Dr. Tuncay Babalı (*)
14-15 Ekim tarihlerinde Pekin’de düzenlenen G-20 üyesi ülkeler ekonomi bakanları ve Merkez Bankası başkanları toplantısında önemle vurgulandığı üzere, petrol fiyatlarında son zamanlarda meydana gelen artış dünya ekonomisi için ciddi bir tehdit halini almıştır. 2001 yılı Kasım ayında 18 Dolar, Irak işgali sonrası 25 Dolar olan petrolün varil fiyatı 2005 Eylül ayı ortalarında 70 Dolara kadar yükseldikten sonra bugünlerde 60 Dolar düzeyinde seyretmektedir. Bu boyutta bir fiyat artışı 1973-74, 1978-80, 1989-90 yıllarında yaşanan artışları ve akabinde yaşanan ekonomik durgunluk ve yüksek enflasyonu anımsatmakta ve ister istemez “acaba bu fiyat artışı dünya ekonomisi için yeni bir petrol şokunun habercisi midir?” sorusunu akla getirmektedir.
Ani fiyat artışının başladığı 2003 sonu ve 2004 yılı başlarında yapılan yorumlarda bu fiyat artışının Irak’taki kaosla yakından ilgili olduğu, zaman içinde Irak’ın petrol üretim kapasitesinde, onarımlarla meydana gelecek artışın fiyatları yeniden 30 Dolar altına çekeceğinden bahsedilirken 2005 yılı Nisan ayından bu yana yaşanan gelişmelerle bu yüksek fiyat seyrinin süreklilik kazanmakta olduğu yolunda yorumlar da artmaya başlamıştır. Tabiatıyla petrol fiyatlarının uzun süre 60-70 Dolar aralığında seyretmeyeceği tahmin edilebilmektedir. Ancak asıl soru bu yüksek fiyatın ne kadar süreceği ve dünya ekonomisine üçüncü bir petrol şoku yaşatıp yaşatmayacağı noktasında düğümlenmektedir. Bu temel soruya yanıt verebilmek için ise iki ilintili soruya da cevap bulmak gerekiyor: Petrol fiyatları neden arttı? Bu fiyatları ne ya da nasıl bir gelişme yüksek tutabilir?
Petrol fiyatları neden artıyor?
Bu soruya makro ve mikro düzeyde iki ayrı ama birbirini tamamlayıcı cevaplar verilebilir. Makro planda petrol fiyatlarının yükselmesi temelde dört nedenden kaynaklanmaktadır:
1) Dünyanın en zengin petrol sahalarına sahip Orta Doğu’da başta Irak savaşı, terörist hareketler, petrol üretiminin etkin bir şekilde yönetilememesi gibi sebeplerle istenen düzeyde üretim artışının gerçekleştirilememesi (Orta Doğu dünya kanıtlanmış petrol rezervlerinin %70’ine sahipken bunların sadece %20’sini üretmektedir) ve dolayısıyla enerji arz güvenliğinin sağlanamaması fiyatları arttırmıştır. Irak işgali ve sonrasında gerek Irak’ta gerek Suudi Arabistan’da yaşanan terörist saldırılar ile Rusya’da özellikle Yukos şirketine karşı girişilen mali operasyonlar, Venezuela ve Nijerya’da yaşanan siyasi çatışmalar ve istikrarsızlık kaynaklı “korku ve endişe” faktörü bazı uzmanlarca fiyatlara 7 ila 15 Dolar arasında değişen oranda bir artış getirmiştir (1).
2) Orta Doğu’ya alternatif Kafkasya, Hazar, Orta Asya ve Batı Afrika gibi petrol bölgelerinden dünya piyasalarına geleceği beklenen kaynaklar gerek teknolojik, gerek jeo-politik ve jeo-ekonomik nedenlerle beklenildiği ölçüde ve zamanlamada üretime dahil edilememiştir.
3) Dünya petrol ihtiyacı özellikle son yıllarda ciddi bir ekonomik büyüme içindeki Asya ülkelerinde artmıştır. Bu noktada Çin ve Hindistan’daki tüketim artışı dikkat çekmektedir. 2004 yılında dünyada petrol tüketimi son 30 yılın en yüksek oranına ulaşmıştır (2). Uluslararası Enerji Ajansı verilerine göre Çin 2003 yılında 1.664 milyon varil/gün ithalat yaparken günümüzde 2.703 milyon varil/gün petrol ithal etmektedir. Hindistan ise 1.863 milyon varil/gün ithalat yaparken günümüzde 2.017 milyon varil/gün ithalat yapmaktadır (3).
4) Son olarak dünyanın en büyük petrol ithalatçısı olan ABD’nin ana petrol ve doğalgaz üretim sahalarının bulunduğu Meksika körfezi ve güney kıyılarını vuran Katrina ve Rita kasırgaları ciddi olarak zarara yolaçmış ve etkileri daha öncekilerden farklı olarak uzun süre hissedilecek bir tahribata neden olmuştur. Uluslararası Enerji Ajansı’nın 27 Eylül 2005 tarihli raporunda, sözkonusu kasırgaların ABD toplam petrol üretiminin %28,77’sine tekabül eden 4,9 milyon varil/gün kapasiteyi, toplam 20 rafineri ve 108 açık deniz platformunu devredışı bıraktığı belirtilmektedir. Bu kapasitenin en az haftalar, hatta aylar sürecek bir tamir aşamasından sonra devreye girebilecek olması ise, bu kasırgaların bir enerji krizini tetiklemiş olabileceği varsayımına güç kazandırmaktadır. Bu varsayım üzerinde ciddiyetle durmak gerekmektedir.
Daniel Yergin gibi petrolün tarihini yazmış (“The Prize”) ve enerji alanında önemli bir düşünce ve danışmanlık kuruluşu olan Cambridge Energy Research Associates’in (CERA) başında bulunan uzmanlar 1970’lerden bu yana en büyük petrol krizinin kapıda olabileceğini ileri sürmektedirler. 1999’da 10 Dolar olan petrolün varil fiyatı Katrina kasırgasından sonra 70 Dolara kadar yükselmişti. Bu kasırgaları diğerlerinden farklı kılan en önemli özellikleri, platformlardan, su altı boru hatlarına; rafinerilerden kıyıdaki elektrik iletim hatlarına kadar enerji değer zincirinde pek çok halkanın ciddi zarar görmüş olmasıdır. Bu ise dünya petrol piyasasında ciddi bir dalgalanmaya ve akabinde dünya çapında bir resesyona yolaçabilecek potansiyelde bir sorun teşkil etmektedir.
Ham petrol arzı bakımından ciddi bir etkisinin olması beklenmeyen bu kasırgaların asıl zararının rafineri ve doğal gaz alanında daha fazla hissedileceği ifade edilmektedir. Zira kasırga tarihlerinde dünya piyasaları ham petrol bakımından arz fazlalığı yaşamaktaydı. Oysa rafineri ve doğal gaz arzında durum çok daha farklıydı. Bu ise stratejik rezervleri oldukça düşük düzeyde olan ABD için ciddi bir sorun yaratmaktadır. Zarar gören rafinerilerin bazıları kısa sürede onarılabilecek durumda olmasına rağmen bazılarının onarımı aylar sürebilecektir. Dünyada ham petrol arzında olageldiği gibi, ekstra bir rafineri kapasitesi bulunmadığından bu ciddi bir sorun teşkil etmektedir.
Mikro düzeyde bakıldığında ise fiyat artışlarına, kısaca cevap vermek gerekirse, daralan bir arz, hızla artan bir talep ve mali spekülasyon neden olmuştur. Bu nedenlere daha detaylı bakıldığında ise şu hususlar dikkat çekmektedir:
1) Arz tarafı ile ilgili sebeplerin başında 1997 yılından bu yana OPEC’in petrol kotalarını iyi manipüle etmesi gelmektedir. Ne zaman OECD ülkelerinin petrol stokları artmaya başlasa, OPEC petrol üretim kotalarını düşürerek fiyatları tekrar yukarı çekmeyi başarmıştır.
2) Arz tarafı ile ilgili ikinci faktör de, Amerikan pazarında yaşanan kaynak sıkıntısıdır. Özellikle son bir-iki yıl içinde rafinerilerdeki üretimin yerel talep artışlarını karşılayamaması fiyatları arttırmıştır.
3) Yüksek ve ani artış oranları borsa ve mali piyasalarda petrol ve yan ürünleri sanayii temsilcisi firmalara daha önce yönelmeyen fonları kolay kar güdüsü ile yönlendirmiştir. Dolayısıyla OPEC’in zamanı geldiğinde fiyatların belli bir düzeyin altına düşmemesi için kotalarda azalmaya gideceğine kesin gözüyle bakılmaktadır (4).
Yüksek petrol fiyatları dünya ekonomisini nasıl etkiliyor?
Enflasyon artıyor
Yüksek petrol fiyatının en belirgin yansımalarından biri enflasyonist baskıyı arttırmasıdır. Dünya ekonomisinin lokomotifi konumundaki ABD’de 2005 Eylül ayında görülen %4’lük enflasyon oranı 1991’den bu yana görülen en yüksek oran olmuştur.
Euro bölgesinde de durum farklı değildir. Yüksek petrol fiyatları Avrupa Merkez Bankası verilerine göre yılın son çeyreğinde %2’lik ortalamadan % 3,6 lara ulaşmış durumdadır (5).
Enflasyonun bu şekilde artışının diğer bir olumsuz yanı ise enflasyonist beklentiyi de körüklemesidir. Gerek ABD’de, gerek AB genelinde enflasyonun artacağı yönündeki öngörüler ağırlık kazanmış durumdadır.
Büyüme düşüyor, faizler yükseliyor, cari açık artıyor
Yüksek petrol fiyatlarının büyüme üzerindeki olumsuz etkisi de yadsınamayacak bir boyuttadır. IMF’in verilerine göre 2005 ve 2006 yılları için dünya genelinde öngörülen büyüme oranı % 4,3’tür. Oldukça iyimser bulunan bu öngörüye karşılık bunun gerçekleşmemesine yol açacak risk de artmaktadır. ABD’nin cari açığı GSMH’sının %6’sını aşmış durumdadır. Bu gelişme dünya ekonomisini yakın zamanlarda hiç olmadığı kadar kırılgan ve dengesiz kılmaktadır (6).
ABD Federal Merkez Bankası 2005 Eylül sonu itibariyle kısa dönem faiz oranını % 0,25 oranında arttırarak %3,75’e yükseltmiş durumdadır. Yüksek faiz oranı doğrudan tüketici güven endeksini olumsuz etkilemekte ve harcama trendini aşağıya çekmektedir. Bu ise dünyada ABD talebine bağlı olarak ihracata dayalı bir ekonomik kalkınma modeli benimseyen ülke ekonomilerini de olumsuz etkilemektedir. Son yıllarda özellikle Çin ve Almanya bu konuda olumsuz etkilenen ülkelerin başında geliyor. Cari işlemler fazlalığı bu iki ülkede önemli bir sorun olarak ortaya çıkmıştır. Almanya’nın cari işlem fazlasının bu yıl GSMH’sının %4’ünü aşması beklenmektedir. Çin’in ise 2004 yılında %4,2 olan cari işlem fazlasının bu yıl çok daha fazla artması beklenmektedir. İhracat temelli bu modelin sakıncalarını görmeye başlayan Çinli yetkililer iç piyasayı ve harcama trendini geliştirme çabası içine girmişlerdir. Ancak bunun başarılması için yapılması gereken ciddi yapısal reformların gerçekleştirilip gerçekleştirilemeyeceği ise henüz bilinmemektedir.
Cari işlem fazlalığı bakımından dünyanın tartışmasız lideri konumundaki Japonya’da son seçimlerin ardından belirginleşen tüketici güveninin on yıldır süren ekonomik durgunluğu tamamen ortadan kaldırıp kaldıramayacağı ise henüz netleşmemiştir. Fazlasıyla ihracat odaklı bu modellerde cari işlem fazlalığı maalesef istenen düzeyde yatırıma dönüşmemektedir.
Yatırımlarda durgunluk yaratıyor
Yüksek petrol fiyatlarının diğer bir etkisi de artan fiyatlarla petrol ihraç eden ülkelerde meydana gelen tasarrufların yatırıma dönüşmemesidir. Petrol varil fiyatının ortalama 40 Dolar olduğu 2004 yılında petrol ihraç eden ülkelerin ortalama olarak tasarruf fazlası 2001 yılına göre üç kat artışla 207 milyar Dolar olarak gerçekleşmiştir. Bu yıl sonu itibariyle tasarruf fazlası miktarına ilişkin IMF tahmini 400 milyar Dolardır. Bu büyük meblağlar maalesef yatırıma dönüşmemekte, olası ilave istikrarsızlıklara karşı muhafaza edilmektedir. Bu muhafazakar refleksin altında 1997-98 yılında yaşanan Asya mali krizinin de büyük etkisi olmuştur. Zira Asya’nın kaplanları olarak nitelendirilen ülkelerde yatırım oranları hala kriz öncesi oranlara ulaşamamıştır. Örneğin 1998 yılında kazançlarının %24’ünü tasarruf eden Güney Koreliler 2003 yılında sadece %4 tasarruf edebilmiştir. Aynı şekilde Asya kaplanlarının en fakiri Tayland’daki tasarruf oranı da aynı yıllar itibariyle %14’ten %6’ya gerilemiş olmasına rağmen yatırım oranları hala kriz öncesi düzeyine ulaşmamıştır. Tasarrufların yatırıma dönüşmediğinin bir diğer göstergesi de Çin hariç tutulduğunda Uzakdoğu döviz rezervlerinde yaşanan artıştır. 2003 yılında bu ülkelerin döviz rezervleri 147 milyar Dolar artarken geçen yıl bu rakam 157 milyar Dolara ulaşmıştır.
Petrol fiyatlarının yüksek olması petrol ihtiyacının %95’ni ithalatla karşılayan Türkiye’yi de oldukça olumsuz etkilemektedir. Türkiye Tüpraş verilerine göre 2005 yılında 22.8 milyon ton/yıl (yaklaşık 500.000 varil/gün petrol) ithalat yapmayı planlamaktadır. Dolayısıyla Türkiye, petrol fiyatının 25 Dolar olması durumunda yılda 4,5 milyar Dolar ödemesi gerekirken, petrol fiyatının 60 Dolar olması durumunda yılda 10.9 milyar Dolar ödeyecektir. Aradaki kayıp 6.4 milyar Dolardır (7). İthal petrole ödenen fatura arttığı gibi, büyüme ve enflasyon hedeflerinde de bir sapma yaşanabilir. Bu yıl için öngörülen %5’lik büyüme oranı özellikle yükselen petrol fiyatları nedeniyle yılın son çeyreğinde kendisini hissettiren enflasyonist baskı nedeniyle yakalanamayabilir.
Fiyat artışının devam edeceğini ileri sürenlerin argümanları:
Yüksek petrol fiyatlarının yeni bir “şok” olarak nitelendirilemeyeceğini ileri sürenler sağlıklı ve büyüme eğilimdeki bir dünya ekonomisinden destek alan güçlü bir talebin fiyatları yukarı çektiğini savunmaktadırlar. Bu çevreler, 2004 yılında aynı anda GSMH’larda ve petrol tüketim talebinde son 30 yılın en yüksek artışlarının yaşanmasını bu iddialarına delil olarak göstermektedirler. Gerçekten de her yıl normalde %1-2 oranında büyüyen talep 2004 yılında % 3,6 oranında artmıştır. Bu talep artışının yaklaşık üçte biri, petrol talebi geçen yıl %16 gibi rekor düzeyde artan, Çin’den kaynaklanmıştır.
Ancak, Çin’de kişi başına düşen petrol talebi halen bir Amerikalınınkinin sadece 15’te biridir. Çin’in gelişme trendi ve kişi başına düşen milli gelirin artmakta olduğu dikkate alındığında bu talebin daha da güçlü olarak artacağı gerçekçi bir beklentidir (8).
ABD dünyanın en büyük petrol tüketicisi olmayı sürdürmektedir. Dünya üretiminin %25’ini tek başına tüketen ABD’nin petrole bağımlılığı arttıkça ekonomisinin petrole bağlı bir şok yaşama riski de artmaktadır. Bu gelişmenin ise dünyanın geri kalan bölgelerinde fiyatları yukarı doğru tırmandırması kaçınılmazdır.
ABD ve Çin’in petrol arzına bağımlılıklarını azaltıcı bazı kalıcı tedbirler almakta tereddüt etmeleri (Bush yönetiminin daha az petrol tüketen araçların imali için araç üretim standartlarının değiştirilmesi konusunda yakın zamanda otomobil üreticileri karşısında geri adım atması gibi) durumunda dünyada petrole olan talebin yönetilebilir hale girmesi oldukça güç görünmektedir.
Arz-talep dengesinde yaşanan bu gelişmeler aslında fiyat artışlarını izah etmekten uzaktır. Asıl sorun yaşanan bu hareketlilikleri absorbe edecek yedek bir üretim kapasitesinin bulunmamasından kaynaklanmaktadır. Özellikle son 15 yılda Körfez savaşları ve Venezuela’daki siyasi kriz nedeniyle yaşanabilecek petrol krizlerini yedek üretim kapasitesini devreye sokarak aşan Suudi Arabistan’ın, yeterince yatırım yapmadığı için bu kapasitesi son 20 yılın en düşük seviyesi olan bir milyon varil/güne kadar gerilemiştir. Yüksek petrol fiyatlarının beraberinde getirdiği büyük kazançlardan dolayı gerek OPEC üyeleri, gerek büyük petrol şirketleri yedek kapasite arttırımı için pek de istekli değildir. Oysa IMF, OPEC üyelerine ilettiği yakın zamanlı bir raporda, dünya ekonomisinin istikrarının korunabilmesi için yedek petrol üretim kapasitesinin üç-beş milyon varil/gün aralığında gerçekleşmesi gerektiğini vurgulamıştır (9). Bu ise petrol fiyatlarında yaşanabilecek aşırı artışların önündeki güvenlik ağının ortadan kalktığı anlamına gelmektedir. Durumun vahametini ortaya koyması bakımından Amerika Ulusal Enerji Politikası Komisyonu üyesi bir grup enerji uzmanının gerçekleştirdiği bir senaryo çalışması dikkat çekicidir. Senaryoya göre, bundan sonra aslında çok da yabancısı olunmayan darbe, terörist saldırı, doğal afet gibi nedenlerle dünya petrol arzında yaşanacak ilave %4’lük bir daralmanın şu anda 60 Dolar olan petrol varil fiyatını 160 Dolar’a kadar çıkarabileceği ileri sürülmektedir (10).
Öte yandan, OPEC üyesi ülkelerin petrol gelirleri 1998’deki 100 milyar dolardan 2004 yılında 340 milyar dolara çıkmıştır. Uluslararası Enerji Ajansı verilerine göre dünyadaki artan petrol talebinin karşılanabilmesi için gelecek 25 yılda 300 trilyon dolarlık bir yatırım yapılması gerekmektedir. Şaşırtıcı bir şekilde bu paranın büyük bir bölümü dünya arzının artışı için değil yaşlanan ve rezervi azalan petrol sahalarının ıslahı ya da yerine yenilerinin açılabilmesi için kullanılacaktır (11). Bu ise gelecek adına pek de güven telkin eden bir gelişme değildir.
Fiyatların düşeceğini savunanların argümanları:
OPEC üyesi ülkelerden petrol rezervleri daha sınırlı olanlar için fiyatların yüksek seyretmesi tercih edilir olsa da 260 milyar varil kanıtlanmış rezervi ile Libya, Venezuela, Endonezya ve Nijerya’nın toplam rezervlerinden fazlasına sahip olan Suudi Arabistan, içinde bulunduğumuz tüm yüzyılda üretim yapabilecek petrole sahip bir ülke olarak uluslararası sermayenin OPEC dışı petrol kaynaklarının geliştirilmesine ya da alternatif enerji üretimi yatırımlarına kayabileceği endişesiyle fiyatların uzun süre yüksek seyretmesine taraftar değildir.
Fiyatların düşeceği yönündeki destekleyici diğer bir argüman ise Çin’de geçen yıl yaşanan %16’lık petrol talep artışının geçici olacağı ve sürdürülebilir bir talep artışı olmadığı iddiasıdır. Nitekim 2005 yılı ilk çeyreğinde artış %5,4’te kalmıştır. Uluslararası Enerji Ajansı’nın verilerine göre, ABD’nin dünya petrol tüketiminde %25 payı bulunurken Çin’in dünya tüketimindeki payı %8 düzeyinde kalmış olup, uzun süre bu civarda seyretmesi beklenmektedir. Zira geçen yıl görülen yapay artışın temelinde, Çin’in kömür üretiminin yetersizliği nedeniyle elektrik üretimindeki kıtlığı daha fazla petrol ve doğal gaz ithal ederek elektrik üretim santrallerinde kullanması yatmaktadır.
CERA çalışanlarından Julian West’in yaptığı bir araştırmaya göre dünyada 2007-2010 yıllarında devreye girecek yeni projelerle petrol arzı konusunda zaten bir bolluk yaşanması beklenmektedir. Bu yeni projelerle 2010 yılında petrol arzının 2004 yılındaki 83 milyon varil/ gün seviyesinden 13 milyon varil/gün artışla 96 milyon varil/gün’e ulaşması beklenmektedir (12).
Fiyatların düşeceği yolundaki diğer bir argüman da son bir iki yıldır özellikle ABD’de ve Avrupa piyasalarında görülen büyük miktarlarda emeklilik fonlarının borsadan daha fazla kazandıracağı beklentisi ile petrol ve yan ürünleri piyasalarında yatırıma yönelmiş olmasıdır. Bu yönelim kaçınılmaz olarak bir süre sonra yüksek getiri oranlarının düşmesine ve dolayısıyla petrol fiyatlarında da düşmeye neden olacaktır.
Fiyatlar artsa ve uzun süre böyle kalsa bile, piyasalar eninde sonunda yüksek fiyata adapte olup daha etkin enerji tüketim modalitelerini hayata geçirecektir. Bugünkü petrol fiyat artışlarının 1970’lerdeki petrol şoklarından en önemli farkı o dönemde dünya ekonomisinde hakim olan yüksek enflasyon ve düşük reel büyüme oranlarının bugün tam tersi bir trend içinde olmasıdır. Enflasyonun düşük ve GSMH artışının istikrarlı olduğu bir dünyada petrol fiyatlarının 80 dolar üzerine çıkması durumunda bile ciddi bir sorun yaratmayacağı ileri sürülmektedir. Yukarıda da değinildiği üzere IMF’e göre 2005 ve 2006 yıllarında dünya ekonomisinin %4,3 büyümesi öngörülmektedir. Üstelik IMF’in bu tahmini, 2005 için petrol fiyatlarının 54,23 Dolar, 2006 yılında ise 61,75 Dolar olacağı varsayımına dayanmaktadır (13).
Fiyatların düşeceği yönündeki diğer bir temel argümanı seslendiren ekonomist Julian Simon’a göre ise dönemsel ve bazen sert dalgalanmalar olsa da zaman içerisinde enerji kaynakları hem daha bollaşmış hem de daha ucuzlamıştır. Eğer reel fiyat ölçütleriyle hesaplanmış olsa; 1860’ta galonu (3,79 litre) dört Dolar olan petrolün bugün 400 Dolar olması gerekirdi. Öte yandan, yeni kuyu açma teknolojilerinin geliştirilmesi ile daha derinlerden petrol çıkarmanın maliyeti de ciddi oranda düşmüştür. 50 yıl önce Suudi Arabistan veya Texas’taki zengin petrol yataklarından 60 metreden petrol çıkartmanın maliyeti ile bugün açık denizlerde yaklaşık 3200 metre derinden petrol çıkartmanın maliyeti neredeyse birbirine eşitlenmiştir. Bu arada geçen yüzyılda biteceği yönünde sürekli ciddi spekülasyonlar yapılan kanıtlanmış petrol rezervleri, BP araştırmasına göre 1980-2002 yılları arasında 300 milyar varil artmıştır (14).
Görüleceği üzere her iki cephenin de argümanları oldukça güçlü dayanaklara sahiptir. Petrol fiyat artışlarının dünya ekonomisi için bir “şok”a dönüşüp dönüşmeyeceğini ise bu fiyat artışlarının ne kadar süreceği belirleyecektir.
Yararlanılan diğer kaynaklar:
- Economic Outlook, OECD
- “BP Statistical Review of World Energy”, BP, June 2004, June 2005
- “World Energy Outlook”, IEA, 2004
- “World Energy Investment Outlook”, IEA, 2003
- “World Petroleum Trends”, IHS-Energy, October 2004
- “The Global Saving Glut and the U.S. Current Account Deficit”, Ben S. Bernanke, Sandridge Lecture, Virginia Association of Economists, March, 2005
- “The Future Cost of Oil”, Matthew Simmons, as presented at the University of Texas Energy Finance Conference, February 2005
- “In Search of Reasonable Certainty”, CERA, February 2005
- “Saudi Petroleum Security”, Anthony Cordesman and Nawaf Obaid, Centre for Strategic and International Studies, 2004
(*) Başkatip, Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müd. Yardımcısı
(1) “Oil in Troubled Water,” The Economist, 25 April 2005
(2) “Counting the Cost,” The Economist, 25 August 2005
(3) Şamil Şen “Yeni petrol şoku Türkiye’yi petrol faaliyetleri için uyandırmalıdır,” Global Enerji, Eylül 2005
(4) “Oil in Troubled Water,” ibid.
(5) “A nasty whiff of inflation,” The Economist, 22 September 2005
(6) World Economic Outlook, IMF, August-September 2005
(7) Şamil Şen, ibid.
(8) “Oiloholics,” The Economist, 25 August 2005
(9) World Economic Outlook, IMF, September 2005
(10) “No safety net,” The Economist, 8 September 2005
(11) “Global or National,” The Economist, 28 April 2005.
(12) www.cera.com
(13) World Economic Outlook, IMF, September 2005
(14) “The Oil Bubble,” WSJ, Saturday, October 8, 2005