle, ABD net 65 milyar dolar doğrudan yatırım sermayesi ihraç etmiştir. Bu trend mevcut dengesizlikleri besleyerek gelecekte daha büyük problemlere zemin hazırlama potansiyeline sahiptir. Cari açığın doğrudan yabancı sermaye yatırımı gibi sağlam kaynaklardan ziyade neredeyse tamamının borçlanmayla finanse edilmesi ABD ekonomisini muhtemel tehditlere karşı daha kırılgan yapmaktadır.
Ayrıca, doların küresel bir para olma tekeli ilk kez ciddi bir rakiple karşı karşıyadır. Avro bölgesinin kısmen dengeli ekonomik yapısı Avro’ya olan uluslararası güveni her geçen gün arttırmaktadır. Avro bölgesinin ekonomik büyüklüğü ABD’nin gerisinde kalmakla birlikte, ticaret hacmi ve döviz rezervleri açısından daha büyüktür. Son yıllarda avro cinsinden bonolara, dolar cinsinden bonolardan daha fazla uluslararası talep gelmektedir. ABD finans piyasası (48 trilyon dolar), Avro bölgesi finansal piyasasından (27 trilyon dolar) daha büyüktür. Ancak, Avro bölgesi piyasası ABD piyasasına göre iki kat daha hızlı büyümektedir. Küresel çapta 14 trilyon dolar civarında dolara bağlı varlık olduğu hesaplanmaktadır. Bu varlıklar herhangi bir zaman diliminde bir başka para birimine dönüşebilecek özelliktedir (Bergsten 2007). Doların değerinde ciddi yıpranma ihtimalinin bulunduğu bir ortamda, güvenli bir alternatifin olması dolara bağlı varlıklar piyasasında aşırı oynaklık yaratabilecektir.
ABD cari açığının büyümesinin bir sonucu olarak yabancıların ABD kredi piyasası ve sermaye piyasası enstrümanlarındaki payı artmıştır. 1970’de kredi piyasasındaki payı sadece yüzde 2 iken bugün bu oran yüzde 14’e yükselmiştir. Benzer gelişme sermaye piyasasında da yaşanmıştır. 1990’larda yabancıların sermaye piyasası varlıklarındaki payı yüzde 4 iken, bugün yüzde 12’ye yükselmiştir (Dimitri 2006). Küresel sermayenin ABD’ye yönelmesinin altında yatan en temel neden, cazip ve zengin bir finansal piyasaya sahip olmasıdır. Özellikle, Asya bölgesinde Japonya’da faizlerin sıfıra yakın olması, Çin’de sermaye piyasasının yeterince gelişmemiş, zengin enstrümanlardan yoksun ve getiri oranlarının düşük olması gibi nedenler biriken tasarrufların ABD’ye yönelmesine yol açmaktadır.
Mevcut düzeyinde bile kalsa ABD cari açığı kendi ekonomisi ve dış politikası açısından kaygı verici riskler taşımaktadır. 2006’da, ABD’ye yönelen fonların yüzde 50’ye yakını orta doğu kökenli petrol ülkelerinden gelmektedir (ECB 2006). Ayrıca, ABD hazine bonolarına gelen talebin yüzde 60’ı (ağırlıklı olarak merkez bankaları olmak üzere) resmi müşterilerden oluşmaktadır. Son 20 yıllık dönemde, yabancıların ABD hazine bonolarındaki payı hızla artmıştır. 1985–2005 döneminde hazine borç stoku oluşmasında yabancıların katkısı yaklaşık yüzde 75’dir. 1985 yılında, hazine bonoları içindeki yabancıların payı yüzde 13,5 iken, 2005 yılında bu oran yüzde 50’ye yükselmiştir. 2006 Kasım ayı itibariyle, ABD hazine bonolarında Japonya’nın 637, Çin’in 347 milyar dolarlık varlığı bulunmaktadır. Bu trend, ABD’yi gerek iç açıkların gerekse dış açıkların finansmanında dışarıya daha fazla bağımlı yapmaktadır. Her ne kadar mevcut borç düzeyi şimdilik makul standartlarda görünse bile, orta vadede -mevcut açık düzeyinde ilave artışlar olmasa bile- hızla yükselme ihtimali bulunmaktadır (Bergsten 2007).
5- Muhtelif Senaryolar
Mevcut dengesizliklerin sürdürülebilirliğiyle ilgili olarak gerek akademik çevreler gerekse uluslar arası kuruluşlar tarafından birçok senaryo üretilmiştir. Dört farklı senaryo yaygın olarak kabul görmektedir. Birincisi, ABD cari açığı sürdürülemez boyutlara ulaşmıştır, ancak piyasa yumuşak bir düzeltme yapacaktır. İkincisi, cari açık sürdürülemez, piyasa sert düzeltecektir. Üçüncüsü, cari açık sürdürülemez, yumuşatmak için ülkeler arası ortak politika gereklidir. Dördüncüsü, cari açık sürdürülebilir, müdahaleye gerek yoktur.
Piyasanın Yumuşak Düzeltmesi: Ticaret ve sermaye hareketleri esas olarak ekonomik kurallar tarafından belirleniyorsa, düzenleyici mekanizma muhtemelen göreli fiyat ve miktar ayarlamalarıyla piyasa oyuncularının tercihleri doğrultusunda hareket edecektir. Bu durumda, politika önlemlerinin küresel ticaret ve sermaye hareketlerinin mevcut şeklinin değişiminde bir rol oynamayacaktır.
Piyasa temel olarak döviz ve faiz oranlarındaki değişiklikle düzeltme mekanizmasını işletecektir (IMF 2006). Bunun için çok ciddi politika geliştirmeye gerek bulunmamaktadır. Tek şart fazla veren ülkelerin, en azından mevcut düzeydeki faiz oranıyla, ABD varlıklarına yatırım yapmaya devam etmesidir. Bu senaryoya göre, ABD’de tasarruf oranı artacak, konut piyasasındaki talep azalacak, büyüme potansiyele uygun olarak yüzde 3 civarına düşecek, dolar yüzde 15 değer kaybedecek, iç talep daralacak ve 2015’e kadar ABD cari açığı yüzde 4’e düşecektir. Dış borçlar 2015’e kadar milli gelirin yüzde 55’ine, uzun dönemde ise yüzde 85’ine kadar yükselecektir.
ABD’de bu tür gelişmeler yaşanırken benzer gelişmeler, eş zamanlı olarak, özellikle Asya ekonomilerinde yaşanacaktır. Senaryoya göre, gelişen Asya’da üretim verimliliği düşecek, iç talep artacak, tasarruf oranı azalacak, döviz kurları yüzde 15 değerlenecek ve ortalama yüzde 5 civarında olan cari fazla 2015’e kadar yüzde 2’ye düşecektir. Asya ülkeleri yine ABD açığını finanse etmeye devam edecek, ancak finansmanın boyutu büyümeyecektir. Senaryoya göre, AB ülkelerinden genel olarak sürece katkı sağlayacak bir değişiklik beklenmiyor. Petrol ülkelerinde artan yatırımlar ve tüketim nedeniyle dış talep artacaktır.
ABD’de temel ekonomik göstergeler hala güçlü gözükmektedir. Uluslar arası piyasalarda henüz dolar dışında başka bir dövize kaçış gözükmemektedir. AB ve Japon ekonomileri uzun süren durgunluktan sonra giderek toparlanmaktadır. Ancak, sermayenin yönünü değiştirecek boyutta ve cazip yatırım enstrümanları sunmada yetersiz görünmektedirler. Bazı politik nedenler dışında merkez bankalarının dolar rezervlerini azaltma yönündeki girişimleri dışında genel olarak sert bir hareket beklenmemektedir. Bu göstergeler birçok çevrede düzeltmenin yumuşak ve zamana yayılacağı kanısını güçlendirmektedir.
Piyasanın Sert Düzeltmesi: Sonuçların hangi boyutta ve ne zaman ortaya çıkacağını önceden tam ve doğru olarak kestirmek mümkün değildir. Ancak, ABD’nin geçmiş tecrübeleri incelendiğinde cari açıkta kayda değer bir düzelme için dolarda ciddi değer kaybı kaçınılmazdır (Bergsten 2007). Hızlı ve yüksek oranlı bir kur düzeltmesinin dünya geneline yayılmasıyla fiyatlar ve faizler artacak, sermaye piyasaları düşecektir. Dünya ekonomisi yavaşlayacak ve muhtemelen durgunluk trendine girecektir. ABD’de cari açık muhtemelen yüzde 2 düzeyine çekilecek, faizler hızla yükselecek, fiyatlar artacak ve büyüme yüzde 1 düzeyine inecektir (IMF 2006).
Doların değerinde yüzde 10’luk bir düşüş ABD’de fiyatlarda yüzde 1 oranında artışa yol açtığı tahmin edilmektedir. Mevcut enflasyon düzeyi yüzde 2–3 iken 4–6 civarına sıçratabilecektir. Yüzde 5 düzeyinde olan faizler ise 7–8 civarına yükseltecektir. Daha olumsuz senaryolara göre, belki de çift rakamlı fiyat ve faiz oranları bile gündeme gelecektir. Yüksek risk durumunda ABD’de firma iflasları yaşanabilecektir. Risk primini yükselmesi finansal piyasalarda varlık fiyatlarının aşırı oynaklığa sürükleyecektir (Bergsten 2007).
Asya ülkelerinde ulusal paralar değerlenecek ve cari fazla 2010 yılına kadar eriyecek ve büyüme yüzde 4 düzeyine gerileyecektir. Avrupa ve Japonya gelişmelerden etkilenecek, ancak bu etki Asya’daki kadar şiddetli yaşanmayacaktır. Sert bir düzeltmenin küresel likiditeyi zayıflatmasından, üretim piyasalarına zarar vermesinden, sermaye piyasalarında uzun süreli bir durgunluğun yaşanmasından ve küresel çapta korumacı eğilimlerin gelişmesi gibi sonuçlar doğurmasından endişe duyulmaktadır (IMF 2006).
ABD cari açığı dünya milli hâsılasının yaklaşık yüzde 2’sine eşittir. ABD ekonomisinde meydana gelebilecek bir durgunluk dünyanın diğer ülkelerini ciddi oranda etkileyecektir. Gelişmekte olan ülkeler, başta ABD olmak üzere, büyük ekonomilerde yaşanan durgunluktan olumsuz etkileneceklerdir. Borçlanma imkânları azalacak, risk primleri ve maliyetler artacak, mali dengeler bozulacaktır. Özellikle ağırlıklı olarak ABD ve Çine ihracat yapan ülkeler ile borçlu ve yüksek cari açığı olan ülkeler dalgalanmadan daha fazla etkileneceklerdir.
Ortak Politikalarla Düzeltme: Birçok farklı ülkenin oluşturacakları ortak ekonomi politikalarıyla mevcut dengesizliklerin giderilmesi gerekmektedir. Bu senaryoya göre, cari açık ve fazla veren ülkelere farklı tedbirler hazırlanmaktadır. Asya ülkelerinde döviz kurlarının tedricen daha fazla esneklik sağlanması, iç tüketimin arttırılması, tasarrufların azaltılması ve finansal piyasaların geliştirilmesi yönünde politikalar uygulayacaklardır. ABD’de mali konsolidasyona gidilecektir. Bütçe açığının kapatılması için (2012 yılına kadar) harcamalar kısılacak, vergiler arttırılacaktır. Finansal yapının dengelenmesi bir yandan dış borçların azalmasına, bir yandan da iç sabit sermaye stokunun artmasına yol açacaktır. Bu gelişmeler küresel piyasada faiz oranlarının 25 base puan azaltacak ve büyüme dünya çapında devam edecektir (IMF 2006).
Avrupa ve Japonya’da yapısal reformlara devam edilmesi gerekmektedir. Özellikle üretim ve emek piyasalarında arzulanan reformların yapılması bu bölgelerin rekabet gücünü arttırarak ekonomik canlanma sağlayacak ve ABD’nin bu ülkelere ihracatını arttıracaktır. Ancak, AB ve Japonya’da ticarete konu olmayan sektörlerdeki bir iyileşme ABD cari açığının kapatılması için yararlı olabilecek, ticarete konu sektörlerde (tradable) yeni bir rekabet gücü ABD’nin aleyhine sonuçlar doğurabilecektir. Yine, petrol ve enerji ihraç eden ülkelerde yatırım ve tüketimin arttırılması bu senaryonun da temel varsayımlarından biridir.
Ortak politikalarla mevcut dengesizliklerin yumuşatılması açık ve fazla veren ülkelere çeşitli maliyetler yükleyecektir. Bu tür politikalardan sonuç alınabilmesi için her tarafın ortaya çıkacak muhtemel maliyetlere katlanması gerekecektir. Ancak, yüklenilecek maliyetler her durumda piyasanın yıkıcı bir düzeltmesinin meydana getireceği olumsuz etkilerin maliyetinden daha az olacaktır. Bu senaryoda, büyüme oranlarının kısmen düşmesi öngörülse de dünyanın yakaladığı genel iyileşmenin dengeli bir şekilde sürecek olması önemlidir. Bu senaryoya göre, 2015 yılına kadar ABD’nin cari açığı yüzde 1 düzeyine çekilecek, borçlanma oranı ise yüzde 40 civarında gerçekleşecektir (IMF 2006).
ABD Cari Açığı Sürdürülebilir: ABD yatırım fırsatları ve yatırımın karlılığı açısından gelişmiş Avrupa ve Japonya’dan daha avantajlıdır, hem de birçok gelişen ekonomiden daha güvenlidir. Üstelik ekonomik büyüklük olarak dünyanın en büyüğü olması (dünya toplam hâsılatının yaklaşık üçte birine sahip) ve dünyada ticarete konu menkul değerlerin yaklaşık yarısına sahip gelişmiş bir finans piyasası ile eşsiz üstünlüklere sahiptir.
Dünya çapındaki tasarruf miktarı her geçen gün artmakla beraber aşağı yukarı 8 trilyon dolar civarında olduğu tahmin edilmektedir. Yukarıda sayılan avantajları nedeniyle bu miktarın yüzde 10 ila 15’inin ABD’ye gelmesi sürpriz olmayacaktır. Yüzde 10’u bile gelse bugün çok yüksek olarak algılanan ABD cari açığını karşılayacaktır. Dolayısıyla, ABD uluslararası piyasalara cazip finansal enstrümanlar sunduğu sürece cari açığının uzun yıllar finansmanında bir sorun yaşanmayacaktır. Birçok analistin endişesinin aksine finansal piyasalarda ortaya çıkabilecek bir kriz, cari açığın tek başına neden olacağı bir kriz olmaktan ziyade, cari açığı yakın gelecekte elimine etmeye dönük yanlış politikalardan kaynaklanabilecektir (Cooper 2005).
ABD hazinesi tarafından yapılan araştırmalarda, yabancıların ABD varlıklarına yaptıkları yatırımların ABD’de faizleri baskı altında tuttuğuna işaret etmektedir. Bu sonuç doğruysa, endişe duyulması gereken asıl konu, gelecekte yabancıların varlıklarında ilave bir büyümeden veya yabancılara ödenen yatırım giderlerinde bir büyümeden ziyade uluslararası sermaye hareketlerindeki bir dalgalanmanın yanı sıra, döviz kurunda meydana gelebilecek bir düzenlemenin özel sonuçları ve bunun yatırımcı davranışlarına etkisi üzerinde yoğunlaşmalıdır (Geithner 2006).
2007 başı itibariyle, kayda değer bir olumsuz ekonomik gelişme gözlenmemektedir. Mart ayında başlayan finansal piyasalarda yaşanan dalgalanma kısa süreli, geçici, ılımlı ve sağlıklı bir düzeltme olarak değerlendirilmektedir. 2007 ilk dönemi verileri OECD ve IMF gibi kurumların olumlu beklentilerini doğrular niteliktedir. Çok beklenmedik radikal değişiklikler olmadığı takdirde, ABD cari açığının gelecek 2 yıl daha aynı oranda kalacağı, daha fazla derinleşmeyeceği ve genel olarak ekonomik büyüme trendinin devam edeceği yönündeki beklentiler güç kazanmaktadır (OECD 2006).
2006 yılı sonu itibariyle, ABD cari açığı artmaya devam etmekle birlikte geçen iki yıldaki artışa göre daha düşüktür. Önemli döviz kurlarına karşı doların değer yitirmeye başlaması, Avrupa ve Japonya’da yaşanan canlanma, reel faizlerin tarihinin en düşük düzeylerinde ve öngörülen ekonomik büyüme oranından daha düşük oranda seyretmesi, petrol fiyatlarının 60 dolar civarında dengelenmiş olması, ABD’de konut piyasasındaki soğuma ve ABD mali dengelerinin iyileşmesi olumlu beklentileri güçlendirmektedir. Bu çeşit gelişmeler ABD cari açığındaki artış hızının düşmesine, kolay finanse edilmesine ve küresel piyasalarda kısa vadeli sert bir düzeltme riskinin zayıflamasına işaret etmektedir. Ancak, petrol fiyatlarının yeniden tırmanışa geçmesi veya uluslar arası bir politik çatışma (ABD-İran) tüm olumlu beklentileri tersine çevirerek, biriken sorunları orta vadede daha ileri boyutlara taşıma riski bulunmaktadır.
Sonuç
Dünya üretim ve gelirin küresel çapta yeniden dağılımının yapıldığı ve yeni dengelerin (ve dengesizliklerin) oluştuğu bir süreçten geçmektedir. Küreselleşme süreci fırsatları ve riskleri ülkeler veya bölgeler arasında eşit dağıtmamakla birlikte, tek yanlı da dağıtmamaktadır. Bazı ülkelere ve bölgelere sağladığı avantajlar daha ağır basarken, diğer bazılarının dezavantajları ağırlaşmaktadır. Bu amaçla, trendden en azından olumsuz etkilenmemek ya da daha fazla yarar sağlamak için ülkeler arasında sert bir rekabet yaşanmaktadır.
Küresel çapta ortaya çıkan en bariz dengesizlik mal ve sermaye hareketlerinden kaynaklanan “cari açık” (veya fazla) pozisyonlarında oluşmuştur. Hangi oranda bir cari açığın sürdürülebilir olduğuna ilişkin akademik alanda, politik veya iş âleminde üzerinde uzlaşılan kritik bir değer bulunmamaktadır. Kritik olarak değerlendirilen eşikler çoktan aşılmış ve birçok klasik tez ortaya çıkan durumu analiz etmede yetersiz kalmıştır.
Dünyanın bir tarafı krize girerken diğer tarafı “güvenli liman” olma özelliğini yitirmiştir. Fırsatlarla birlikte riskler de küreselleşmiştir. Sermayenin kaynakları çeşitlenmiş, hareket hızı artmış, yönü değişmiştir. Uluslararası piyasaların artan entegrasyonu ülkelerin tek başına uyguladıkları makro ekonomi politikalarının gücünü ve etkisini zayıflatmıştır. Küresel risklere tepki verip sonuç alabilecek bir uluslararası yapı bulunmamaktadır. Ortaya çıkan durum, tek bir pazara doğru hızla ilerleyen dünyada küresel çapta makro politikaları tasarlayacak ve uygulayacak organizasyonları gerekli kılmaktadır.
Küresel ekonomik trendden kâr ve zarar eden ülkelerin ortak bir politika çerçevesinde uzlaşması kolay görünmemektedir. Geçen bahar aylarında ve bu yılın Mart ayında küresel piyasalarda yaşanan hafif şiddetli finansal türbülanslar tarafları ortak bir politikada uzlaşmaya zorlayabilir. Ortak politikaların uygulanamaması veya yetersiz kalması durumunda, benzer dalgalanmaların sıklığı ve şiddeti artarak küresel trendi hiçbir tarafın arzu etmeyeceği olumsuz bir yörüngeye sürükleyebilecektir.
Küresel likidite bolluğu son dönemlerde hemen her ülkede hissedilmiş, kredi maliyetlerinin azalması hane halkı, firma ve ülkelerin kredi (borç) kullanımını arttırmıştır. Risk primleri tarihin en düşük oranlarına inmiş, sermaye, emtia ve konut piyasaları tarihi rekorlar kırmıştır. Kredilerin geri dönüşünde yaşanacak bir aksama veya sermayenin yönündeki bir değişiklik, zincirleme etkisiyle tüm finansal piyasaları derinden sarsabilecek potansiyele ulaşmıştır. Bu denli aşırı dengesizliklerin ve hızlı finansal hareketlerin bulunduğu bir ortamda, piyasalar düzeltme için gerekçe bulmakta zorlanmayacaktır.
Dengesizliklerin sonsuza değin sürmesi ekonomi biliminin öngördüğü bir durum değildir. Ortaya çıkan dengesizlikler, zaman içinde ya dışarıdan bir müdahale ile veya piyasanın sert ya da yumuşak düzeltmesiyle bir şekilde dengelenecektir. Ancak, bu denli büyük dengesizliklerin kısa sürede giderilmesini beklemek aşırı iyimserlik olacaktır. Piyasanın çok sert bir düzeltme yapması durumunda bile dengesizlikler bütünüyle ortadan kalkmayacak, hatta başka birtakım yeni dengesizliklerin ortaya çıkması da gündeme gelebilecektir. Cari dengesizliklerin orta vadede yumuşatılması, bir taraftan ülke içi doğru makro politikaların uygulanmasına, bir taraftan da ülkeler arası işbirliğiyle oluşturulacak küresel bir ekonomi politikasının oluşturulmasına ve bu politikaların başarısına bağlı kalmaktadır.
Kaynaklar
- Bergsten, Fred C. (2007). “The Current Account Deficit and the US Economy” Peter G. Peterson Instıtute for International Economcs, http://www.petersoninstitute.org.
- Bernanke, Ben S. (2006). “Global Economic Integration: What’s New and what’s not?” Federal Reserve Bank of Kansas City’s Thirteenth Annual Economic Symposium, August 2006.
- Bown, Chad P. ve Meredith A. Crowley (2005). “The US Trade Deficit: Made in China?” 4Q/2005, Economic Perspective.
- Cooper, Richard N. (2005). “Living with Global Imbalances: A Contrary View”, Institute for International Economics, Number PB05-3, November 2005.
- Economic Report of the President (2006). The Annual Report of the Council of Economic Advisers, Washington.
- European Central Bank (2006). Finansal Stability Review, December 2006.
- Geithner, Timothy F. (2006). “Policy Implications of Global Imbalances”, Global Imbalances Conference, 23 January, London.
- Godley, Wynne ve Dmitry B. Papadimitriou (2005). “The United States and Her Creditors: Can the Symbiosis Last?” The Levy Economics Institute of Bard College.
- International Monetary Fund (2006). World Economic Outlook 2006, Washington DC.
- İssing, Otmar (2005). “Addressing Global Imbalances: The Role of Macro Economic Policy”, Symposium on Productivity, Competitiveness, and Globalization, Paris, 4 November 2005.
- Kennedy, Mike ve Torstein Slok (2005). “Structural Policy Reforms and External Imbalances”, Economic Department, Working Paper 415, OECD.
- Organization for Economic Co-operation and Development (2006). Economic Outlook, No: 80, November 2006, Paris.
- Papadimitriou, Dimitri B., Edward Chilcote ve Gennaro Zezza (2006). “Can the Growth in the U.S. Current Account Deficit Be Sustained? The Growing Burden of Servicing Foreign-Owned U.S. Dept”, The Levy Economics Institute of Bard College.
- Papadimitrious, Dimitri B., Anwar M. Shaikh, Claudio H. Dos Santos ve Gennaro Zerro (2005). “How Fragile is the U.S. Economy?” The Levy Economics Institute of Bard College. - Rajan, Raghuram G. (2006). “Financial System Reform and Global Current Account Imbalances”, AEA Meeting, Boston, 8 January 2006.
- Remsperger, Hermann (2006). “Global Imbalances and Policy Implications, Wilton Park Conference”, How Best to Promote Growth, Employment and Competitiveness in the European Union?, 9 May 2006, Eltville Germany.
- Roubini, Nouriel (2006). “Global Imbalances: Causes, Solution, and Risk of Disorderly Rebalancing” http://www.rgemonitor.com
- Smaghi, Lorenzo B. (2006). “European and Asian Perspectives on Global Imbalances”, Beijing, 12-14 July 2006.
- The World Bank (2006). Global Economic Prospect 2007: Managing the Next Wave of Globalization, Washington DC.
- UNCTAD (2006). Trade and Development Report.