Simla Yasemin Özkaya (*)
Endüstrinin hızla gelişmesi, insanoğlunun yaşam düzeyinin yükselmesini sağlarken, doğal dengelerin giderek bozulmasına da neden olmaktadır. Sürdürülebilir olmayan sosyal ve ekonomik kalkınma, kaynakların geri dönüşü olmayacak şekilde tahrip edilmesi sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Tüketim ve üretim kalıplarının değişmesi, kimyasal madde kullanımında artışlara neden olmakta, bu durum, tehlikeli atık miktarında yükselişe yol açmaktadır. Kimyasal maddeler, başta tarım ilaçları ve temizlik maddelerinde olmak üzere pekçok alanda kullanılmaktadır. Dünyada, yedi milyon civarında kimyasal madde tanımlanmıştır. Her sekiz saatte bir yeni bir kimyasal madde daha insanoğlunun kullanımına sunulmaktadır. Ancak, sözkonusu kimyasal ve tehlikeli atıkların bertarafı çevre ve insan sağlığı açısından risk oluşturmaktadır.
Tehlikeli Atık Nedir ve Yönetimi Nasıl Olmalıdır?
Tehlikeli atıklar, genel olarak üreten ve tüketen tarafından değersiz olarak sınıflanan, bu amaçla elden çıkarılan sanayi yan-ürünü ve/veya evsel kökenli tehlikeli ve zararlı maddelerdir. Başka bir deyişle tehlikeli atık, henüz bir pazarı olmayan özel bir sanayi ürünüdür. Ayrıca, tehlikeli kimyasal maddelerle temas etmiş, her türlü madde veya malzeme de tehlikeli atık olarak tanımlanmaktadır. Sözgelimi, tehlikeli atık sınıfında olan atık yağları içeren ambalajların da tehlikeli atık olarak kabul edilip, bertaraf edilmesi gerekmektedir. Bir atığın tehlikeli olup olmadığına karar verilmesi sırasında, atığın bileşimi, atık içindeki bileşenlerin miktarları ve kimyasal reaksiyon verme durumları, atığın fiziksel durumu ile çevre üzerindeki etkileri ve kalıcılığı da gözönüne alınmaktadır.
Tehlikeli atıkların yaklaşık %90’ı sanayiden kaynaklanmaktadır. Türkiye’de, Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı’nın 1996 yılı İmalat Sanayi Atık Envanteri Anketine göre 10 kişi ve daha fazla çalışanı olan 3073 iş yerinin ürettiği toplam endüstriyel katı atık miktarı yaklaşık 14 milyon ton, kimyasal esaslı atıkların (kül ve curuf dahil) miktarı ise yaklaşık 5.6. milyon tondur. Ulusal Çevre Eylem Planında, Türkiye'de yılda üretilen tehlikeli atık miktarının 300.000 ton olduğu belirtilmektedir. Gayri safi milli hasılanın her 1.000 ABD dolarlık bölümü için yaklaşık 1,6 kilo tehlikeli atık üretilmektedir. Bir başka deyişle bu miktar, 15,8 kg olan OECD ortalamasından hemen hemen on kat daha azdır.
Tehlikeli atık miktarında her yıl artan bu yükseliş, etkin ve akılcı bir yönetimin oluşturulmasını gerekli kılmaktadır. Tehlikeli atık yönetimi, atıkların kaynağında özelliğine göre ayrılması, toplanması, geçici depolanması, geri kazanılması, taşınması, bertarafı ve kontrolü olarak tanımlamaktadır. Tehlikeli atık yönetiminde amaç, üretim sırasında, tehlikeli atık oluşumunu en az düzeye indirmektir. Tehlikeli atığın üretilmesinden bertarafına kadar her aşamada çevreyi ve insan sağlığını tehlikeye atmayacak metodların uygulanması, bu konuda sanayiciyi teşvik edici mali araçların kullanılması da gerekmektedir.
Tehlikeli atık, özelliklerinden dolayı katı atıklardan çok daha sıkı standartlarla yönetilmesi gereken atıklardır. Bu nedenle, tehlikeli atıkların bertaraf edileceği tesislerin yatırım maliyetlerinin ve işletme giderlerinin yüksek olması, tehlikeli atıkların kaynakta en aza indirilmesini gerektirmektedir. Ayrıca, atıkları tehlikeli hale getiren kimyasal maddelerin alternatiflerinin kullanılması da maliyeti azaltmaktadır.
Türkiye’de tehlikeli atıkların yönetimi, 1995 yılında yürürlüğe giren Tehlikeli Atıkların Kontrolü Yönetmeliği çerçevesinde hayata geçirilmektedir. Anılan yönetmelikte tehlikeli atıkların detaylı tanımı verilmiştir. Bu çerçevede atık, toksik, yanıcı, yakıcı, parlayıcı gibi özelliklerden en az birine sahip değilse, 1991 yılında yürürlüğe giren Katı Atıkların Kontrol Yönetmeliği doğrultusunda işlem görmektedir. Tehlikeli Atık Yönetmeliğinde, atıklar, muhtemel kaynakları, bileşenleri ve türleri itibariyle sınıflandırılmış ve bertaraf yöntemleri açıklanmıştır. Yönetmelik tehlikeli atıkların toplanması, tesis içinde geçici depolanması, ara depolanması, taşınması, geri kazanılması, nihai bertarafı ile ithalat ve ihracatına ilişkin hukuki ve teknik esasları kapsamaktadır.
Türkiye’de tehlikeli atıkları bertaraf etmek üzere lisanslı olarak çalışan tek tesis, yılda yaklaşık 35.000 ton tehlikeli atık yakma kapasiteli İzmit İZAYDAŞ tesisidir. Diğer taraftan, geçtiğimiz yıllarda, sanayi atıkları ile motor yağlarının geri kazanılması amacıyla bazı küçük ölçekli tesislere geçici lisans verildiği de bilinmektedir. Ancak, İZAYDAŞ’ın faaliyetleri halen bazı çevreci sivil toplum kuruluşları tarafından tepkiyle karşılanmaktadır. Anılan sivil toplum kuruluşları, yakmaya dayalı tehlikeli atık bertaraf tesislerinden çıkan zehirli gazların henüz başa çıkılamamış sorunlardan birini oluşturduğunu iddia etmektedirler.
Tehlikeli Atıkların Yönetimine İlişkin Uluslararası Alanda Düzenlemeler Nelerdir?
Tehlikeli atıkların yönetimine ilişkin ulusal politikalar ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir. Çünkü, ülkelerin sosyo-ekonomik yapıları aynı olmadığı gibi, üretilen atıkların türleri ve miktarları da farklıdır. Ancak, tehlikeli atıkların çevre üzerindeki olumsuz etkileri uluslararası alanda işbirliğini zorunlu kılmaktadır. Tehlikeli atıkların özellikle mevzuat ve kontrol açısından altyapısını henüz tamamlamamış ülkelere ithalatının önlenmesi amacıyla, OECD, Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler gibi uluslararası yapılanmalar bir takım düzenlemelere gitmektedir. Bu amaçla, “kirleten öder prensibi” ve “zarar oluşmadan önleme anlayışı” hayata geçirilmeye çalışılmakta ve mümkün olan en iyi teknolojinin kullanılması teşvik edilmektedir. Tehlikeli atıkların kontrol edilmesi amacıyla, uluslararası düzeyde sürdürülen çalışmalar kapsamında, Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) bünyesinde hazırlanan “Tehlikeli Atıkların Sınırötesi Taşınımı ve Bertaraf Edilmesine İlişkin Basel Sözleşmesi” hazırlanmış ve Sözleşme 1992 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Dünyada üretilen tehlikeli atığın yaklaşık %90’lık bir bölümü sanayileşmiş ülkelerden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, tehlikeli atık ticareti konusundaki genel eğilim, tehlikeli atığın, gelişmiş ülkelerden gelişmemiş ülkelere ithali yönündedir. Basel Sözleşmesi, bu amaçla özellikle gelişme yolundaki ülkeleri tehlikeli atık ticaretine karşı koruyucu bir takım düzenlemeler içermektedir. Basel Sözleşmesi ekinde 45 ayrı atık kategorisi listelenmiştir. Atıklar iki ana başlık altında incelenmektedir. Bunlar atık türleri ve atık bileşenleridir. Bu kapsamda atıkların nakledilmesinde, hareketin başladığı noktadan bertarafına kadar taşıma belgesi bulunması zorunludur. Basel Sözleşmesine göre tehlikeli atıkların sınırötesi taşınımından önce yapılacak bildirim prosedürü, sözleşme kontrol sisteminin temelini oluşturmaktadır. Bir başka deyişle, tehlikeli atığın taşınımı için ilgili ülkelerin (ithalatcı-ihracatcı,transit ülke) yetkili makamına önceden yazılı bildirimde bulunulması ve onay alınması gereklidir. Bu onay alınmamışsa, ihracattan değil, yasadışı ticaretten söz edilmektedir.
1999 yılının Aralık ayında düzenlenen Basel Sözleşmesi Beşinci Taraflar Konferansı’nda tehlikeli atıkların ve diğer atıkların sınırötesi hareketlerinden ve bertaraf edilmesinden kaynaklanan zarara ilişkin “sorumluluk ve tazminat protokolü” imzaya açılmıştır. Protokolün amacı, tehlikeli atıkların yasadışı trafiğini de içeren zararın tazmin edilmesi konusunda kapsamlı bir düzenleme sağlamaktır. Türkiye Basel Sözleşmesi’ne 1994 yılında taraf olmuştur.
Türkiye, ayrıca, 1996 yılında "Akdeniz'de Tehlikeli Atıkların Sınırlarötesi Taşınımı ve Bertarafından Kaynaklanan Kirliliğin Önlenmesi"ne ilişkin İzmir Protokolü'nü de imzalayarak, Basel Sözleşmesi’nin bölgesel uygulanmasına yönelik çalışmalara destek vermiştir.
Yasadışı Tehlikeli Atık Trafiği Türkiye’yi Ne Ölçüde Etkilemektedir?
Türkiye tehlikeli atık ticaretini önlemek üzere bölgesel ve global düzeyde sürdürülen çalışmalara katılmakta, bu atıkların OECD ülkelerinden OECD-dışı ülkelere ihracatının yasaklanması yönündeki kararları desteklemektedir. Ancak, Türkiye yasadışı atık trafiğinden etkilenen ülke durumundadır. Nitekim, ilk defa 1988 yılında Sinop ve Samsun’da bulunan ve İtalyan menşeli olduğu tespit edilen variller ile 7 Eylül 2004 tarihinde İskenderun limanında batan m/v Ulla gemisi bunun en çarpıcı örnekleridir.
Sinop ve Samsun’da bulunan varillerin uzmanlar tarafından incelenmesinin ardından varillerin PCB (Polikorlu Bifeniller) ve Pestisitler gibi toksit kirleticiler içerdiği, bu maddelerin karıştığı toprak ve sularda uzun süre kalıcı, zararlı ve kirletici etkileri olduğu tespit edilmiştir. Anılan variller Sinop ve Samsun'da depolanmış olarak saklanmaktadır. Sorun Basel Sözleşmesinin kapsamına girmektedir. Ancak İtalya, sözkonusu varillerin 1988 yılında kıyılarımızda bulunmuş olmaları nedeniyle Basel Sözleşmesi’nin geriye yürümeyeceğini iddia ederek sorunun çevre alanında ikili işbirliği çerçevesinde çözümünü istemektedir. Bu konuda Türkiye ile İtalya arasındaki görüşmeler devam etmekte, varillerin biran önce çevreye zarar vermeden bertaraf yolları araştırılmaktadır.
Diğer taraftan, İskenderun limanı açıklarında tehlikeli atık yüküyle batan ve 2000 yılında Mavi Deniz Taşımacılık ve Gemi Acenteliği adlı Türk şirketi tarafından işletilmekte olan Saint Vincent and Grenadines bandıralı m/v Ulla gemisi de tehlikeli atık trafiğinin diğer bir çarpıcı örneğidir. Lafarge-Asland adlı İspanyol şirketi tarafından anılan gemiyle, baraj yapımında kullanılmak üzere Cezayir'e ihraç edilen yük, ithalatçı tarafından yolda ıslanarak nitelik değiştirmiş olduğu gerekçesiyle kabul edilmemiştir. Bunun üzerine, gemi, Mavi Deniz Şirketi tarafından, yüküyle beraber İskenderun'a getirilmiştir. Yapılan tahliller yükün, Tehlikeli Atıkların Sınırötesi Taşınımı ve Bertaraf Edilmesinin Kontrolüne İlişkin Basel Sözleşmesi'ne göre tehlikeli atık sayılan krom içerikli "uçucu kül"den (flying ashes) oluştuğunu ortaya çıkarmıştır. Anılan geminin batmasından sonra batığın çevre üzerindeki etkilerinin en aza indirilmesi ve bu çerçevede karşılıklı görüş alışverişinde bulunulması amacıyla Basel Sözleşmesi Sekretaryası’nın da dahil olduğu bir platformda, Türk ve İspanyol heyetlerinin 18 Ekim 2004 tarihinde Cenevre’de bir toplantı gerçekleştirmişlerdir. Toplantı sonucunda İspanya’nın yükü geri alma konusundaki taahhüdünün arkasında olduğu, yükün sudan çıkarılması masraflarına katkıda bulunması için her iki tarafın da Lafarge şirketi ile görüşmesi gerektiği ve en kısa zamanda Türk ve İspanyol uzmanların katılacağı teknik bir değerlendirme toplantısı yapılması hususlarında mutabakata varılmıştır.
Tehlikeli Atıkların Kontrolüne İlişkin Neler Yapılabilir?
İmalat sanayinde dünyada atık oluşturmayan teknoloji bulunmadığından, daha az atık üreten teknolojilerin geliştirilmesi yönünde çalışmalar yürütülmeli, temiz üretim teknolojileri uygulamaları yaygınlaştırılmalı, gerekli eğitim ve teşvikler sağlanmalı ve bu konuda ARGE çalışmalarına önem verilmelidir. Tehlikeli atıkların kontrol edilmesi ve yasadışı trafiğinin önlenmesi amacıyla, tehlikeli atıklardan kaynaklanan deniz kirliliği izleme merkezlerinin oluşturulması ve ülkeler arasında tehlikeli atık trafiğinin önlenmesine yönelik bilgi paylaşımının daha hızlı ve etkin hale getirilmesi, kirlilik izleme ve kayıt sistemlerinin geliştirilmesi, deniz kirliliği felaketlerinde uygulamaya konulmak üzere acil yardım ve müdahale plan programlarının hazırlanmasına dair hukuki çalışmaların tamamlanması da birer seçenek olarak ortaya çıkmaktadır.
--------------------------------------------
(*) Su Danışmanı, Bölgesel ve Sınıraşan Sular Daire Başkanlığı, Dışişleri Bakanlığı