Mustafa ÖZCAN (*)
Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) ile ilgili konular Türkiye’nin gündeminde neredeyse hiç yer almaz. Türkiye’nin bu kuruluşa ilgisi, bir grup bürokratın öncelikle görevleriyle, bazen de işin içine girince kapıldıkları kişisel ilginin boyutlarıyla sınırlıdır. Türk kamuoyunu meşgul etmez DTÖ konuları. AB yolundaki Türkiye için çok mu önemsizdir? Fazla mı tekniktir? Sıkıcı mıdır? Önemli bir getirisi yok mudur?
Bilinmez.
Ama bilinen, DTÖ’nün hükümetlerarası kuruluşlar içinde en önemli olanların başında geldiğidir. DTÖ ve öncülü olan GATT sistemini (1) 60 civarında anlaşma ve hukuki belge oluşturmaktadır (2). Bu Anlaşmalar, tarım, tekstil, sanayi ürünleri, hizmetler, kamu alımları, standartlar, ürün güvenliği, gıda sağlığı, fikri mülkiyet hakları başta olmak üzere pek çok alanda uluslararası ticaret sisteminin temellerini atmıştır. DTÖ için uluslararası ticaretin “Birleşmiş Milletleri” denilebilir. Hatta bu kıyaslamanın DTÖ için bir haksızlık olabileceği de düşünülebilir. Zira, DTÖ, dünya ticaretini yönlendiren-yöneten, kurallarını belirleyen, bu kurallara uyulup uyulmadığını denetleyen ve benzer çok taraflı kuruluşlarda az görülen bağlayıcı bir “Anlaşmazlıkların Halli Sistemi” mekanizması ile ticari sorunları/krizleri sonuca bağlayan önemli bir küresel aktördür.
DTÖ önemlidir. Çünkü uluslararası ticaret rakamları çarpıcıdır. DTÖ’nün 2005 yılı verilerine göre dünya mal ihracatı 10.2 trilyon Dolardır. Bu rakama 2.4 trilyon Dolarlık hizmet ihracatını da ekleyince 2005 yılında toplam 12.6 trilyon Dolarlık bir ihracat pastası ortaya çıkmıştır. Yine DTÖ rakamlarına göre, mal ve hizmet ihracatının GSYİH’ya oranı 1970’te %13,5 iken, 2005’te %32’ye yükselmiştir. Aslında fazla söze gerek yoktur “ticaret önemlidir”. Kalkınmanın motoru, üretimin itici gücüdür; güçlü bir ekonominin dolayısıyla da dış politikanın cephanesidir.
Türkiye gibi dış ticaret hacmi 220 milyar Dolara (3)ulaşmış, 2023 yılında 500 milyar Dolar ihracat gerçekleştirmeyi hedefleyen (4) bir ülkenin, toplumun her kesimiyle DTÖ’ne daha fazla ilgi duyması beklenir. Zira DTÖ sistemi, insanların doğrudan cebine uzanmakta, manavdan aldığı elmaya, üstüne giydiği pantolona, mutfakta pişirdiği pirince, film izlediği LCD televizyona, gümrükten geçen TIR’a kadar karışabilmekte, “sokaktaki insanın” hayatını etkilemektedir. Türkiye’deki üreticiler, tüketiciler, ihracatçı ve ithalatçılar, akademisyenler, basın-yayın organları mensupları, sivil toplum örgütleri gönüllüleri farkında olsalar da olmasalar da DTÖ onların hayatının bir parçasıdır. DTÖ işleriyle memuriyetin gereği olarak ilgilenen kamu görevlileri bile, esasen, ofislerinden çıktıkları andan itibaren DTÖ’nü günlük yaşamlarında doğrudan hissedeceklerdir.
İşte bu bilinir/bilinmez DTÖ’de son aylarda neler yaşanmakta olduğu bu yazının başlığını oluşturduğundan, DTÖ nedir, ne yapar sorusuna daha detaylı yanıt vermeyi şimdilik bir kenara bırakıp, asıl konumuza dönelim.
27 Temmuz 2006 günü, Cenevre gölünün kıyısında, yemyeşil parkın içinde konuşlanmış DTÖ binasının kasvetli Genel Konsey salonu “tarihi olmasa da önemli” bir toplantıya evsahipliği yapıyordu. DTÖ Genel Müdürü Pascal Lamy, 149 ülkenin Daimi Temsilcilerinden oluşan DTÖ Genel Konseyine, 2001 yılı Kasım ayında Katar/Doha’da başlatılan, “Doha Kalkınma Turu” (5) müzakerelerinin süresiz olarak askıya alınmasını tavsiye ediyor ve “gözyaşları” !!!! içinde bu tavsiye kabul görüyordu.
Her ne kadar resmen 2001 yılında başlamış olsa da, müzakerelerin başlatılması için yapılan yoğun müzakereleri/görüşmeleri de sayarsak (bu dönemi bilenlerin sayacaklarını tahmin ediyorum) altı yıldır devam eden süreç artık kesilmişti. Hem de görünürde DTÖ üyelerinin büyük bölümü müzakerelerin devam etmesinin önemini vurgularken ve bu karardan duydukları üzüntüyü dile getirirken ne olmuştu da bu noktaya gelinmişti?
Başta hemen belirtmek gerekir ki, müzakere konuları (6) arasında en önemlisi, işin başından bu yana “tarım”dı. Tarım aslında bir önceki müzakere süreci olan Uruguay Turu’ndan miras kalmıştı DTÖ üyelerine. Önem açısından tarımın hemen arkasından gelen, DTÖ jargonunda “tarım dışı ürünlerde pazara giriş” olarak adlandırılan, sanayi ürünleri müzakereleriydi. Sonra hizmetler alanındaki müzakereleri ve diğerlerini herkes gönlüne göre bir sıraya koyabilirdi. Ama bu tarımın tartışılmaz konumunu değiştirmezdi. Sonuçta, müzakerelerin askıya alınmasının tüm günahı “tarıma” yüklendi.
Nasıl oluyordu da dünya ticaretinin sadece %8’ini oluşturan tarım ticareti, bütün müzakereleri durdurabiliyordu. Peki, Doha Turu’nda hedeflendiği üzere tarım ürünlerinde daha serbest ve adil bir ticaret düzeni oluşturulması neden istenmiyordu?
Çünkü, tarım sektörü, bir başka deyişle, gıda üretimi gerek gelişme yolundaki ülkeler (GYÜ’ler) gerek gelişmiş ülkeler (GÜ’ler) için halen “en hassas” alandı. Küreselleşme, bilgi toplumu, sermaye hareketleri, bilişim teknolojileri vb. kavramlar karın doyurmuyordu…… Dünya değişse de gıda üretimi stratejik önemini kaybetmemişti. Bu sektörde çalışanların karar alıcılar üzerindeki etkisi de sürüyordu.
Gelişme Yolundaki Ülkeler (GYÜ) ise tarım konusunda çok dertliydiler. Birçok GYÜ için tarım en önemli, hatta bazıları için, tek gelir kapısıydı. Dünyadaki yoksulların %70’i kırsal bölgelerde yaşamaktaydılar. Ama Gelişmiş Ülkeler (7) (GÜ) kendi üreticilerine verdikleri iç destekler, ihracat kredileri ve pazara girişte uyguladıkları engellemelerle, GYÜ’lere “açık kapı” bırakmıyorlardı. GYÜ’ler, Doha Turu’nu bu kapıyı açmak için iyi bir fırsat olarak gördüler. Adı üzerinde, Doha bir “Kalkınma” Turu’ydu. GYÜ’ler, daha önceki GATT/DTÖ müzakerelerinde özellikle de Uruguay Turu’nda yaptıkları hataları yapmak istemiyorlardı. Bu defa, hayati çıkarları için gerekli tavizleri almalıydılar. Tarım onlar için “olmazsa olmaz” bir müzakere alanıydı.
Buna mukabil, ABD, AB, İsviçre, Japonya, Norveç, İzlanda gibi GÜ’ler “ekonomileri içinde küçük ama stratejik/siyasi açılardan ağırlığı büyük” tarım sektöründe, verebileceklerinin en azını bile vermemek için kuvvetli bir direnç gösterdiler. Buna bir de GÜ’lerin kendi aralarındaki “taktik savaşları” (8) eklenince iş daha da içinden çıkılmaz bir hal adı.
Böylece, Doha müzakereleri başlarken AB Komisyonunun Ticaretten Sorumlu Komiseri olarak AB’nin çıkarlarını korurken, şimdi DTÖ’nün başında, tüm üyelerin çıkarlarını dengeleyecek çözüm arayışlarını sürdüren Genel Müdür Pascal Lamy, müzakerelerde (belki de herkesin istediği) “bir nefes” alma ihtiyacı bulunduğunu fark ederek, beklenen ara için yeşil ışığı yaktı.
DTÖ Genel Müdürü Lamy, Doha Turunun askıya alınması önerisine ilişkin Temmuz 2006’da DTÖ üyelerine yaptığı açıklamada özetle şunları söyledi: “Tüm çabalara rağmen, üyeler arasındaki görüş farklılıkları hala çok açıktır. Pozisyonlar üzerinde detaylı bir şekilde düşünmek üzere Turun tamamıyla askıya alınması gerekmektedir. Bugüne kadar yapılan çalışmaların ve ilerlemelerin kaybedilmemesi önem taşımaktadır. Pozisyonların yeniden gözden geçirilmesi ve koşulların değiştiğine kanaat getirilirse bırakılan yerden Tura devam edilmesi mümkündür. Doha Turu, BM Binyıl Hedefleri ile uyumlu, özellikle En Az Gelişmiş Ülkelerin (EAGÜ) ve GYÜ’lerin kalkınma çabalarına destek olabilecek (9) bir girişimdir. Müzakerelerde uzlaşma sağlanamaması dünya ekonomisi açısından başarısızlık olur. Korumacılığın ve ticareti bozucu desteklerin devam etmesine ve en önemlisi mevcut jeopolitik huzursuzluklara olumlu katkı sağlayabilecek bir fırsatın kaçırılmasına yol açabilir. Bir türlü ortaya koyulamayan politik kararlılığa acilen ihtiyaç duyulmaktadır. Müzakerelerin başarısızlığı aslında herkesin kaybettiği anlamına gelecektir.”
Doğrusu, konuya genel hatlarıyla bakıldığında Lamy’nin yukarıdaki sözlerine katılmamak mümkün değildir. Ama ideal bir dünyada doğru olabilecek sözlerin gerçek yaşamda hayata geçirilmemesi sıklıkla rastlanan bir durumdur. Kısa vadeli ticari çıkarlar, siyasi kaygılar, liderlerin seçim beklentileri dikkate alındığında, (kimilerine göre haksız da olsa) “tarımda korumacılık” A veya B ülkesi için vazgeçilmez bir politika tercihi olabilir. C veya D ülkesi için ise bunun tam tersi “serbestliğin” tek çare/seçenek olabileceği gibi.
Çıkarlar çok farklıdır. DTÖ ve öncülü GATT sistemine aşina olanlar, özellikle de Doha Turu’na ilişkin gelişmeleri başından bu yana takip edenler için gelinen bu aşama bir sürpriz değildir. Zira Doha Turu müzakereleri, GATT/DTÖ tarihinde daha önceki hiçbir turda (10) görülmemiş ölçüde çok alanda yapılmaktadır. Bu alanların içinde “tarım” gibi bir “tabu” yer almaktadır. (11) Ayrıca, sayısal çokluğun yanında, her bir müzakere alanında masaya yatırılan konuların içeriği de zenginleşmiştir. Üstelik bu alanlar birbiriyle bağlantılı olarak değerlendirilmekte ve bütün müzakere alanlarının “tek bir paket/taahhüt” içinde tamamlanması öngörülmektedir . Ayrıca, DTÖ’ne üye ülke sayısı 150’ye ulaşmıştır . (12) Bu sayı Kennedy Turu’nda (1964-67) 62, Tokyo Turu’nda (1973-79) 102, Uruguay Turu’nda (1986-1994) ise 123 idi. Daha önce GÜ’lerin kendi aralarında vardıkları uzlaşılar diğer üyelerce er veya geç kabul görürken, artık GYÜ’ler de müzakerelerde söz sahibidirler. Müzakereleri çetrefilli hale getiren bu unsurlara, DTÖ konularıyla ve müzakere alanlarıyla yakından ilgilenen ve sürece dolaylı ama etkili biçimde katılan sivil toplum örgütlerini de eklemek gerekir.
Bu kadar ülke onlarca alanda, “hayati ticari çıkarları” için kıyasıya “çarpışırken”, dünyanın en karmaşık müzakerelerinden birisinin kolayca tamamlanmasını beklemek aşırı iyimserlik olur kanımca. Her ne kadar Doha Turunu başlatan Bildiri, müzakerelerin 1 Ocak 2005’e kadar bitmesini öngörmüşse de, Bildiriyi gerek hazırlayanların gerek kabul edenlerin (13) önemli bir bölümünün bu “iddialı” hedefin zamanında gerçekleşmeyeceğini düşünmüş olduklarını tahmin ediyorum. Ancak, kaybedilecekler/kazanılacaklar bu kadar önemli olunca, “iddiasız ve hedefsiz” bir başlangıç işin başından tavsamasına yol açacaktı. Bu nedenle, 2005 hedefi konulmuş, bunun gerçekleştirilemeyeceği ortaya çıkınca, 2006 yılı içinde müzakerelerin tamamlanması öngörülmüştür. Ancak, bu tarihe uyulmasının da mümkün olamayacağı anlaşılmıştır.
Bundan sonra müzakerelerin ne zaman başlayacağı, daha da önemlisi tamamlanıp tamamlanamayacağı hususlarında tahminde bulunmak yerine, bu noktada biraz geriye gitmek ve GATT/DTÖ yakın tarihine kısaca bakmakta fayda vardır. Bu, en azından, bazı çevrelerde mevcut “kötümser” havayı dağıtmak açısından belki yararlı olacaktır.
Doha Turu’ndan bir önceki tur olan Uruguay Turu müzakereleri, 1986 yılında Punta del Este/Uruguay’da başlamıştır. Ama Turun tohumlarının 1982 yılında Cenevre’de ekildiğini, dört yıl süren çalışmalar sonunda müzakerelerin kapsamının belirlenmesiyle, ancak 1986’da Uruguay’da sulanmaya başladığını söylemek mümkündür. Dört yıl içinde bitmesi öngörülen Uruguay Turu, bu sürenin iki katına yaklaşan bir gecikmeyle yedi buçuk yıl sürmüştür. Uruguay Turunun öngörüldüğü biçimde 1990 yılında tamamlanamamasının sebebi büyük ölçüde “tarım”dır yine. Bununla birlikte DTÖ’nün önemli oyuncuları ABD ve AB arasındaki anlaşmazlıklar da başarısızlıkta önemli rol oynamıştır. (14) Gecikmeye rağmen sürdürülen müzakereler sonunda, ABD ile AB, 1992 Kasım ayında farklı müzakere pozisyonlarını önemli ölçüde yakınlaştırabilmişlerdir. “Blair House Accord” adıyla bilinen bu gayrı resmi mutabakat sonrasında, “Quad” ülkeleri (AB, AB, Japonya ve Kanada) 1993 Temmuzunda Uruguay Turunda kayda değer bir ilerleme sağlandığını dünyaya duyurmuşlardır. Diğer DTÖ üyelerinin de zaman içinde QUAD mutabakatına katılımı ve tarım dışındaki konularda son pürüzlerin de giderilmesiyle Uruguay Turu 15 Nisan 1994’te, 123 üye ülke Bakanlarının imzaladıkları, Marakeş Bildirisiyle başarıyla sonuçlanmıştır.
DTÖ Sekretaryası, Uruguay Turu’nu, “dünya tarihinin en büyük ticaret müzakeresi”, büyük bir ihtimalle de “ticari, siyasi, askeri hangi alanda olursa olsun tarihin en büyük müzakeresi” olarak tanıtmıştır. Uruguay Turu ile karşılaştırıldığında, Doha Müzakereleri’nin konu çeşitliliği, içerik zenginliği ve katılımcı sayısı başta olmak üzere her bakımdan daha da büyük bir “müzakere süreci” olduğu yukarıda izah edilenlerden anlaşılacaktır. Zaten, Doha Turu, başta tarım olmak üzere, sanayi, hizmetler gibi alanlarda Uruguay Turu’nda eksik kalan işleri tamamlamayı ayrıca, yeni alanlara da el atmayı hedeflemiş olup, insanlık tarihinin “en iddialı” girişimlerindendir.
Bu büyük girişimin şimdilik kesintiye uğramasına rağmen DTÖ sistemine olan inancın kaybolduğu söylenemez. Ticaret diplomasisini bilenler, GATT/DTÖ geleneğinin sabır istediğini de akıldan çıkarmazlar. Hele bu müzakereler sonunda elde edilebilecek kazançların büyüklüğü düşünülürse herkesin kaybedeceği bir Tur kimsenin işine gelmez. Bölgeselciliğin ve/veya ikili ticaret anlaşmalarının DTÖ sisteminin alternatifi olması bir yandan güçtür; diğer yandan, küresel refahın artması yerine “seçilmiş ülke grupları” arasında oluşturulacak “vaha”ların daha adil ve barışçı bir dünya yaratacağı oldukça kuşkuludur.
Doha Turunun askıya alınmasına en fazla tepki gösteren ülkeler arasında GYÜ ve En Az Gelişmiş Ülkeler (EAGÜ’ler) vardır. Bu ülkeler Turun yeniden başlaması konusunda isteklidirler. GYÜ ve EAGÜ statüsünü haiz bir çok ülke müzakerelere bir an önce dönülmesi hususunda Pascal Lamy’nin inisiyatif almasını; Doha Turunun “kalkınma” boyutunun göz ardı edilmemesini; suçlu arayışına girmek yerine fırsatların nasıl değerlendirilebileceği üzerinde eğilmek gerektiğini belirmişler; bugüne kadar sağlanan gelişmelerin mutlaka muhafaza edilmesinin önemine işaretle, turun başarısız olmasının herkesin kaybedeceği anlamına geleceğini ifade etmişlerdir.
Farklı nüanslarda da olsa GÜ’lerden de benzer sesler yükselmiştir. Turun askıya alındığı günün ertesinde, İngiltere Başbakanı Tony Blair, ABD Başkanı Bush ile gerçekleştirdiği görüşme sonrasında, “Doha turunun yeniden başlamasını umut ettiklerini, bu yönde son bir gayret sarf edilmesi konusunda Başkan Bush ile mutabık kaldıklarını” kaydetmiştir. (15)
Askıya alınma kararı, Doha müzakerelerinin nasıl yeniden rayına oturtulabileceği çalışmalarına hız vermiştir. DTÖ’nün geleneksel tatil dönemi olan Ağustos ayının bitiminden sonra, Genel Müdür Lamy’nin önde gelen ülkelerle temasları, DTÖ üyelerinin birbirleriyle olan ikili, çoklu görüşmeleri, çeşitli bölgesel grupların toplantıları vesilesiyle Doha Turu’nun geleceği üzerinde sayısız fikir egzersizi yapılmıştır.
Bunların sonunda, 16 Kasım 2006 günü Genel Müdür Lamy’nin, müzakerelere “yumuşak bir geçiş” yapılması için müzakere gruplarının teknik çalışmalarına yeniden başlaması önerisi kabul görmüştür.(16) Bu öneri çerçevesinde, üye ülkelerin, zaman kaybetmeden müzakerelerin başlamasını genelde destekledikleri, müzakerelerin başarıyla sonuçlanması için katkı yapmaya hazır olduklarını açıkladıkları görülmüştür. Teknik çalışmalar yeniden başlarken, GYÜ’ler, Doha müzakerelerinin bir Kalkınma Turu olduğuna dikkat çekerek, öncelikle pazara giriş imkanlarının artırılması ve bu kapsamda tarıma öncelik verilmesi yönündeki politikalarını yinelemektedirler. Benzer görüşte olan EAGÜ’ler de müzakerelerin uzun süre askıda kalmasının ülkelerinin ekonomilerine zarar vereceğinin altını çizmektedirler.
Böylece, 2006 yılı sonunda, teknik çalışmaların yeniden başlamasıyla, Turun asıl karar alıcı olan Bakanlar düzeyindeki toplantılara hazır hale getirilmesi ve 2007 sonuna kadar tamamlanması için bir umut doğmuştur. Bu doğrultudaki çabaların 2007’nin ilk çeyreğinde yoğunlaşacağı görülmektedir. DTÖ geleneği, “iyimser veya kötümser” olmadan sürecin devam etmesinin de önemli olduğunu hatırlatır.
Doha turu, 2007’de yeniden başlasa da başlamasa da DTÖ sistemine Türkiye’nin ilgisinin artması önemlidir. Doha müzakereleri mevcut sistemi çok daha ileri götürecek, yepyeni fırsatlar ve tabiatıyla sorunlar/sıkıntılar yaratabilecektir. Bu nedenle, müzakerelere verilen ara müzakere pozisyonlarımızın yeniden değerlendirilmesi için bir fırsat olarak da düşünülebilir. Müzakereler sonunda ortaya çıkabilecek tüm sonuçlar (en kötü senaryolar da dahil) düşünülerek, sektörler itibariyle neler yapılabileceği hususunda politikalar belirlenebilir. DTÖ konularında uzun vadeli düşünmek ve planlar yapmak gereklidir. (17)
Doha Kalkınma Turu Müzakerelerin dışında, DTÖ sistemi mevcut haliyle de bir “İsviçre saati” gibi çalışmaya devam etmektedir. Bu kapsamda, Türkiye için 2007’nin önemli gündem maddelerinden birisi yılın sonunda, DTÖ Ticaret Politikalarını Gözden Geçirme Mekanizması (Trade Policy Review Mechanism-TPRM) çerçevesinde, Cenevre’de yapılacak Türkiye incelemesidir. (18) Bir diğer önemli konu ise, ABD’nin pirinç ithalatındaki uygulamalarımızı gerekçe göstererek ülkemiz aleyhine DTÖ Anlaşmazlıkların Halli Sistemi kapsamında açtığı davadır. ÇHC’nden yapılan ithalatta bazı ürünlere karşı DTÖ sistemi çerçevesinde aldığımız tedbirler 2007’de de gündemde kalacaktır. Listeyi daha uzatmak mümkünse de burada noktayı koymak yeterli olur düşüncesindeyim.
Zira yazının sonu aslında başa dönüştür. DTÖ önemlidir ve ilgiyi hak eder.
(*) İkinci Katip, Çok Taraflı Ekonomik İşler Genel Müdür Yardımcılığı, Dışişleri Bakanlığı
(1) 23 ülke Ekim 1947'de, Cenevre'de, Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşmasını (GATT) imzalamışlardır. Önce “geçici” olarak tanımlanan GATT, 1948-1994 yılları arasında uygulana gelmiş ve uluslararası ticaretin yürütülmesinde belirleyici olmuştur. 1994 yılında imzalanan Marakeş Anlaşmasıyla GATT sistemi DTÖ çatısı altında kurumsal bir kimlik kazanmıştır.
(2) Bu çok sayıda Anlaşma ve hukuki belgeyi başlıca altı başlıkta toplamak mümkündür. Bunlar: DTÖ’nü kuran temel anlaşma; ticaretin üç temel alanını teşkil eden “Mallar”, “Hizmetler” ve “Fikri Mülkiyet Hakları” alanlarındaki anlaşmalar; Anlaşmazlıkların Halli Sistemi ve üye ülkelerin “Ticaret Politikalarını Gözden Geçirme Mekanizması (TPRM)”
(3) DTÖ tarafından yayınlanan 2005 kesin rakamlarına göre Türkiye’nin toplam mal (goods) ve hizmet (commercial services) ihracatı sırasıyla 75,1 ve 24,6 milyar olup, toplam ihracat, 102 milyar Dolardır. 2005 toplam ithalatımız 120 milyar Dolar olup, bunun 91,1 milyarı mal, 8,9 milyar Doları ise hizmet ithalatıdır. Devlet Bakanı Sayın Kürşad Tüzmen, 2007 yılı bütçesi görüşmeleri çerçevesinde TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda yaptığı konuşmada, 2006 yılı mal ihracatımızın 84 milyar, ithalatımızın ise 135 milyar Dolar düzeyinde gerçekleşmesinin beklendiğini kaydetmiştir.
(4) 19.12.2006 tarihli Devlet Bakanlığı Basın Bülteni.
(5) Doha Development Agenda (DDA)
(6) Doha Kalkınma Turu (DDA) başlığı altında yer alan temel müzakere/çalışma konuları: “Tarım, hizmetler, sanayi ürünleri, pamuk, ticaretle bağlantılı fikri mülkiyet hakları, kamu sağlığı, ticaretin kolaylaştırılması, kurallar (anti-damping ve sübvansiyonlar), bölgesel ticaret anlaşmaları, anlaşmazlıkların halli sistemi, ticaret ve çevre, elektronik ticaret, küçük ekonomiler, ticaret, borç ve finans, ticaret ve teknoloji transferi, DTÖ Anlaşmalarının uygulanması, teknik yardımlar, EAGÜ’lerin durumları, GYÜ ve EAGÜ’lere yönelik farklı ve lehte muameleler, ticaret için yardım.” Diğer yandan, ticaret-rekabet; ticaret-yatırımlar ve ticaret-kamu alımları alanları Doha Turu başlatıldığında müzakere konuları arasında yer almıştı. Ancak, GYÜ ve EAGÜ’lerin bu alanlardaki müzakerelere şiddetle karşı çıkmaları ve bir ilerleme kaydedilemeyeceğinin anlaşılmasıyla bu konular müzakere gündeminden çıkartılmıştır.
(7) Yoksa çiftçilerinin lüks arabalarla dolaşmasına, ineklerinin ise bir günde bazı Afrika ülkelerinde 10 kişiye düşenden daha fazla parayla yetiştirilmesine kaynak ayırabilecek zenginler kulübü mü desek.
(8) AB ve ABD’nin aralarında anlaşmazlıklar olduğunu, hatta Doha turunun askıya alınmasında önemli paya sahip olduklarını söylemek mümkündür. Her şey bir yana kendilerinden beklenen liderlik rolünü üstlenmiş görülmemektedirler. Genel Müdür Lamy, Turun askıya alınmasını önermeden önce son bir gayretle tarım ve sanayi müzakerelerinde ilerleme sağlanabilmesi için 23-24 Temmuz 2006 tarihinde G6 ülkeleri (AB, ABD, Avustralya, Brezilya, Japonya ve Hindistan) Bakanları ile bir dizi toplantı yapmıştır. Toplantılarda, “tarım ürünlerinde pazara giriş ve iç destekler” konularında hiç bir ilerleme sağlanamamıştır. ABD’nin tarımda iç desteklerde gerçek anlamda indirime olanak tanıyacak bir formüle karşı çıktığı, bunun üzerine, AB’nin GYÜ’ler ile birlikte tarımda daha fazla tarife indirimine olumlu bakmadıkları söylenmektedir. Tarım müzakerelerinde yaşanan bu tıkanıklık üzerine sanayi ve diğer müzakere alanlarına ilişkin konuların tartışılması bile mümkün olmamıştır. Tarım müzakerelerindeki anahtar nokta, GYÜ’lerin (özellikle G-20’nin) pazara giriş alanında açılım sağlamalarına (tarım gümrük tarifelerinde kapsamlı indirim yapılması) ön koşul olarak ABD, AB ve Japonya’nın iç destekler ve ihracat sübvansiyonları konularında adım atmalarını beklemeleridir. Son dönemde tarım konusunda ABD ve AB tarafından inisiyatif alınarak, iç destekler ve ihracat sübvansiyonlarında indirim yapılması önerileri yapılmıştır. Esasen, her iki taraf da bu alanlarda önce diğerinin adım atması gerektiğini savunmakta, bu bakımdan beklemeyi tercih etmektedir.
(9) Örneğin Turun askıya alınmasıyla, pamuk sübvansiyonlarının 2006, tarımda ihracat sübvansiyonlarının 2013 yılı sonuna kadar kaldırılması; EAGÜ’lere tarife ve kotadan muaf pazara giriş olanağı sağlanması ve ticarete yönelik yardım programları gibi alanlarda ahiren elde edilen kazanımlar da askıya alınmıştır. Bu durumun özellikle GYÜ ve EAGÜ’leri olumsuz yönde etkileyeceği değerlendirilmektedir.
(10) Bugüne kadar GATT/DTÖ sisteminde sekiz tur müzakere yapılmıştır. Doha Turu dokuzuncudur.
(11) Sadece Anlaşmazlıkların Halli Sistemi’ne ilişkin müzakereler tek paket/taahhüt (single undertaking) dışındadır.
(12) Vietnam’ın 11 Ocak 2007 tarihi itibariyle üye olması ile 150 ülke DTÖ üyesidir. DTÖ üyeleri dünya ticaretinin %97’sini gerçekleştirmektedir. 30 ülke ise DTÖ üyeliği için sırada beklemektedir. DTÖ’ne katılım oldukça zor bir süreç sonunda gerçekleşebilmektedir.
(13) Kaba bir ifade tarzı da olsa, “hazırlayan” ve “kabul eden” ayırımı yapmakta fayda vardır. Hazırlayanlardan kastım profesyonel uzmanlardan oluşan DTÖ Sekretaryası değildir. DTÖ üyeleri içinde, “belirleyici üyeler” ve “”figüranlar” gibi bir ayırım yapılabilir.
(14) Bakınız dipnot 7: Turun askıya alınması üzerine, AB Ticaret Komiseri Peter Mandelson, Doha Turunun ABD'nin tarım sübvansiyonları konusunda beklenen tavizleri vermemesi dolayısıyla çıkmaza girdiğini; AB'nin ise bu konuda daha esnek davranarak tarım sübvansiyonları konusunda gerekli reformları gerçekleştirdiğini kaydetmiştir.
(15) 29 Temmuz 2006 günü ABD Ticaret Temsilcisi Susan Schwab ile DTÖ’nde GYÜ’lerin önde gelen ülkelerinden Brezilya’nın Dışişleri Bakanı Celso Amorim’in yaptıkları görüşme sonrasında, Doha Turu’nun tekrar işlerlik kazanabilmesi için önümüzdeki 5-7 ayın hayati önemde olduğu, bu süre zarfında bir gelişme sağlanamazsa, en azından 2-3 yıl daha beklemek gerekeceği dile getirilmiştir.
(16) Lamy sözkonusu öneriyi yaparken özetle şu hususların altını çizmiştir “Daha önce yaptığım temaslara ilave olarak Brüksel ve Washington'da görüşmeler yaptım, APEC Bakanlar Toplantısı çerçevesinde 20 ayrı Bakanla görüştüm, zaten mevcut olan Doha Turu müzakerelerinin yeniden başlaması yönündeki isteğin arttığını, buna paralel olarak ikili temasların da çoğaldığını gördüm. Müzakerelerin 2007 yılı sonuna kadar bitirilebilmesi için 2007 Baharının ilk günlerinde başlaması gerekmektedir. Çalışma yöntemi olarak, Müzakere Grup Başkanlarının delegelerle temas etmek suretiyle kendi inisiyatiflerini kullanarak çalışmaları başlamalarını ve bütün grupların çalışmalarının şeffaf olmasını öneriyorum.”
(17) Ne yazık ki, tekstil sektörümüzün son birkaç yıldır çektiği sıkıntılar, DTÖ sisteminde on yılı aşkın bir süre önce belirlenmiş bir sürecin bilinen sonucudur. Buna benzer gelişmelerin, zamanında belirlenecek doğru politikalar ve alınacak yapısal önlemlerle sıkıntısız atlatılabilmesi mümkündür.
(18) DTÖ üyeleri dünya ticareti içinde aldıkları paya göre belirlenen aralıklarla incelemeye tabi tutulmaktadır. Böylece, üyelerin DTÖ sisteminin gereklerini yerine getirip getirmedikleri kontrol edilmekte, ticari mevzuat ve uygulamaları incelenmektedir. Sözkonusu inceleme ülkemiz için dört yılda bir yapılmakta olup, bugüne kadar 1994,1998 ve 2003 (Sekretaryanın yoğun iş programı nedeniyle 2002’de yapılamamıştır) yıllarında üç inceleme gerçekleştirilmiştir.