Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın Anadolu Ajansı Editör Masası'na Verdiği Mülakat, 19 Eylül 2024

SUNUCU-Sayın Bakanım hoş geldiniz.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN-Teşekkür ederim.

SUNUCU-Çok yoğun bir gündem. Lübnan’da bir saldırı oldu, Avrupa Birliğiyle ilişkiler, BRICS ile ilişkiler, Birleşmiş Milletler Liderler Zirvesi, Suriye ile ilişkiler, İran ile ilişkiler çok yoğun ve dikkat çekici bir yayın olacak. Öncelikle ben en sıcak konudan başlamak istiyorum, geçtiğimiz günlerde üst üste Lübnan’da bir saldırı yapıldı, bu saldırı pek çok soruyu da beraberinde getiriyor, yeni bir savaş konseptine mi giriliyor, yeni bir mücadele konseptine mi giriliyor? Öncelikle Lübnan’daki olaylar ve saldırılarla alakalı bir yorumunuzu alalım, sonra gündemimize yavaş yavaş girelim.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Öncelikle teşekkür ediyorum misafir ettiğiniz için hepinize. Tabii Lübnan’da meydana gelen patlamalar şu anda yaklaşık bir yıldır devam eden savaşın bir devamı, bir parçası. Bizim savaşın başından beri gördüğümüz İsrail stratejisine ilişkin bir gerçeklik vardı, o da şuydu: İsrail ilk önce Gazze’yle ilgili hesaplarını bir görecek, ondan sonra Lübnan’a bu işi kaydıracak diye. Şimdi adım adım Lübnan’a doğru tırmandırmaya başladığını görüyoruz. Tabii son iki gündür olan patlamalar elektronik cihazlarla ilgili. Yani bunlar tabii istihbarat literatüründe fırsat operasyonu diye nitelendirilen operasyonlar. Belli ki Hizbullah’ın yapacağı satın almaları gerek teknik gerek insan istihbaratı kaynaklarıyla İsrail önceden öğreniyor, daha sonra bunlara paravan şirketler veya başka şekilde nüfuz ediyor, hulul ediyorlar, ondan sonra bugünkü şeyle de karşılaşıyoruz manzarayla.

SUNUCU- Bunun yeni bir konsept olduğunu söyleyebilir miyiz?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Yok.

SUNUCU- Bu daha önce de kullanıldı.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Bu istihbarat örgütlerinin çok sık kullandığı bir şey, ama burada tabii bir farklılık var, bu büyük bir çapta kullanılıyor. Bu tabii büyük bir çapta olunca, çok, binlerce insanı etkileyen bir operasyon. Ben ilk gün Lübnan Başbakanını da aradım hem geçmiş olsun dileklerimi ilettim hem de Türkiye olarak, Sayın Cumhurbaşkanımızın selamını da ileterek her türlü tıbbi desteğe hazır olduğumuzu da söyledim. O esnada tabii onun da söyledikleri vardı. Gerçekten şu anda bölgedeki tırmanma endişe verici, yani İsrail’in yürüttüğü bu operasyonların giderek daha büyük, provokatif bir şekle dönüşmesi ve karşılığında da artık Hizbullah’ın, İran’ın ve diğer onlara yakın unsurların artık cevap verme dışında da bir seçenekle karşı karşıya kalmamaları gibi bir noktaya geldik artık.

SUNUCU- Yani o konuya gireceğim ama siber güvenlik anlamında dünyada her ülke siber güvenlik tedbirlerini artırıyor, özellikle bu son olaydan sonra bu konuda bir hassasiyet oluştu. Türkiye bu durumda neler yapabilir, neler yapacak?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Siber güvenlikle ilgili aslında ülkemizde, kurumlarımızda büyük bir farkındalık var. Burada biliyorsunuz Ulaştırma Bakanlığı bünyesinde bir genel müdürlüğümüz var aslında bu konuyla ilgilenen, diğer taraftan Milli İstihbarat Teşkilatının siber güvenlikle ilgili konularda oldukça yetkin kabiliyetleri var, emniyet teşkilatımızda yetenek var. Şimdi esas itibariyle, müstakil bir siber güvenlik teşkilatının kurulmasıyla ilgili konu Hükümetimizin de gündemine getirildi, Cumhurbaşkanımız Milli Güvenlik Kurulunda da yapılan tartışmalar neticesinde, yani bunun artık olması gerektiği konusunda bir irade koydular. İnşallah çok yakın zamanda bunun hayata geçeceğini göreceğiz.

SUNUCU- Peki, teşekkür ediyorum.

Gelelim İsrail ve bölge meselelerine. Arap Ligi Zirvesi’ne de katıldınız çok güçlü mesajlar verdiniz. Bölge nereye gidiyor? Sizin bir açıklamanız vardı bu olayların sonunda ya daha büyük bir barışa ya da daha büyük bir savaşa gideceğiz diye, nereye gidiyoruz?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Bölge esas itibariyle hala iki potansiyeli beraberinde taşıyor, çünkü savaşın başından beri özellikle İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Ligi ülkelerinin oluşturduğu Temas Grubunun, Türkiye’nin de içinde bulunduğu yedi ülkeli temas grubunun, çok yoğun faaliyetleri oldu. Yani o faaliyetler zaman zaman da kamuoyuyla paylaştığımız faaliyetler. Özellikle Filistin meselesinin unutulmuş tanımını, unutulmuş boyutlarını yeniden gündeme taşımada ve Filistin meselesine nasıl yaklaşacağımızı tekrar önceliklendirmede çok muazzam bir rol oynadı. Orada neyi kast ediyorum? Gazze’de yürüyen bir katliam var, soykırım var, bunu durdurmak için elimizden geleni yapmamız lazım, bir taraftan onu engellemeye çalışıyoruz. Diğer taraftan, benzer savaşlar Filistin konulu tekrar etmesin diye, iki devletli çözümün tek çözüm olduğu konusunda da muazzam bir çaba var.

Şimdi dün mesela BM’de kabul edilen bir karar tasarısı var en son. Biliyorsunuz daha önce BM’de hem Filistin’in devlet olarak tanınmasıyla ilgili 150’den fazla üyenin kabul ettiği bir karar tasarısı olmuştu, şimdi de 124 tane üyenin Uluslararası Adalet Divanı’nın aldığı İsrail’in işgal ettiği topraklardan bir yıl içerisinde çekilmelidir kararını onaylayan bir Genel Kurul kararıyla karşı karşıyayız. Şimdi burada şunu görüyoruz: Aslında Filistin Devleti unutulmuştu, Filistin Devleti’nin iki devletli çözümü tekrar gündeme taşımış olması iyi. Bu noktada uluslararası toplumda gerçekten çok büyük bir bilinç oluştu, artık uluslararası toplum şu gerçeği teslim ediyor ve arkasında duruyor: Tamam İsraillilere nasıl devlet veriliyorsa, Filistinlilere de devlet verilmesi lazım. İsrailliler nasıl egemenlik ve güvenlik peşindeyse Filistinliler de egemenlik ve güvenlik peşinde olmalı. Bunun ikisinin olmadığı bir yerde birisinin egemen, güvenlik için her şey yaptığı bir yerde, diğerinin ise edilgen, baskıya uğrayan, köleleştirilmiş bir toplum olması meselesini artık kimse kabul etmiyor, almıyor da. Ama bunu sürekli yüksek bir sesle vurgulamak, anlatmak ve mücadelesini vermek gerekiyor.

Şimdi bir taraftan böyle bir meşruiyet alanı var, diğer taraftan da Netanyahu’nun Batı desteğiyle yürüttüğü, bölgede 20. yüzyılın başlarında başlatılmış Filistin topraklarının tamamıyla çalma projesinin nihayete erdirilmesi projesi de bir taraftan devam ediyor, iki alanda da gidiliyor. Katliam devam ediyor, soykırım devam ediyor, Lübnan’a yönelik tehditler devam ediyor. İran’ın da devreye girmesiyle daha büyük bir savaşın çıkması gerçeğiyle de karşı karşıyayız, bütün bu riskler de hali hazırda mevcut. Şimdi bunların olduğu bir ortamda riski azaltıp çözümü daha da öne çıkartmayla ilgili neler yapabiliriz, bunu sürekli çalışıyoruz. Çünkü, risk bölgesel savaşla başlayıp neredeyse küresel savaşa erişme potansiyeli taşıyan bir risk. Dün Ürdün’deydik Temas Grubu olarak, Ürdün Kralı tarafından da kabul edildiğimizde orada da gördüğüm şey şu: Yani gerçekten Ürdün de Batı Şeria’da son haftalarda olan İsrail operasyonları nedeniyle kendisini bir askeri alarm düzeyine getirmiş durumda. Çünkü, artık orada olacak İsrail oldubittisine sessiz kalmayacağını Ürdünlüler artık hem dostlarına hem uluslararası muhataplarına iletiyorlar. Yani bu da alarm verici bir şey, bizim şu anda Lübnan’ı düşünürken Ürdün’ü de içine alacak, Mısır’ı da içine alacak, bölgenin tamamını içine alacak bir savaş riski her zaman için mevcut ve Netahyahu bunu ilerletmede kararlı. Vahim olan tabii uluslararası sistemin özellikle Amerika’nın bunu durdurma konusunda herhangi bir aracının ve yeteneğinin olmaması.

SUNUCU- Uluslararası sistem bu noktada bir araya gelip İsrail’in soykırımını durduramıyor, fakat bu çatışmalar da gittikçe derinleşiyor. Siz Filistin Devleti’ni artık daha yakın mı görüyorsunuz, Filistin Devleti’ne uluslararası düzeyde daha yakın bir noktada mıyız bu çatışmaların ardından?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Filistin Devleti’ne şu anda bir veto uzaklığındayız sadece dünyadaki yani 200’e yakın ulus devletin çoğunluğunun tanıdığı, BM Güvenlik Konseyi üyelerinin itiraz etmediği, sadece Amerika hariç, bir devlet konusu var. Zaten tanıyan devletler Filistin’le devlet ilişkisini sürdürüyorlar. Yani Filistin’in devletleşmesi, devlet olarak tanınması ve işlemesi konusundaki hukuki ve uluslararası tanınırlık konusunda aslında çok şükür bütün aşamalar hemen hemen BM Güvenlik Konseyi hariç tamamlanmış durumda. Problem ne? Problem, İsrail’in devam eden soykırım ve işgalinden dolayı Filistin Devleti’nin kendi egemenlik haklarını ve organlarını kullanarak kendi kendini yönetmesiyle ilgili bir şu anda sıkıntıyla karşı karşıyayız. Tabii İsrail iki devletli çözümü özellikle Netanyahu’nun olduğu dönemde unutturarak de facto durumu uluslararası sisteme kabul ettirmeye çalışmıştı. Maalesef ve maalesef yani bazı Filistinliler de özellikle tabii imkansızlıktan dolayı işte Filistin Yönetimi olarak kalalım, bize ne kadar imkan veriliyorsa bu verilen imkanlarla bu işi götürelim, ne kadar toprak kaldıysa onu götürelim gibi bir kabul edilmişlik içerisinde oldukları için, onlar da aslında bu projeye biraz da dolaylı da olsa hizmet ettiler. Şimdi gelinen noktada, bu hikaye tekrar başlangıç noktasına dönüyor ve olması gereken noktaya dönüyor, çünkü Filistin meselesi Kudüs’ü de içerdiği için sadece Filistin’de yaşayan Arap kardeşlerimizi ilgilendiren bir konu değil. İslam coğrafyasının tamamını ve ötesini ilgilendiren bir konu. Dolayısıyla, burada İslam coğrafyasının hassasiyeti, Müslümanların hassasiyeti, toplumların bu konudaki hissiyatının devletler tarafından politikaya dönüştürülmesi ve uygulamaya konması şu anda iki devletli çözümü tekrar gündeme çok güçlü bir şekilde getirdi.

SUNUCU- Efendim, İsrail-Filistin meselesini son soruyla artık geride bırakmak istiyorum, o da şu: İsrail bu savaşı nasıl bitireceğini biliyor mu, planı var mı sizce?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- İsrail bu savaşa nereden bakıyor? Bence o soruyu sormak gerekiyor. Yani bu savaşı siyasal bir çözüme götürmek için ve kalıcı bir barış için mi istiyor, yoksa bu savaşı klasik savaş yöntemlerini kullanarak, tırnak içinde tehdit olarak gördüğü her şeyi elimine ederek askeri, siyasi, ekonomik, diğer yetenekleri kullanarak, yine klasik yöntemi mi uygulamak istiyor? Bizim gördüğümüz, İsrail’deki şu andaki fanatik radikal hükümet bütün tehditleri yok etme stratejisi güdüyor. Bunun için bütün askeri kabiliyetlerini mobilize etmiş durumda ve bunun için aşamalı strateji uyguluyor. Gazze’de aşamalı strateji uyguladı, Gazze’den sonra şimdi Lübnan’a geçiyor, daha sonra belki başka hedeflere doğru yönelecek. Bunu yaparken Amerika’nın da, Batı’nın da desteğini arkasına alıyor. Şimdi buna dur diyecek bir irade ve güç gerekiyor. Uluslararası sistemin bir araya gelip çok geç olmadan buna dur demesi lazım ya da İsrail’in kendi içerisinden aklıselim insanların ortaya çıkıp bu çılgınlığı durdurması lazım. Neden? Bu çılgınlık sadece Filistinlilere zarar vermiyor, İsrail’in ve İsraillilerin de geleceğini ipotek altına almış durumda. Bu kadar masumu siz katlederseniz, topraklarını çalarsanız, onursuzlaştırırsanız, bunun üreteceği tepkinin altında siz uzun yıllar kalırsınız ve bu tepki ne zaman, hangi şekilde kendisini gösterecek ve nerede gösterecek bilemezsiniz. Bu sizi gelecek on yıllar, yüz yıllar güvensizlik sarmalı içerisinde tutacak. Aklı başında olan İsrailli bunu görüyor, ama şu anki hakim zihin, fanatik zihin aklıselimden uzak, tamamıyla yok etmek üzerine dizayn edilmiş bir politika uyguluyor. Şimdi bunun bu şekilde tasvir edilmesi, sınıflandırılması bile fevkalade önemli. Neden? Konu İsrail olunca, konu İsrail’in desteklenmesi olunca, Batı’da o kadar fazla bir tek düzelik, o kadar fazla kendiliğinden üretilmiş hakikat algılayışı vesaire vardı ki, insanlar alternatifi bile sorgulamıyorlardı. Şimdi geldiğimiz noktada, aslında bunun sadece ilgili Müslüman topluluklar nezdinde değil, dünya coğrafyasında sorgulanabilir olması, sadece Filistin meselesinde bir haklılık noktasını ortaya çıkarma değil. Artık dünya şunu söylüyor: Ezilenlerin, sömürülenlerin, uluslararası sistem tarafından gözleri boyanan bir kamuoyu vesilesiyle, tahakküm altına alınan toplulukların artık bir dakika burada söylediğiniz bütün hikaye yalan, anlattığınız şey kurgu, uyguladığınız politika zulüm. Bunun değişmesi gerekiyor. Değişmezse dediğim gibi çeşitli şekilde bu kendisini gösterecek.

SUNUCU- Teşekkür ediyorum. Hiçbir savaş da yeryüzünde bebekleri öldürerek kazanılamamıştır. Dolayısıyla, İsrail’in çok fazla gideceği bir nokta yok.

Yusuf Bey’le devam edelim, buyurun.

SUNUCU- Sayın Bakan, dediniz ki bölgede topyekun savaş riski var, daha sonra İsrail’in başka hedeflere de yöneleceğinden söz ettiniz. Benim sorum Suriye’yle ilgili. Bilhassa Suriye rejimiyle normalleşme konusunda, Şam yönetimi sizce zamanı ve konjonktürü doğru değerlendirebiliyor mu? Bununla birlikte, bizim Türkiye ve Suriye arasındaki normalleşme sürecinde ön koşulsuz bir irtibat konusu vardı, bu noktada hangi aşamadayız? Son olarak da Amerika Birleşik Devletlerinin bir normalleşmenin ardından, Suriye’de PKK/YPG’ye vereceği desteği sona erdirip Suriye’den çekilmesi durumu söz konusu olur mu?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Suriye’yle ilgili değerli arkadaşlar, biliyorsunuz Cumhurbaşkanımızın bir müddet önce yaptığı bir açıklama vardı. Burada tabii siyasi iradenin en üst düzeyde yaptığı bir açıklama, o da Esad’la görüşmeye hazır olduğumuzu ifade etmesi. Şimdi biz Esad yönetimiyle epey zamandır çeşitli formatlarda görüşüyorduk, yani özellikle istihbari ağırlıklı, askeri ağırlıklı, çeşitli çok taraflı formatlarda, özellikle Rusların ve İranlıların olduğu ortamlarda hep görüşüldü. Fakat, şimdi aslında şunu biz tekrar görmek istiyoruz: Özellikle 2017’den itibaren Astana formatı ve Türkiye’nin, özellikle Ruslarla yaptığı diğer askeri mutabakatlar neticesinde rejimle muhalefet arasında dondurulmuş bir savaş var, çatışma yok artık dondurulmuş durumda, bir sessizlik ortamı var, herkes kendi bölgesinde duruyor. Bu sessizlik ortamında aradan geçen zaman içerisinde, biz belli konuların aslında kalıcı olarak çözülmesine yönelik adımlar atılması gerektiğini düşündük.

Tabii burada tarafların bu adımları atması gerekiyor, Türkiye’nin bu savaşta, yani rejim ve muhaliflerin savaşında görmek istediği konu, rejimin ve muhaliflerin kendi üzerinde anlaşabilecekleri bir siyasal çerçeve. Bu olduğu zaman, özellikle Birleşmiş Milletler kararları uyarınca, bu olduğu zaman bizim için sorun kalkmıyor. Yani olay tanımlanırken aslında şöyle çok fazla ifade ediliyor: Türkiye ile normalleşme meselesi, yani bizimle normalleşmeden de önce, bizim tabii ki ilişkileri normalleşmeyle ilgili kendi aramızdaki sorun alanlarını yönetmemiz gerekiyor, ama bunların başında mesela şunu söyleyeyim: Yurt dışındaki milyonlarca Suriyeli mülteci. Yurt dışında milyonlarca Suriyeli mülteci neden var? Kendi halkıyla, muhalefetiyle problemli olan bir yönetim, milyonlarca mülteci üretmiş durumda.

SUNUCU- En çok da Türkiye’de.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- 3 milyondan fazlası Türkiye’ye gelmiş durumda, 5 milyon mülteci de Türkiye’nin ve Türkiye dostlarının Suriye içerisinde etkin olduğu bölgelerde yaşıyor, rejimin kontrolünün dışında. Biz orada bu sistemi kurmuş olmasaydık 5 milyon insan daha Türkiye’ye gelmiş olacaktı. Neden biz Suriye’nin içerisinde dost unsurlarla varlığımızı sistematik bir şekilde, bu şekilde yapıyoruz? Çünkü, hala orada rejimle ilişkilerinde kendisini güvende hissetmeyen 5 milyona yakın bir kitle var. Şimdi bu kitle rejimle barışını, güven ilişkisini tesis etmediği sürece, yani bizim daha fazla göç almayla ilgili endişelerimizin izale edilmesi mümkün değil. Bırakın var olanların geri gitmesini gönüllü bir şekilde, daha fazla mültecinin Türkiye’ye gelmesini engelleyecek bir sistem olmuyor.

Biz hep şunu söylüyoruz: Kendi muhalefetinle nasıl bir sistem kuracaksın, kendi halkınla, milyonlarla nasıl barışacaksın? Odaklanmanız gereken yer burası. Türkiye ile ilgili konu, mülteciler meselesi, terörle mücadele meselesi, bunlar bizim çok rahat konuşacağımız ve konuştuğumuz da konular. Çünkü biz kendimizden eminiz, ne istediğimizi biliyoruz, Cumhurbaşkanımızın o konudaki vizyonu fevkalade net. Kurumlarımız bu konuda son derece bilgili, yani Silahlı Kuvvetlerimiz olsun, Milli İstihbarat Teşkilatı olsun, diplomasimiz olsun, bu konuda yoğun bir koordinasyonumuz var, ama şu anda ne yapıyoruz? Şu anda getirdiğimiz noktada sürekli dinamik bir şekilde yürüttüğümüz ilişkilerle sorunun daha fazla ileriye gitmemesi, çatışmaların olmaması ve daha fazla insanın ölmemesi. İkincisi, daha fazla insanın mülteci olarak çıkmaması, şu anda bu ortam buna yarıyor. Diğer taraftan Türkiye, terörle mücadelesini sürdürüyor. Sizin sorduğunuz Amerika boyutuna gelince. Amerika, Suriye ile ilgili kendi taleplerinde aslında bu konuyu çok fazla ilişkilendirmiyor. Dolaylı olarak nereden ilişkilendirir? Amerika’nın ortaya koyduğu şartlarda, özellikle BM şartlarına yönelik birtakım çözümleri olması gibi konular var, çünkü Sezar Yasası biliyorsunuz Suriye’yle ticari ilişkiler dahil olmak üzere bütün ilişkileri Amerika kendi hukuki normlarıyla yasaklıyor, kendi hükümranlık alanı içerisinde olan entitelere. Bunun içinde Dolarla iş yapan, Amerikan şirketleriyle iş yapan ne kadar yapı varsa, Suriye’yle ticaret yapmada sıkıntı yaşıyor. Bu, Suriye ekonomisi zaten kötü oldukça, daha kötü durumda tutuyor.

Şimdi bir de üçte bir tarafı Amerika’nın desteklediği PKK/YPG üzerinden işgal edilmiş durumda, işgal edilen bölgelerde de özellikle Suriye’nin çok işine yarayacak doğal zenginlikler var, petrol başta olmak üzere. Türkiye’nin istediği tarzda bir çözümün olmasının ben diğer sorunları da Suriye’nin daha rahatlıkla çözeceğine inanıyorum, yani orada bir bağlantı var, ama çok direkt bağlantı olmayabilir.

SUNUCU- Teşekkürler.

Avrupa Birliği ile ilişkiler, Gamze Hanım buyurun.

SUNUCU- Sayın Bakanım, 29 Ağustos’ta AB Dışişleri Bakanları Gayriresmi Toplantısı’na katıldınız, özellikle Kıbrıs’la bağlantılı bazı mesaj ve tespitleriniz oldu. Mesajlarınız AB tarafında ne tür yankılar buldu? Ayrıca, Türkiye’ye ilişkin tam üyelik perspektifi konusunda samimi gözlemleriniz nelerdir? Son olarak, aşırı sağın hız kaybetmeyen yükselişi bu tabloyu nasıl etkileyecek?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Evet, Avrupa Birliği Gymnich Toplantısı’na, Dışişleri Bakanları Gayriresmi Toplantısı’na davet edildik, uzun bir aradan sonra. Bu önemli bir toplantıydı, çünkü hem formatı itibariyle, hem tartışılan konular ve daha sonra yapılacak olan takibi itibariyle de önemli bir toplantı. Burada uzun zamandır beraber çalıştığımız Bakan arkadaşlar var, onlarla görüşlerimizi hep paylaşıyorduk birebir. Yüksek Temsilci Borrell’le de sürekli bir araya geldiğimizde pozisyonlarımızı biliyoruz, anlatıyoruz, ne olduğunu biliyoruz. Genişlemeden Sorumlu Komiser Varhelyi vardı, onunla da zaten pozisyonlarımız belli, ama ne farklı? Birbirimizi ikili düzeyde tanıdığımız bütün aktörler, artık hepsiyle AB-Türkiye konulu bir toplantıda bir araya geldik. Türkiye’yle bir nevi dondurulmuş birtakım ilişkiler bundan sonra nereye nasıl gidebilir sorusuna bir cevap arama egzersiziydi.

Şimdi esas itibariyle, bizim birebir yaptığımız ilişkilerde de gözlemlediğimiz konuların orada biraz daha, daha yapısal bir şekilde tartışıldığı bir düzlem oldu. Biliyorsunuz Cumhurbaşkanımızın seçildikten sonra Avrupa Birliği’yle alakalı ortaya koyduğu yenilenmiş vizyonu var, yani her seçimden sonra Cumhurbaşkanımızın ülkemizin dış politikasıyla ilgili, güvenlik politikasıyla ilgili, dost-düşman tanımıyla ilgili halkın artık iradeyi verdiği makam olarak yenilediği ifadeleri var, yani bunları dikkatle takip etmek gerekiyor, ama bunlarda da ciddi bir devamlılık var. Terörle ilgili düşman tanımı, Türkiye’nin birliği-bütünlüğü tanımı ve aynı zamanda Avrupa Birliği ile ilgili konu, bu konuda hep nettir. Seçildiği andan itibaren de tekrar Avrupa Birliği’yle ilgili Türkiye vizyonunun değişmediğini Cumhurbaşkanımız vurgulamıştı. Ben bu konuyu açıkçası başlangıç noktası olarak ortaya koydum. Tabii bu şunun için önemli: Avrupa Birliği’nde bir tarafın girmesi ve diğer tarafın kabul etmesi, yani bu karşılıklı irade beyanıyla olacak bir şey. Demokrasilerde bunun siyasi iradeyle mümkün olması gerekiyor. Şimdi Türkiye’nin 2004’ten itibaren ortaya koyduğu siyasi iradenin devam ettiğini biz ortaya koyduk, ama Avrupa Birliği’nde 2008’den itibaren artık siyasi iradenin değiştiğini, bu noktada bir siyasi irade olmadığını. Bu irade Türkiye-Avrupa Birliği üyelik ilişkilerini tam ortada bıraktı. Şimdi üyelik ilişkileri irade yoksunluğundan dolayı ilerleyemezken, diğer taraftan aday ülke statüsüyle yapmamız gereken şeyler var, yani beraber yapmamız gereken konular var. Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri içerisinde gerek ticari olsun, gerek siyasi olsun bu konularda atılması gereken adımlar var. Yani üyelik konusu ilerlemiyor diye diğer konularda çalışmama olmaz, fakat son yıllarda birtakım subjektif yaklaşımlar, bazı AB üyeleri ülkelerinin kendi konularını AB’nin merkezi konusu gibi yapma çabaları, esas itibariyle AB gündemini Türkiye’yle ilişkilerde biraz dibe çekti. Burada biz tekrar bu dibe çekmeyi normalleştirme, özellikle ticaret, ekonomi, vize, eğitim, kültür gibi alanlardaki zaten var olan normal işleyişimizi daha da pekiştirmek, daha da yapısallaştırmak konusunda neler yapılabilir onu gördük.

Şimdi gözlemlerimden biri şu: Özellikle son 3-4 yıldır Ukrayna-Rusya Savaşı başta olmak üzere, Ortadoğu’daki Gazze Savaşı ve diğer konuların, Çin, Rusya ve diğer ülkelerin giderek daha başka bir boyuta evrilmesi, ittifak şekli itibariyle, Avrupa Birliği’nin jeostratejik olarak bir alarm seviyesine geldiğini görüyoruz. Avrupa Birliği esas itibariyle ekonomik sorunlara yönelik dayanıklılığını fevkalade geliştirmiş, güvenlik ve jeostratejik konularını da Amerika üzerinden, onun sağladığı şemsiye, koruma üzerinden yürüten bir yapıydı. Şimdi ama bunun da yetmeyeceğini veya Amerika’nın bunu yaparken, kendilerinin de her zaman kabul edeceği ve halkları tarafından benimseneceği bir politika olmayacağını da görmüş oldular. Maliyet ve bedel var, bu ne kadar yönetilebilir? Şimdi bizim onlara tabii baştan beri söylediğimiz şuydu: Avrupa Birliği meselesi, özellikle Türkiye ile alakalı, biz bunu ortaya koyarken vizyonumuz ne? Avrupa Birliği esas itibariyle coğrafi devamlılığı olan bir yapı. Yani Türkiye şu anda Avrupa Birliği üyesi olan ülkelere komşu, kendisi de Avrupa’nın bir parçası coğrafya olarak. Hem Ortadoğu’ya bakan, hem Asya’ya bakan, hem Kafkasya’ya, birçok yeri var. Şimdi Avrupa’nın da bir parçasısınız, coğrafi devamlılık olarak siz de Avrupa Birliği üyesi olsanız, 2008-2009’lu yıllarda, benim değerlendirmem Birleşik Krallık, Avrupa Birliği’nden çıkmazdı. Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nde olduğu, Türkiye’nin Avrupa Birliği’nde olduğu, yani doğudan ve batıdan gerçekten iki güçlü aktörün Avrupa Birliği içerisinde olduğu bir ortamda, jeostratejik bu türden dip akıntılarının olduğu yerde, Avrupa Birliği Atlantik tarafına daha fazla sürüklenmez. Türkiye daha farklı dip dalgasına maruz kalmaz. AB-Türkiye, yani herkes bulunduğu yerde daha güçlü bir çekim merkezi oluşturabilirdi jeostratejik olarak. Ama bunu yapmadığınız zaman başka çekim merkezlerinin dip dalga akıntılarına siz kapılıyorsunuz. Çünkü, dünyadaki uluslararası sistemin ürettiği mücadele enerjisi de bunu dikte ediyor.

SUNUCU- Bu stratejik perspektifle olaya yaklaşmayan Avrupa Birliği’nde son dönemde yükselen bir aşırı sağ var. Bu aşırı sağ Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerini nasıl etkiler? Schengen’le alakalı şu an Almanya’nın almış olduğu bazı tedbirler var, bazı Avrupa Birliği ülkeleri Schengen’in de facto olarak artık işlemediğini ifade ediyor. Aşırı sağ ve Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri nasıl ilerler?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Aşırı sağ konusunda bizim pozisyonumuz şu: Onu toplantıda da ifade ettiğim için burada söylemekte de beis görmüyorum. Türkiye’yle olan ilişkilerinde, özellikle merkezi Avrupa ülkeleri aşırı sağ iktidardaymış gibi davrandılar hep zaten. Dolayısıyla, bugün aşırı sağ iktidara gelse Avrupa Birliği’nde bizim için değişen bir şey yok Türkiye olarak. Bizim soydaşlarımız ve vatandaşlarımızla ilgili ne olabilir, onunla ilgili sorunlarımız olur, endişelerimiz olur, onları çok yakından takip ediyoruz. Ama onun dışında devletten devlete politik ilişkilerde ne olur meselesiyle alakalı aslında… Yani şöyle bir kaygıyla sürekli Avrupa Birliği politika oluşturdu: Biz Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğini ilerletirsek, Türkiye’yle ilişkilerimizde pozitif gündemi çok gündeme getirirsek ne olacak? Biz aşırı sağa zemin kaybedeceğiz. Onun için Türkiye’yle ilgili pozitif konuları ilerletmeyelim, geriye alalım; merkezi Avrupa ülkelerinden bahsediyorum.

Yapmadınız da ne oldu?

SUNUCU- Aşırı sağ yine yükseldi.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Ama mukabilinde neyi kaybettiniz? Çok büyük bir stratejik avantajı kaybettiniz. Bu türden uluslararası krizlere dayanaklı olmayla ilgili bir yeteneğinizi kaybettiniz. Büyük bir müttefikle yüzde yüz perçinleşme imkanını kaybettiniz veya geciktiriyorsunuz.

Bu maliyetleri tabi görecek, analiz edecek ve toplumlarına anlatacak liderlere ihtiyacı var. Şimdi sokak siyasetini siz birilerini ötekileştirip kendinizi yüceltme üzerinden kurduğunuz zaman ve bunun üzerinden çok hızlı büyüme stratejisi izlediğiniz zaman, oy kazanma stratejisi izlediğiniz zaman, kısa vadede bir şeyler alıyor gözüküyorsunuz, ama bunu yaparken çok büyük jeostratejik dengeleri de darmadağın ediyorsunuz; bu bir maliyet öngörme meselesi.

Dolayısıyla biz aşırı sağı çok yakından takip ediyoruz, ama zaten Türkiye Avrupa’da aşırı sağ iktidardaymış gibi sürekli şey yapılan bir ülke olduğu için…

SUNUCU- Teşekkür ederim.

Çok büyük bir değişiklik olmayacak diyorsunuz.

Yahya Bey’le devam edelim.

SUNUCU- Efendim, Batı’yı çok konuştuk, ben biraz da Doğu’yu sormak istiyorum, BRICS meselesini. Tartışılıyor, konuşuluyor, Ankara’dan yapılan bu konuda açıklamalar yok, benim gözümden kaçmadıysa eğer. Ama Rusya’dan, oradan-buradan bazı açıklamalar geliyor. Konu nedir? Türkiye BRICS üyesi oluyor mu, beklentisi ne, başka bir perspektif mi var? Bunu netleştirebilir misiniz?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Memnuniyetle. Cumhurbaşkanımız da defaatle izah ettiler, biz de konuştuk. Biz, özellikle mevcut dünyada 200 tane aşağı yukarı ulus devlet aktörünün olduğunu, bu aktörlerin giderek daha fazla yetkinleştiği ve giderek daha fazla ticari aktör, devlet dışı aktörün ve teknolojik faktörün içine dahil olduğu bir dünyada güç matriksinin sürekli evrildiğini görüyoruz. Bunu iyi görüp iyi analiz etmek gerekiyor. Bütün bu matriksin içine katılan ulus devlet aktörleri başta olmak üzere diğer aktörleri de işin içine alarak.

Bu matriksi görmek, analiz etmek, devimini yakalamak niye önemli? Şunun için önemli: Yani hesabınızı, kitabınızı yaparken, bir, burada hangi nitelikli ittifakları hangi konuda geliştirmeniz gerekiyor, onu görmeniz gerekiyor. Hiçbir ülkenin ittifak kurmadan yeryüzündeki krizleri tek başına çok büyük bedeller ödemeden yürütme şansı yok. Her ülke ittifak kurmak zorunda. Ekonomik ittifaklar, güvenlik ittifaklar, siyasi ittifaklar, birçok ittifak.

Şimdi Türkiye’nin kadim devlet kültüründe, yani ittifakları kurma, ittifaka dahil olma ve sorumluluklarını yerine getirmeyle ilgili çok güçlü bir geleneği var. Şimdi biz özellikle ekonomiyle ilgili bu kadar çeşitliliğinin olduğu, hareketliliğin olduğu, devimin olduğu, dinamizmin olduğu bir global markette tabi ki bütün alternatifleri, opsiyonları değerlendiriyoruz. Şimdi Avrupa Birliği’ni az önce konuştuk, aslında Avrupa Birliği’nden buraya gelmemiz de fevkalade iyi oldu. Yani Avrupa Birliği’yle bizim ekonomik entegrasyonumuz üyelikle taçlansaydı, şimdi Gümrük Birliği düzeyinde, ama onun da üstüne gidip üyelikle taçlansaydı belki biz birçok konuda bu türden bir arayış içerisinde olmayacaktık. Çünkü Avrupa Birliği’nin şöyle bir mekanizması var: Kendi ekonomik ve ticari iş birliğinin üye ülkenin ihtiyacı olan geliri üretmediği noktada, altyapıyla ilgili özellikle ve diğer konularla ilgili fonlarla devreye giriyor. Yani yüzlerce milyar Euro para veriyor, Türkiye de nüfusa orantılı olduğu zaman bunları şey yapacaktı.

Bunu şunun için söylüyorum: Biz halk tarafından seçilmiş sorumluluğu olan bir hükümetiz. Hükümet kendi icraatlarını hayata geçirirken halkın bir numaralı ihtiyacına cevap vermek zorunda. Bunun için uluslararası ilişkilerini bu şekilde dizayn eder.

Şimdi Avrupa Birliği’yle dediğim gibi biz ilişkilerimizi bu şekilde devam ettirip iyi niyetle bir noktaya götürmeye çalışırken, bunun duraksadığı bir yerde de ekonomik olarak başka ne türden alternatifler olabilir, buna bakmamız normal. BRICS şu anda kurulduğu andan itibaren kurumsallaşması çok fazla gerçekleşmemiş ama bununla ilgili tartışmaların yapıldığı bir platform. Yani AB gibi entegre edilmiş, ortak para birimi, işte finansman usulleri, modelleri, yatırım, kriterler, altyapı vesaire bu konuların çok fazla hala olmadığı bir alandayız.

SUNUCU- O yönde gitmek ve ilerlemek istiyorlar mı, yani Avrupa Birliği gibi bir model oluşturmak istiyorlar mı? Sanki BRICS ülkeleri kendi içinde de bu modeli tartışıyor gibi Sayın Bakanım.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- İşte içine girip göreceğiz, yani işte arayışımız o. Dediğim gibi, biz sadece BRICS’e değil, ASEAN’a da çok yakın bakıyoruz, ASEAN’la da çok yakından ilgileniyoruz. Şu anda Türkiye’nin içinde bulunduğu, merkezinde bulunduğu başka ekonomik iş birliği teşkilatları var, diyelim Karadeniz Ekonomik İş Birliği Teşkilatı var, İslam ülkeleriyle kurduğumuz ekonomik iş birliği teşkilatları var, D-8 var.

Ama şunu görüyoruz: Gerçekten ölçek ekonomisi açısından baktığınız zaman, market yaygınlığı açısından baktığınız zaman, giderek daha büyük ölçekli entegrasyonlara ihtiyaç var ki daha rahat edesiniz. Bir de, Türkiye’nin ekonomisi çok büyük. Artı, yani şöyle bir tırnak içinde, Türkiye de ekonomi mucizesini yaşayan bir ülke. Yani kendi klasmanında çok az ülkenin olduğu bir ülke. Yani biz petrol, gaz gibi hani hızlı nakit getiren, yüksek nakit getiren, gelir getiren bir finans kaynağımız olmadan, endüstri ve teknoloji üretip satarak sanayi ve teknolojiyle, tarımla ve hizmet sektörüyle G-20 arasında olan ve kalmayı başaran bir ülkeyiz. Yani diğer ülkelerin hepsine tek tek bakın ait oldukları büyük şeyler vardır…

SUNUCU- Doğal kaynaklar özellikle.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Ya birkaç tanesinin doğal kaynağı vardır ya da çoğu büyük ekonomik entegre yapılara mensuplardır, Avrupa Birliği gibi, işte Kuzey Amerika Paktı gibi veya işte Amerika’yla Tercihli Özel Ticaret Anlaşması olan, onun tarafından desteklenen, diyelim Japonya gibi, Kore gibi ülkelere baktığınız zaman veya Avusturya gibi ülkelere baktığınız zaman çok özel ve tercihli Batı’yla ilişkileri olan ülkeler. Şimdi diğer taraftan Suudi Arabistan var, yani petrol var. Şimdi bunların olmadığı bir ortamda hani Türkiye’nin gerçekten kendi emeğiyle birkaç ülkeyle beraber burada kalması her türlü takdirin üzerindedir, bu sürekli altı çizilmesi gereken bir konu. Özellikle Cumhurbaşkanımızın liderliğini yaptığı, sürekli AK Parti iktidarlarının gündemde tuttuğu bu ekonomi politikalarını çok yakından takip etmek lazım. İçeride bizim neyi ne kadar hissettiğimizle beraber, dışarıdaki gelişmelerde nerede nasıl duruyoruz, onu da iyi gözetlemek lazım. Dolayısıyla bizim BRICS’e de bakış perspektifimiz esas itibarıyla bu.

SUNUCU- Teşekkür ediyorum.

Faruk Bey, buyurun.

SUNUCU- Sayın Bakanım, benim sorum Rusya-Ukrayna savaşıyla ilgili olacak. Savaşın seyri ve diplomatik çözüm çabalarının hangi aşamaya geldiğini sormak istiyorum. Malum nükleer santraller civarında da yaşanıyor bu çatışmalar. Diğer taraftan Rus yetkililer Türkiye’nin bir teklif sunduğunu, teklifin nükleer santraller ile gıda güvenliğini sağlamayı amaçladığını açıklamıştı.

Öte yandan, ABD eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland’ın da bir açıklaması vardı, İstanbul görüşmelerini ABD’nin sabote ettiği anlamına gelen bir itirafı vardı. Tüm bu gelişmeleri siz nasıl değerlendirirsiniz.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Şimdi Türkiye’nin arabuluculuk iradesi ve rolü her zaman için mevcut, yani bu Cumhurbaşkanımız için bir numaralı öncelik Ukrayna-Rusya krizinde.

İkincisi, pratikte gerçekten çok şey yapılıyor, özellikle istihbarat diplomasisi üzerinden yürüyen. Az önce sözünü ettiğiniz Rusların ifade ettiği gerek enerjiyle ilgili, gerek gıda güvenliğiyle ilgili yapılan anlaşma taslakları görüşmelerde, bu konuda özellikle Milli İstihbarat Teşkilatı vasıtasıyla yürüyen çok nitelikli görüşmeler oldu, ama taraflar her zaman aynı şekilde aynı yerde buluşamayabiliyorlar. Ama niyet orada, pratik ortada, gerekli faaliyetler devam ediyor.

Şimdi gıda güvenliğiyle ilgili sorun halledilse, enerji konusu halledilse geri kalan büyük savaş ne olacak, biraz oraya odaklanmak gerekiyor. Yani burada biraz rahatlamalar olabilir, ama savaşın kendisi giderek daha da farklı formlara bürünmeye başlıyor. En başta söylemiştik, aynı Gazze’deki savaş gibi. Bir savaş başladığı andan itibaren eğer siz onu durdurmayla ilgili bir irade koymuyorsanız, bunun hangi yöne nasıl evrileceğine ilişkin net kanaatleriniz olmayabilir ve kontrolden çıkabilir. Şu anda savaş Rusya’nın içerisine taşınmış durumda, 500 binden fazla insan ölmüş durumda. 21. yüzyılda Avrupa’nın ortasında yüzbinlerce insan sanki Birinci, İkinci Dünya Savaşı’ndan bahsediyormuşuz gibi konvansiyonel bir savaş görüyorsunuz. Her gün onbinlerce top mermisi atılıyor, yani fabrikalar mermi üretme, 155’lik top mermisi üretmeye yetmiyor dünyadaki bütün fabrikalar her iki taraf için de. Yani karşı tarafı ateşle baskı altında tutmak için onbinlerce top mermisi atılıyor. Bunun doğaya verdiği, insanlara verdiği, şehirlerin altyapısına verdiği artık zararı, yıkımı bahsetmiyorum, insan hayatını direkt etkilemesi ve yok etmesiyle ilgili çok acı bir tabloyla karşı karşıyayız.

Şimdi daha da garip olan, aynı Gazze savaşında olduğu gibi, yani uluslararası sistem burada bir olağanüstülük hissiyatında değil. Yani yüzbinlerce insanın burada ölüyor olmasının bir neticesi olmalı, insanlar bununla ilgili dert sahibi olmalı. Tabi ki bir taraf kendisi işgal altında, bu işgale karşı bir mücadele ortaya koyuyor, ama artık bu bunun çok ötesine geçmiş durumda. Dünyayı ortadan ikiye bölüyor ve giderek daha fazla yaygınlaşma riski gösteriyor.

Şimdi herkesin beklediği bir konu var sizler de hani biliyorsunuzdur, bunu işte Amerika Avrupa’ya öncülük ediyor irade oluşturma, plan oluşturmada ve savaşın arkasına savaş çabasını,savaşı tamamen yöneten sistemi koyma açısından Amerika’nın öncülük ettiği bir yapı var. Şimdi Amerika’daki seçimleri herkes bekliyor, yani seçimlerden sonra artık bir müzakere ve diyalog diline başlanılabilir diye bir varsayım var. Neden o da? Çünkü artık savaş 3 yıldır yaklaşık devam ediyor olacak ve burada tarafların savaş yoluyla neyi ne kadar ele geçirip geçiremeyeceklerine ilişkin bir şey de oluşuyor , tablo ortaya çıkıyor, tabiri caizse doyum noktasına ulaşıyor. Yani herkes elindeki konvansiyonel silahlarla yapabileceğinin maksimumunu yapıyor, yok edişin maksimumunu üretiyor; bir noktaya geldi. Taraflar şunu da söyleyebilir: Benim kullanmadığım yeteneklerim var, vurmadığım hedefler var, onları da sona saklıyordum, bununla da ben bir oyuna devam edeyim diyebilir, ama yani yüzde 70-80 buraya geldik. Şimdi benim aldığım izlenim, yani iki tarafla da tabii konuşuyoruz. Bir taraf artık bir diyalog mekanizması açılabilir gibi bir şey var, seçimlerden sonra duruş var. Hani onu beklemeye gerek var mı? Beklemeden de atılabilecek adımlar var mı? Tabii ki atılabilecek adımlar var, yani konuşulması gereken şeyler var. Ama Ukrayna-Rusya savaşında tabii bir başka parametre de özellikle Batı’nın Rusya’ya uyguladığı yaptırımlar, yani bu yaptırımlar da masaya tabii ki gelecek büyük bir paket olarak. Bunların hepsinin artık hangi şekilde nasıl müzakere edileceği konusunu göreceğiz. Müzakere edilemezse başarısız olursa olay ya yaygınlaşan bir savaşa dönüşecek daha büyük bir risk var ya da bir şekilde donmuş bir savaşa dönüşecek.

Donmuş savaş iki formatta olacak. Birincisi, Rusya’yla Ukrayna arasındaki cepheler sabit kalacak, donacak birbirlerine artık bir şey yapmayacaklar, donacak kendiliğinden. Ama Batı’yla Rusya ve Rusya’nın kendisine, çekim merkezinde oluşturduğu ittifaklarıyla başlayan soğuk savaş derinleşerek, başka bir boyuta evrilerek devam edecek. O da tabii dünyayı ekonomik olarak, siyasi olarak, güvenlik olarak başka bir denkleme kalıcı olarak taşıyacak. Şu anda gerek piyasalar, gerek stratejistler, gerek güvenlik mekanizmaları var olan savaşı hala geçici olarak kabul etmede bir refleks gösteriyorlar. Aslında önümüzdeki aylar kritik, bunun kalıcı etkilere dönüşebileceğini görüyoruz, çünkü kalıcı etki hesabı yaptığınız zaman alacağınız tedbirlere yönelik de çok büyük mali kaynaklar harcamanız gerekiyor, siyasi kararlar almanız gerekiyor. Senaryo beklemediğiniz gibi çıkarsa bütün bu harcanmış kaynaklar, alınmış pozisyonlar boşa gidecek. Beklediğiniz gibi çıkar da tedbirini almış olmazsanız zaman kaybedeceksiniz, onun için uluslararası sistemdeki aktörler bu noktada bir belirsizliği yaşıyorlar, yani ben stratejistlerle de bir araya geldiğim zaman bu sorunsalın nasıl evrileceğini ve buna yönelik tedbirlerin, özellikle ekonominin yeniden yapılanmasında, ticaret yollarının yeniden, lojistik yollarının özellikle nasıl hayat bulmasında, çünkü şu anda ticaret yolları biliyorsunuz inkıtaa uğramış durumda. Bunlara kalıcı yeni rotalar mı bulalım, yoksa savaşın bitmesini bekleyelim, altyapıyı tekrar harekete mi geçirelim? Bunlar hep cevap bekleyen sorular. Yani onun için Ukrayna-Rusya savaşı sadece Ukrayna’da genel miktarda, bir miktarda Rusya’nın içerisinde savaş, cereyan eden sıcak savaş olmanın ötesinde çok büyük bir global etkisi olan bir durumda. Biz de hep buna dikkat çekiyoruz. Cumhurbaşkanımız da sürekli savaşın çok boyutluluğu ve çok fazla coğrafyaları etkilemesiyle ilgili durumuna vurgu yapıyor. Ama yani buranın belki konusu değil, savaşta özellikle devam etmede beis görmeyen tarafların da farklı jeopolitik hesapları var.

SUNUCU- Yani savaşın uzamasından fayda sağlayan bazı gruplar bu savaşın devamını istiyorlar, bunu açıkça ifade edebilir miyiz?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Bu formatta.

SUNUCU- Bu formatta devam etsin diyorlar savaş.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Çünkü bizi ilgilendiren zaten formatın değişebilecek olması, yani format ne? İki tane parametresi var formatın, birincisi coğrafya sabit, ring belli, savaşın olduğu ring Ukrayna toprağıydı ve onun için Ruslar da problem etmiyordu diğer tarafta. Silahlar belli, nükleer silah hariç her şey. Şimdi ringin artık biraz değiştiğini görüyoruz, Ruslar da artık nükleer stratejileri deklare ediyorlar, diyorlar ki biz farklı silah kullanabiliriz…

SUNUCU- Kendimizi savunmak zorunda kalırsak.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Ama o noktaya gelene kadar biz paterni incelediğimizde şunu gördük: Ukrayna toprakları içerisinde kalmak şartıyla, Rusların ve Ukraynalıların ölmesi sadece şartıyla savaşı devam ettirmede bir sıkıntı görmüyordu taraflar.

SUNUCU- Sistem öyle değerlendiriyor.

Peki, Türkiye kendi gündemine geri dönerse Orta Asya turunuz çok önemliydi. Gamze Hanım’ın bu konuda bir sorusu var, buyurun Gamze Hanım.

SUNUCU- Sayın Bakanım, Orta Asya turunuzda kapsamlı görüşmeler yaptınız. Sınır anlaşmazlıklarından, enerji nakil hatlarına kadar stratejik önemi haiz konularda görüşmeleriniz oldu. Türkiye’nin Orta Asya politikasında ve bölge ülkeleriyle arasındaki ilişkilerde sessiz bir devrimden söz edilebilir mi, Türk Devletleri Teşkilatı’nın son yıllarda işbirliği süreçlerini derinleştirdiğini de görüyoruz aynı zamanda. Bu platformda yakın gelecekte ulaşılması gereken en önemli hedefler nelerdir?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Burada gerçekten Cumhurbaşkanımızın Türk Devletleri Teşkilatı ve üyeleriyle ilişkileri kurumsal noktada en ileri pozisyona taşımada ciddi bir iradesi var. Geçtiğimiz yıllarda da açıkça söylemek gerekirse buradan da kendisini analım, özellikle benden önceki Bakanınız Mevlüt Beyin de Türk dünyasıyla ilişkileri ilerletmede çok büyük emeği olmuştur. Türk Devletler Teşkilatı’nın kurumsallaşmasıyla ilgili ben hatırlıyorum o zaman MİT’teydim, kendisinin de büyük hassasiyetleri vardı. Şimdi biz de tabii bu bayrağı devraldıktan sonra TİKA yıllarından beri de çok yakından beri takip ettiğim bir konu Türk dünyası ve buradaki ilişkilerin tabii bizim bir duygudaşlığımız var, soydaşlığımızın yanı sıra. O duygu ne? Bizler bir araya gelelim, güçlü olalım, bir olalım, etkili olalım, daha caydırıcı olalım. Bunu sağladıktan sonra asıl pratikteki konular başlıyor işte kurumsallaşma dediğimiz, profesyonellik dediğimiz, olayın duygusal birliktelik aşamasını sağladıktan sonra bundan sonra kurumsallaşmada ne yapacaksınız, ekonomik iş birliğini nasıl kurumsallaştıracaksınız, güvenlik işbirliğini nasıl kurumsallaştıracaksınız, istihbarat iş birliğini nasıl kurumsallaştıracaksınız, savunma sanayiinde hangi ürünü nasıl yapacağız, kim kime verecek, nasıl bir satın alam mekanizması olacak? Bütün bunların hepsi enerji, ticaret yolları başta olmak üzere çok ciddi odaklanma istiyor ve siz bunları yaparken şöyle bir şey var: O dünyada yalnız değilsiniz, Avrupa Birliği Orta Asya’ya çok fazla önem gösteriyor, sürekli Orta Asya ve Avrupa Birliği üyelerinin 5+1 formatla toplantıları var. Rusya Orta Asya’ya, Türk Cumhuriyetlerinin olduğu coğrafyaya önem gösteriyor, Çin önem gösteriyor, diğer Asya Pasifik’teki büyük ülkeler önem gösteriyor. Yani bu kadar rağbet varken Türkiye’nin de özellikle de Türk Devletleri Teşkilatı temelli bir kurumsallaşmayla hem ikili ilişkilerini ilerletmesi hem de kurumsal ilişkisini ilerletmesi büyük önem arzediyor.

Şimdi biz bunu ilerletirken tabii ifade ettiğim gibi bazı ilişkiler var ki, ekonomik ilişkiyi herkesle yapabilirsiniz o zaman, yani bu da normaldir. Biz de Türkiye olarak dünyadaki bütün marketlerle, ülkelerle ekonomik ilişkilerimizi, ticari ilişkilerimizi ilerletmek için çalışıyoruz. Ama bazı alanlar var, sadece yüzde 100 emin olduğunuz, kader birlikteliği yapacağınız kardeşlerinizle, dostlarınızla çıkabileceğiniz yollar var: güvenlik alanı, savunma alanı diyelim, kritik istihbari konular gibi. Bunların tabi çok ince bir şekilde gündem yapılarak takip edilmesi gerekiyor. Şimdi bizim Türk devletleriyle yaptığımız, başta Özbekistan, Azerbaycan olmak üzere bütün toplantılarda ortak planlama gruplarımız vardır, komiteler çalışırlar, her komite ihtisas komitesidir, bu komitelerin ürettiği somut raporlar vardır. Yani biz kardeşiz, beraber bir araya geldik, dünya bundan sonra ne kadar güzel, böyle bir hamaseti söyleyip ortada bırakmak olmuyor, bu bizi bir yere götürmez, bunun arkasına çok ciddi kurumsal çalışmalar koymak gerekiyor, bunu yapmaya çalışıyoruz ve burada da iyi neticeler aldığımızı görüyoruz.

Özellikle Türkiye tabii ekonomisi, teknolojisi büyük bir ülke, diğer Türk devletleriyle kıyasladığımız zaman. Buradaki kapasiteyi bu kardeşlerimizle nasıl paylaşabiliriz, bunun arayışı içerisindeyiz. Yani çok iyi ilerliyor.

SUNUCU- Kurumsallaşıyor ilişkiler.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Evet.

SUNUCU- Peki, Balkanlar’a geçelim.

Yusuf Bey, buyurun.

SUNUCU- Sayın Bakanım, özellikle son bir yıl içerisinde Bakanlığınız sırasında Balkanlar’la çok yakın temas içerisinde bulundunuz, birçok çoklu mekanizmada da yer alarak orada temaslar gerçekleştirdiğinizi biliyoruz. Balkanlar’a baktığımızda Sırbistan-Kosova gerilimini görüyoruz, orada tansiyonun zaman zaman da hızlı bir şekilde tırmandığını görüyoruz. Bizim tabi ülkemiz Türkiye Cumhuriyeti, devletin her iki tarafıyla da çok iyi ilişkileri var. Siz bu krizde nasıl bir rol oynuyorsunuz, oynuyor musunuz veya tarafların yaklaşımları nelerdir? Buna dair fikrinizi merak ediyorum.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Türkiye burada tabi birçok açıdan olağanüstü bir rol oynuyor durumda, yani onu izah edeceğim. Şimdi tabi Cumhurbaşkanımızın bölgedeki siyasal liderlik ağırlığını, burada biz nasıl bir etki oluşturduğunu görüyoruz.

Şunun için ifade ediyorum: Şimdi şöyle düşünün, biz tarihsel olarak Kosova’nın bağımsızlığını destekleyen bir ülkeyiz ve desteklemeye de devam edeceğiz. Diğer taraftan, Bosna-Hersek’teki Boşnak kardeşlerimizin Bosna Devleti’nin de hem bağımsızlığını hem egemenliğini hem de güvenliğini sonuna kadar destekliyoruz. Tekrar 90’lı yıllar yaşanmasın diye.

Diğer taraftan, hem Bosna meselesinde, hem Kosova meselesinde resmin diğer tarafında olan Sırbistan var. Şimdi biz Bosna ve Kosova’yla bu kadar kardeşçe ve derin bir ilişki geliştirirken ve tarihsel yükümlülüğümüzü yerine getirirken, Sırbistan’la da iyi ilişki kurabiliyorsak bu gerçekten güçlü siyasi liderlikle oluyor, karşı tarafla güven oluşturmayla oluyor.

Türkiye şunu da gören bir olgun devlet profili ortaya koyuyor: Biz her ne kadar bu ülkelerle kardeşçe tarihsel bağlarımız olsa da Sırbistan’ın da belli noktalardaki menfaatleriyle ilgili konuşulabilirlik durumunu da biz görüyoruz. Tabi ki Bosna’nın ve Kosova’nın bağımsızlığıyla ilgili bir problem olmadığı sürece. Burada Sırbistan’ın belli ülkeler tarafından aslında bir rotada tutularak devam ettiği bu yoldan sapmadan tarihsel mecrasında devam etmesi önemli. Yani Devlet Başkanı Vucic’in bu noktada bir çaba harcadığını da görüyoruz. Yani bir taraftan Sırp halkının daha milliyetçi hislerine, daha yayılmacı hislerine hani retorik olarak bir şey söylemeye çalışırken, diğer taraftan da esas itibarıyla bölgenin realiteleriyle barışan bir rota çizdiğini görüyoruz. Bu, siyasetçiler için zor bir alandır. Hem dış politika gereksinmelerini hem jeostratejik dengeleri gözeteceksiniz hem de içerideki bu türden hisleri tatmin edeceksiniz, şimdi bunlar siyasetçiler için zor alanlar. Yani Vucic de bu noktada Cumhurbaşkanımıza güven duyan bir lider. Cumhurbaşkanımız da tabi bu tarihi sorumluluğumuzu biz Balkanlar’daki barışı ve istikrarı nasıl sağlayabiliriz, bu noktada hayata geçirmede bir vizyonumuz var.

Dikkat ederseniz, gerek Suriye olsun, gerek Irak olsun, gerek Balkanlar olsun, gerek Karadeniz olsun, Ortadoğu olsun, hep aktif bir barış dili kullanıyoruz. Yani aktif barış dili derken şunu ifade ediyorum: Durduğumuz yerden resmi beyanatla biz dünyada barış görmek istiyoruz, kimse savaşmasın diye bir cümle kurmakla yetinmiyoruz, biz gerçekten haklı veya haksız sebepleri olan bu savaşların çözümlenmesi, dondurulması, barışa evrilmesi konusunda neler yapılabilir, onun samimi çabası içerisindeyiz. O çaba nasıl ortaya çıkıyor? Bu konuları biliyoruz, aktörleri biliyoruz, kesintisiz veri topluyoruz, kesintisiz etkileşim içerisindeyiz ve onun için teklif de geliştirebiliyoruz. Güven sorunumuz yok, güvenilir bir aktörüz. Özellikle bölgemizdeki çatışmaların durması Türkiye’nin ve müttefiklerinin önümüzdeki yüzyıllar boyunca bölgemizde oluşturacağı refahın ve güvenliğin de bir anahtarı. Yani sürekli bu coğrafya son 100 yıldır değerli arkadaşlar bir belirsizlik, bir çatışma, bir anafor içerisinde. Ve burada şöyle son 22 yıla bir bakın, yani Irak’ın işgalinden sonra bölgedeki savaşlara, Afganistan, Suriye, Arap Baharı, ondan sonra Karadeniz’de olanlar, Balkanlar’da olanlar, sadece Türkiye’nin bu bölgede istikrarlı, güvenli bir şekilde kalması, ekonomisini ve güvenliğini bu süre içerisinde sürekli artırması, ilerletmesi mucizevi bir konu esas itibarıyla. Yani bu profesyonelliği, bu odaklanmayı bizim devam ettirmemiz gerekiyor. Cumhurbaşkanımızın buradaki tabii dirayetli liderliğinin altını da özellikle çizmek gerekiyor.

SUNUCU- Teşekkürler. Biz de Anadolu Ajansı olarak Balkanlar’ı çok yakından takip ediyoruz.

Türkiye-Amerika Birleşik Devletleri ilişkilerine dair bir sorunumuz var uzunca bir zamandır, F-35’lerin alınamaması, S-400’ler, CAATSA yaptırımları. Bu konuda F-16’larla alakalı sorun diplomasi yoluyla halledildi, F-16’larla alakalı anlaşma sağlandı, hem modernizasyon, hem yeni F-16’lar. F-35’ler ve S-400 konusunda ise Amerikalı muhataplarınızla şu an hangi aşamadasınız, ne konuşuyorsunuz?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Bu konuda bizim konuştuğumuz çerçeve, asıl konu şu: Şimdi CAATSA yaptırımları var, Amerikalıların çıkardıkları bir kanun var, belli Rus ürünlerini alanlara yönelik yaptırım uyguluyorlar, bu yaptırımları da işte çeşitli şekillerde yapıyorlar, bunu da yasaya bağlamışlar. O yasanın bir bağlayıcılığı var. Şimdi bu yasanın tabii ortaya koyduğu, atıldığı dönemde var olan şartlar ile şimdiki şartlar değişmiş şartlar. Biz hani Amerika’da hem Senato’yla yaptığımız görüşmelerde hem siyasilerle hem ulusal güvenlik yetkilileriyle yaptığımız görüşmelerde, geldiğimiz noktada bu türden iki tarafa da hizmet etmeyen yaklaşımların iki ülke arasındaki ilişkileri daha da kronik hale getiren bir rol oynadığının altını çiziyoruz, o da belli bir noktada kabul görüyor, yani bunu daha olumlu bir şekilde nasıl çözebiliriz, bunun arayışı içerisindeyiz. Buna yönelik çeşitli formüller, arayışlar, görüşler, tartışmalar, her iki taraftan öneriler geliyor, bizim amacımız CAATSA’dan çıkmak. Çünkü Savunma Sanayii Başkanlığımız CAATSA’ya şu anda tabi olmuş durumda, özellikle savunma sanayi, çünkü alacağımız üründen bağımsız konuşuyorum ben yani F-35 vesaire, çünkü bu türden hava savunma ürünleri, taarruz ürünleri bunların hangisi alınır, hangisi alınmaz, hangi miktar alınır, bütün bunların kararını verecek olan profesyonel yapı Milli Savunma Bakanlığımız Hava Kuvvetleri Komutanlığımızdır. Onlar bu noktada teknik otoritedir esas itibarıyla.

Biz tabii bu noktada herhangi bir tercih ortaya konduğu zaman olayın siyasi boyutunu yönetmekle yükümlüyüz. İşte tıpkı F-16 olayında olduğu gibi Silahlı Kuvvetlerimiz F-16’yla ilgili bir ihtiyaç iradesi ortaya koyduğunda Cumhurbaşkanımız tarafından onaylanmış, Amerika’da bu tıkanmıştı, peki bu tıkanıklığı biz nasıl giderebiliriz siyasi olarak? Yani ona bir plan-program geliştirildi ve bu siyasi engel aşıldı, Amerikan Senatosu’ndaki bu siyasi engel kalktı. Daha sonra üretici firma ile Milli Savunma Bakanlığı arasındaki teknik bir müzakere konusu bundan sonrası, yani şu anda bir siyasi problem yok.

SUNUCU- Ama F-35’de siyasi bir engel var şu an.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- F-35 çünkü CAATSA’dan dolayı takılmış durumda, bu konuyu dediğim gibi biz sadece F-35’den dolayı değil, CAATSA’yla ilgili konudan dolayı çözmeye çalışıyoruz. Yani bu iş çözülürken yanında F-35’le de ilgili bir çözüm gelirse tabii ki tercihe şayan bir durum olur, dediğim gibi o konudaki nihai teknik otorite makamı, değerlendirme makamı Milli Savunma Bakanlığımız Hava Kuvvetleri Komutanlığımız. Ama biz olayın siyasi boyutunu yönetmede her türlü çabayı şu anda gösteriyoruz. Yaratıcı formüller, çözümler neler olabilir, onlar üzerinde duruyoruz. Tabii Cumhurbaşkanımızın günün sonunda nihai yönlendirmesi, bakışı belirleyici olacak ama siyasi ayağını yakından takip ediyoruz. Bu konunun artık iki ülke ilişkilerinde bir ayak bağı olduğu konusunda en azından her iki taraf da hemfikir, onu söyleyeyim.

SUNUCU- Teşekkürler.

Faruk Bey, sizinle devam edelim, buyurun.

SUNUCU- Efendim, ben Türkiye’nin Somali ve Etiyopya arasında Ankara süreci olarak adlandırılan diplomatik girişimini sormak istiyorum. Bütün dünyanın ilgisini çeken bir girişim bu, bölge basınında da çok sayıda analiz okuyoruz bununla ilgili. Bu müzakereler şu an hangi aşamada Somali-Etiyopya arasında, müteakip toplantı ne zaman yapılacak, Türkiye bu girişimle neyi hedefliyor?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Biz biliyorsunuz iki defa toplandık Dışişleri Bakanlarıyla, onun öncesinde tabii bunun hazırlık süreci var, özellikle Cumhurbaşkanımızın liderlerle yaptığı görüşmeler var, liderlerden bize gelen mesajlar var. Bunun neticesinde biz bir inisiyatif almaya karar verdik. Biz inisiyatif almadan önce şunu yapıyoruz değerli arkadaşlar genelde: Bizden önce bu konuya vaziyet etmiş, vaziyet etmeye çalışmış kimler var, nasıl vaziyet etmiş, nasıl gidiyorlar? Bir, hem rol çalmak istemiyoruz, hem tekrara düşmek istemiyoruz, hem de yani zamanımızı, imkânlarımızı boştan yere harcamak istemiyoruz. Buraya baktık, burada bir Nairobi süreci vardı, devam eden bir süreç vardı. Burada biz olayın kilitlendiğini görünce, bir yere gitmediğini görünce her iki ülkeyle de, her iki liderle de iyi ilişkisi olan bir ülke olduğumuz için dedik ki biz burada artık devreye girelim. Her iki ülkeyle de konuştuk, onlar da fevkalade memnun kaldılar, çünkü Türkiye’nin burada güvenilir ortak olma, dost olma özelliği önemli.

Şimdi tabii tarihsel, güncel çok fazla parametresi olan, bir bakımıyla girift bir konu, ama bütün bu bulutu dağıttığınız zaman da 2 maddeye indirdiğinizde basitleşen bir konu. Şimdi biz olayı tabii öncelikle kavramsallaştırmada basitleştirdik her iki tarafa da, dedik ki tamam sen tarihsel konu anlatıyorsun, sıkıntılar var, güvensizlikler var, problemler var, biz burada garantör rolü de oynarız gerekirse, ama günün sonunda Somali’nin istediği gerçekten toprak bütünlüğüne saygı duyulması ve tanınması, Etiyopya’nın istediği de ticari olarak sıcak denizlere açılma meselesi. Çünkü denize kıyısı olmayan bir ülke, nüfusu büyük, o ekonominin diğer kıyıdaş ülkelerle sağlıklı bir ticaret ilişkisi, erişim ilişkisi ve mekanizması kurması gerekiyor. Bunu da hani siz kendiniz şartlarınız elverip yapamadığınız zaman güvenilir ortaklar buradan iyi niyetle, buradan istifade etmeyerek, kendisine ayrı başka bir hesap alanı kurmadan devrede olması fevkalade önemli. Çünkü çoğu zaman uluslararası sorunlar bulundukları bölgede oradaki aktörler tarafından çözülemediği zaman dışarıdan başka bir aktör gelir, çözermiş gibi gözükür, ama çözerken size uygun bir hesap değil, kendine uygun bir hesap yapar ve onun neticesinde de siz daha büyük bir problemle çok daha uzun yıllar başbaşa kalırsınız. Çok şükür biz ne niyet olarak ne strateji olarak böyle bir noktada olmadığımız için, Allah korusun, burada elimizden gelen iyi niyeti gösteriyoruz, profesyonelliği koyuyoruz. Tarafları belli bir noktaya yaklaştırdığımızı düşünüyoruz, inşallah bunu da devam ettireceğiz. Yani liderler düzeyinde şu anda devam ettirdiğimiz görüşmeler var, Bakanlar düzeyinde devam ettirdiğimiz görüşmeler var. Ben umutluyum inşallah.

SUNUCU- Üçüncü tur planlanıyor mu Efendim, Ankara süreci?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Şöyle planlıyoruz üçüncü turu: Yani tarafları buraya getirip direkt tartıştırmaktan ziyade, zaten onlar bir araya gelmiyorlar, bizle görüşüyorlar. Biz o bir araya geliş olmadan, çünkü oradan iki turdan aldığımız dersler var, temel yakınlaştırmalar var, çözdüğümüz problemler var, ne nerede duruyor onu görüyoruz. Birebir ilişki kurarak pozisyonları yakınlaştırıp, daha sonra pozisyon artık tamamıyla ortaklaştırılmış olduğu zaman tarafları bir araya getirip imza atma niyetimiz var.

SUNUCU- Sayın Bakanım, artık programımızın sonuna geldik. Dışişleri Bakanlığında pek çok değişim gözlemliyoruz, yeni oluşan birimlerden bir tanesi de Diplomatik Güvenlik Genel Müdürlüğü, medyanın da çok ciddi bir ilgisi var bu konuya, acaba Amerika’daki Secret Service gibi bir şey mi oluşturuluyor diye. Bize Diplomatik Güvenlik Genel Müdürlüğünü biraz anlatır mısınız? Bir de genel olarak Bakanlıkta ne tarz değişimler hedefliyorsunuz?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Teşekkür ederim. Önemli bir soru, yani gerçekten devletin kritik stratejik organlarının günün ihtiyaçlarına uygun, yani yeniden reforme edilmesi, reorganize edilmesi fevkalade önemli. MİT’teyken uzun yıllar alan bir yeniden organizasyon durumu olmuştu. Burada tabii oradaki tecrübenin üzerine bunu çok daha kısa ve hızlı yapma imkanımız oldu, sağ olsun Cumhurbaşkanımız da büyük destek verdiler aynı MİT’te olduğu gibi. Yani burada bir yıl içerisinde biz özellikle organizasyonel konuda günün ihtiyaçlarına uygun, yani Dışişleri Bakanlığı teşkilatını reforme etmeyle ilgili hedeflerimize biz yani yüzde 90-95 oranında ulaştık.

Burada neyi yapıyoruz? Burada şunu yapıyoruz: Şimdi Türkiye belli uluslararası indekslerin hesaplamalarına göre dış misyon sayısında dünyada üçüncü büyük misyon sayısına sahip, diğer bir tabirle üçüncü büyük diplomatik networkü olan ülke. Bu kadar büyük bir gövdeniz var, 260 misyonunuzla, çok çeşitli konularda faaliyet gösteriyorsunuz. Yani bu gövdeyi yönetecek bir karargaha, bir beyne ihtiyaç var. Dolayısıyla, reorganizasyonu yaparken esas itibarıyla Türk dış politikasının çağdaş, güncel, artık dijital çağı da yönetebilecek ve artık modern diplomasinin gereklerine uygun, konusal giden, hem coğrafyasallığı hem de konusallığı beraber götürebilen bir yapı. Neyi kast ediyorum? Şimdi biz birçok coğrafyada faaliyet gösteriyoruz, ama merkezdeki yapılanmamızda diyelim hem Kuzey Amerika’ya hem Güney Amerika’ya tek bir genel müdürlükle bakarken, şimdi Kuzey’i de Güney’i de ayrı yaptık. İspanyolca konuşan alan ayrı bir genel müdürlük. Türk dünyasına ayrı bir genel müdürlük yaptık. Afrika 52 ülke var, çok büyük fırsatlarımız var, çabalarımız var, burası tek bir genel müdürlükle götürülüyordu bu 52 ülke burayı üç genel müdürlüğe çıkardık, Avrupa da keza öyle.

Diğer taraftan, arabuluculuk çok önemli bir mesele, arabuluculukla ilgili bir ihtisas genel müdürlüğü oluşturduk, çünkü kullandığımız en büyük diplomatik araç. Şimdi düşünün Cumhurbaşkanımızı gibi güçlü bir lider var geldi, birtakım arabuluculukları yapıyor, o gitti yok. Türkiye’nin bu kabiliyetten geri kalmaması lazım, bunu kurumsallaştırmak lazım, oradan dersler almak lazım, onu gören bir tematik alanın olması lazım, arabuluculukla ilgili bir genel müdürlüğümüz var. Bilim ve teknoloji politikaları artık uluslararası ilişkilerin fevkalade önemli bir alanı, buna yeni bir alan, genel müdürlük koyduk.

Diğer taraftan, insani ve teknik yardımları Türkiye sürekli yapıyor, TİKA yapıyor, Kızılay yapıyor, AFAD yapıyor, diğer kurumlarımız yapıyor, sivil toplum örgütlerimiz yapıyor. Bu dış politikamıza bir etken, çarpan oluşturuyor. Bir, biz neyi ne kadar yapıyoruz? İki, bunu dış politikada ve uluslararası ilişkilerde nasıl formüle edeceğiz? İnsani ve teknik yardımlarla ilgili öyle. Ekonomi, finansman, ticaret derken yani hem coğrafya olarak hem tema olarak bunu yapılandırdık. Bir tane kurumsal ihtiyacımız vardı: onlardan biri de yani bu 260 tane misyonun korunması ayrı, eskilerin tabiriyle ilim, bir uzmanlık alanı misyon koruma. Başka bir ülkedesiniz, fiziki misyonları koruyacaksınız, buraya seçilecek olan emniyetçi arkadaşların eğitilmeleri, gönderilmeleri, buradaki misyonların hangisinin hangi güvenlik ihtiyacı var, yani falan ildeki başkonsolosluk falan ülkede kaç koruma görevlisi olması lazım, nerede bulunması lazım, ne kadar kameraya ihtiyacımız var yani rastgelelikle yapamazsınız bunları, bunu bir uzman alanın yapması lazım. Bunu oradaki Büyükelçiye de bırakamazsınız, merkezdeki diplomata da bırakamazsınız. Bunu ehlinin yapması lazım, bütün büyük ülkelerin Dışişleri Bakanlıklarında diplomatik güvenlikle ilgili bir birim var. En büyüğü tabii Amerikalıların, Amerikalılar ayrı bir teşkilat olarak kurup, şeye bağlamışlar Dışişleri Bakanlarına.

Biz burada dedik ki, yani ben MİT yıllarından da aslında gördüğüm bir ihtiyaçtı, o zamanki arkadaşlarımızla da konuşuyorduk. Yani bizim diplomatlarımızın ve misyonlarımızın güvenliğini daha profesyonel bir şekilde yönetmemiz gerekiyor. Bu bir fiziki güvenlik. İkincisi bilişim güvenliği, işte görüyorsunuz sırların çalınmaması lazım, yani bilişim güvenliği olmazsa, kripto güvenliği olmazsa sırlarınız çalınır, bunların plan politikalarına ulaştırılması lazım. Yani şimdi bir yere Büyükelçilik inşa ediyorsunuz, bu Büyükelçilik inşa edilirken yani istihbarat dünyasından başladınız buradan bitirelim. Yani servisler yerleşir, hangi ülkede inşaat yapıyorsanız bu ülkenin inşaatını verirsiniz bir firmaya, ondan sonra o servis gelir oraya yerleşir, bu Soğuk Savaş döneminde de çok şey oldu. Şimdi servis Büyükelçiliklerinizin inşaatından daha sonra içerisindeki güvenlik yapılanmalarına kadar yani hangi bölgeye hangi kleransa sahip personel girecek, yabancı personel nereye kadar girecek, yerli personel nerede olacak? Şimdi bunları uygun binalarda nerede olduğunu… Yani bunları detay veriyorum da bu genel müdürlük bunları yapacak, yani dışarıdaki misyonlarımızın hem fiziki güvenliği hem ekonomik güvenliği hem de istihbarata karşı koyma dediğimiz, yani karşı taraflara, devletlere bilgi sızmasını misyonlarımızdan engelleyecek. Çünkü Türkiye’nin diplomasisi artık tabiri caizse şaha kalkmış durumda, çok kritik konuları yönetiyoruz, misyonlarımızla sürekli haberleşme içerisindeyiz, bilgilerimizin sızmaması lazım, hacklenmememiz lazım, Büyükelçiliklerimizde casusların çalışmıyor olması lazım. Yani kim casustur, kim değildir onun bir şey yapılması lazım yani bu işte yabancı ülkeden adam alıyorsunuz sonuçta kendi içinize. Bunların hepsinin çok sistematik bakılması gerekiyor. Bakanlıkta da bunu tabii parça bölük bir iş yapmaktansa dünyadaki modern devletlerin yaptığı gibi diplomatik güvenliği kurduk, ilgili arkadaşları da getiriyoruz oraya arkadaşlarımız bunu bu şekilde görüşecek yani olay bu.

SUNUCU- Çok teşekkür ediyorum. Evet, pek çok konuyu konuştuk, güncel krizlerden genel yaklaşımlara kadar. Sayın Bakanım son olarak bir değerlendirme yapmak ister misiniz? Programımızı kapatacağız.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Ben öncelikle misafir ettiğimiz için tekrar teşekkür ediyorum. Özellikle Editör Masası’nı uzun yıllardır tabii takip ediyorum ekran başında bugün de masanın bu tarafına gelmek nasip oldu, onun için teşekkür ediyorum. Gerçekten çok profesyonel bir çalışma içerisinde Anadolu Ajansı. Yıllardır bu profesyonelliğin nasıl arttığını, kurumsallaşmasının nasıl ileriye gittiğini görüyoruz. Özellikle uluslararası haber mecralarında haber toplamada, haberi işlemede, haberi pazarlamada, iletmede ne kadar büyük bir etkin role, seviyeye ulaştığını görüyorum yani. Bu bizim açımızdan önemli bir şey yani bir bayrak taşıyıcı olması bu alanda hani haber toplama, işleme alanında bir bayrak taşıyıcı global düzeyde önemli, yani Dışişleri Bakanı olarak bu beni gururlandırıyor, yani bunun da altını çizmiş olayım.

Diğer taraftan, Türk dış politikasının giderek daha da dayanıklı bir şekilde meydan okumalara cevap veriyor olması, fırsatlarımızı daha iyi değerlendiriyor olması, Cumhurbaşkanımızın ortaya koyduğu halk tarafından aldığı iradeyi, siyasi liderliği daha iyi değerlendiriyor olması önemli. Biz de Bakanlık olarak mümkün olduğunca bunu yapıyoruz, yani Bakanlıkta gerçekten uzun yıllardır emek veren çok fedakar, profesyonel, cefakar arkadaşlarımız var. Çok mahrumiyet coğrafyalarında çok çeşitli konularda da çalışıyorlar. Hep birlikte sistem içerisinde üzerimize düşen görevi yapıyoruz. Ben giderek daha iyi bir noktada olacağımızı düşünüyorum inşallah. Ama meydan okumalar değişmeyecek, giderek artacak. Bizim her zamankinden daha profesyonel olmaya, daha dayanıklı olmaya, daha fazla yetenek ve kabiliyet üretmeye ihtiyacımız var, ülke olarak bütün branşlarda, bütün alanlarda… Hükümet olarak da onu mümkün kılmaya çalışıyoruz.

Tekrar teşekkür ederim.

SUNUCU- Ben çok teşekkür ederim. 19 Eylül 2024 Editör Masasının konuğu Dışişleri Bakanımız Sayın Hakan Fidan oldu.

Bizi izlediğiniz için teşekkür ederiz, iyi günler dileriz.

* Interpress deşifresidir.