SUNUCU-Sayın Bakanım hoş geldiniz.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN-Teşekkür ederim.
SUNUCU-Çok yoğun bir gündem. Lübnan’da bir saldırı oldu, Avrupa Birliğiyle
ilişkiler, BRICS ile ilişkiler, Birleşmiş Milletler Liderler Zirvesi,
Suriye ile ilişkiler, İran ile ilişkiler çok yoğun ve dikkat çekici bir
yayın olacak. Öncelikle ben en sıcak konudan başlamak istiyorum, geçtiğimiz
günlerde üst üste Lübnan’da bir saldırı yapıldı, bu saldırı pek çok soruyu
da beraberinde getiriyor, yeni bir savaş konseptine mi giriliyor, yeni bir
mücadele konseptine mi giriliyor? Öncelikle Lübnan’daki olaylar ve
saldırılarla alakalı bir yorumunuzu alalım, sonra gündemimize yavaş yavaş
girelim.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Öncelikle teşekkür ediyorum misafir ettiğiniz
için hepinize. Tabii Lübnan’da meydana gelen patlamalar şu anda yaklaşık
bir yıldır devam eden savaşın bir devamı, bir parçası. Bizim savaşın
başından beri gördüğümüz İsrail stratejisine ilişkin bir gerçeklik vardı, o
da şuydu: İsrail ilk önce Gazze’yle ilgili hesaplarını bir görecek, ondan
sonra Lübnan’a bu işi kaydıracak diye. Şimdi adım adım Lübnan’a doğru
tırmandırmaya başladığını görüyoruz. Tabii son iki gündür olan patlamalar
elektronik cihazlarla ilgili. Yani bunlar tabii istihbarat literatüründe
fırsat operasyonu diye nitelendirilen operasyonlar. Belli ki Hizbullah’ın
yapacağı satın almaları gerek teknik gerek insan istihbaratı kaynaklarıyla
İsrail önceden öğreniyor, daha sonra bunlara paravan şirketler veya başka
şekilde nüfuz ediyor, hulul ediyorlar, ondan sonra bugünkü şeyle de
karşılaşıyoruz manzarayla.
SUNUCU- Bunun yeni bir konsept olduğunu söyleyebilir miyiz?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Yok.
SUNUCU- Bu daha önce de kullanıldı.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Bu istihbarat örgütlerinin çok sık kullandığı
bir şey, ama burada tabii bir farklılık var, bu büyük bir çapta
kullanılıyor. Bu tabii büyük bir çapta olunca, çok, binlerce insanı
etkileyen bir operasyon. Ben ilk gün Lübnan Başbakanını da aradım hem
geçmiş olsun dileklerimi ilettim hem de Türkiye olarak, Sayın
Cumhurbaşkanımızın selamını da ileterek her türlü tıbbi desteğe hazır
olduğumuzu da söyledim. O esnada tabii onun da söyledikleri vardı.
Gerçekten şu anda bölgedeki tırmanma endişe verici, yani İsrail’in
yürüttüğü bu operasyonların giderek daha büyük, provokatif bir şekle
dönüşmesi ve karşılığında da artık Hizbullah’ın, İran’ın ve diğer onlara
yakın unsurların artık cevap verme dışında da bir seçenekle karşı karşıya
kalmamaları gibi bir noktaya geldik artık.
SUNUCU- Yani o konuya gireceğim ama siber güvenlik anlamında dünyada her
ülke siber güvenlik tedbirlerini artırıyor, özellikle bu son olaydan sonra
bu konuda bir hassasiyet oluştu. Türkiye bu durumda neler yapabilir, neler
yapacak?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Siber güvenlikle ilgili aslında ülkemizde,
kurumlarımızda büyük bir farkındalık var. Burada biliyorsunuz Ulaştırma
Bakanlığı bünyesinde bir genel müdürlüğümüz var aslında bu konuyla
ilgilenen, diğer taraftan Milli İstihbarat Teşkilatının siber güvenlikle
ilgili konularda oldukça yetkin kabiliyetleri var, emniyet teşkilatımızda
yetenek var. Şimdi esas itibariyle, müstakil bir siber güvenlik
teşkilatının kurulmasıyla ilgili konu Hükümetimizin de gündemine getirildi,
Cumhurbaşkanımız Milli Güvenlik Kurulunda da yapılan tartışmalar
neticesinde, yani bunun artık olması gerektiği konusunda bir irade
koydular. İnşallah çok yakın zamanda bunun hayata geçeceğini göreceğiz.
SUNUCU- Peki, teşekkür ediyorum.
Gelelim İsrail ve bölge meselelerine. Arap Ligi Zirvesi’ne de katıldınız
çok güçlü mesajlar verdiniz. Bölge nereye gidiyor? Sizin bir açıklamanız
vardı bu olayların sonunda ya daha büyük bir barışa ya da daha büyük bir
savaşa gideceğiz diye, nereye gidiyoruz?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Bölge esas itibariyle hala iki potansiyeli
beraberinde taşıyor, çünkü savaşın başından beri özellikle İslam İşbirliği
Teşkilatı ve Arap Ligi ülkelerinin oluşturduğu Temas Grubunun, Türkiye’nin
de içinde bulunduğu yedi ülkeli temas grubunun, çok yoğun faaliyetleri
oldu. Yani o faaliyetler zaman zaman da kamuoyuyla paylaştığımız
faaliyetler. Özellikle Filistin meselesinin unutulmuş tanımını, unutulmuş
boyutlarını yeniden gündeme taşımada ve Filistin meselesine nasıl
yaklaşacağımızı tekrar önceliklendirmede çok muazzam bir rol oynadı. Orada
neyi kast ediyorum? Gazze’de yürüyen bir katliam var, soykırım var, bunu
durdurmak için elimizden geleni yapmamız lazım, bir taraftan onu
engellemeye çalışıyoruz. Diğer taraftan, benzer savaşlar Filistin konulu
tekrar etmesin diye, iki devletli çözümün tek çözüm olduğu konusunda da
muazzam bir çaba var.
Şimdi dün mesela BM’de kabul edilen bir karar tasarısı var en son.
Biliyorsunuz daha önce BM’de hem Filistin’in devlet olarak tanınmasıyla
ilgili 150’den fazla üyenin kabul ettiği bir karar tasarısı olmuştu, şimdi
de 124 tane üyenin Uluslararası Adalet Divanı’nın aldığı İsrail’in işgal
ettiği topraklardan bir yıl içerisinde çekilmelidir kararını onaylayan bir
Genel Kurul kararıyla karşı karşıyayız. Şimdi burada şunu görüyoruz:
Aslında Filistin Devleti unutulmuştu, Filistin Devleti’nin iki devletli
çözümü tekrar gündeme taşımış olması iyi. Bu noktada uluslararası toplumda
gerçekten çok büyük bir bilinç oluştu, artık uluslararası toplum şu gerçeği
teslim ediyor ve arkasında duruyor: Tamam İsraillilere nasıl devlet
veriliyorsa, Filistinlilere de devlet verilmesi lazım. İsrailliler nasıl
egemenlik ve güvenlik peşindeyse Filistinliler de egemenlik ve güvenlik
peşinde olmalı. Bunun ikisinin olmadığı bir yerde birisinin egemen,
güvenlik için her şey yaptığı bir yerde, diğerinin ise edilgen, baskıya
uğrayan, köleleştirilmiş bir toplum olması meselesini artık kimse kabul
etmiyor, almıyor da. Ama bunu sürekli yüksek bir sesle vurgulamak, anlatmak
ve mücadelesini vermek gerekiyor.
Şimdi bir taraftan böyle bir meşruiyet alanı var, diğer taraftan da
Netanyahu’nun Batı desteğiyle yürüttüğü, bölgede 20. yüzyılın başlarında
başlatılmış Filistin topraklarının tamamıyla çalma projesinin nihayete
erdirilmesi projesi de bir taraftan devam ediyor, iki alanda da gidiliyor.
Katliam devam ediyor, soykırım devam ediyor, Lübnan’a yönelik tehditler
devam ediyor. İran’ın da devreye girmesiyle daha büyük bir savaşın çıkması
gerçeğiyle de karşı karşıyayız, bütün bu riskler de hali hazırda mevcut.
Şimdi bunların olduğu bir ortamda riski azaltıp çözümü daha da öne
çıkartmayla ilgili neler yapabiliriz, bunu sürekli çalışıyoruz. Çünkü, risk
bölgesel savaşla başlayıp neredeyse küresel savaşa erişme potansiyeli
taşıyan bir risk. Dün Ürdün’deydik Temas Grubu olarak, Ürdün Kralı
tarafından da kabul edildiğimizde orada da gördüğüm şey şu: Yani gerçekten
Ürdün de Batı Şeria’da son haftalarda olan İsrail operasyonları nedeniyle
kendisini bir askeri alarm düzeyine getirmiş durumda. Çünkü, artık orada
olacak İsrail oldubittisine sessiz kalmayacağını Ürdünlüler artık hem
dostlarına hem uluslararası muhataplarına iletiyorlar. Yani bu da alarm
verici bir şey, bizim şu anda Lübnan’ı düşünürken Ürdün’ü de içine alacak,
Mısır’ı da içine alacak, bölgenin tamamını içine alacak bir savaş riski her
zaman için mevcut ve Netahyahu bunu ilerletmede kararlı. Vahim olan tabii
uluslararası sistemin özellikle Amerika’nın bunu durdurma konusunda
herhangi bir aracının ve yeteneğinin olmaması.
SUNUCU- Uluslararası sistem bu noktada bir araya gelip İsrail’in
soykırımını durduramıyor, fakat bu çatışmalar da gittikçe derinleşiyor. Siz
Filistin Devleti’ni artık daha yakın mı görüyorsunuz, Filistin Devleti’ne
uluslararası düzeyde daha yakın bir noktada mıyız bu çatışmaların ardından?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Filistin Devleti’ne şu anda bir veto
uzaklığındayız sadece dünyadaki yani 200’e yakın ulus devletin çoğunluğunun
tanıdığı, BM Güvenlik Konseyi üyelerinin itiraz etmediği, sadece Amerika
hariç, bir devlet konusu var. Zaten tanıyan devletler Filistin’le devlet
ilişkisini sürdürüyorlar. Yani Filistin’in devletleşmesi, devlet olarak
tanınması ve işlemesi konusundaki hukuki ve uluslararası tanınırlık
konusunda aslında çok şükür bütün aşamalar hemen hemen BM Güvenlik Konseyi
hariç tamamlanmış durumda. Problem ne? Problem, İsrail’in devam eden
soykırım ve işgalinden dolayı Filistin Devleti’nin kendi egemenlik
haklarını ve organlarını kullanarak kendi kendini yönetmesiyle ilgili bir
şu anda sıkıntıyla karşı karşıyayız. Tabii İsrail iki devletli çözümü
özellikle Netanyahu’nun olduğu dönemde unutturarak de facto durumu
uluslararası sisteme kabul ettirmeye çalışmıştı. Maalesef ve maalesef yani
bazı Filistinliler de özellikle tabii imkansızlıktan dolayı işte Filistin
Yönetimi olarak kalalım, bize ne kadar imkan veriliyorsa bu verilen
imkanlarla bu işi götürelim, ne kadar toprak kaldıysa onu götürelim gibi
bir kabul edilmişlik içerisinde oldukları için, onlar da aslında bu projeye
biraz da dolaylı da olsa hizmet ettiler. Şimdi gelinen noktada, bu hikaye
tekrar başlangıç noktasına dönüyor ve olması gereken noktaya dönüyor, çünkü
Filistin meselesi Kudüs’ü de içerdiği için sadece Filistin’de yaşayan Arap
kardeşlerimizi ilgilendiren bir konu değil. İslam coğrafyasının tamamını ve
ötesini ilgilendiren bir konu. Dolayısıyla, burada İslam coğrafyasının
hassasiyeti, Müslümanların hassasiyeti, toplumların bu konudaki
hissiyatının devletler tarafından politikaya dönüştürülmesi ve uygulamaya
konması şu anda iki devletli çözümü tekrar gündeme çok güçlü bir şekilde
getirdi.
SUNUCU- Efendim, İsrail-Filistin meselesini son soruyla artık geride
bırakmak istiyorum, o da şu: İsrail bu savaşı nasıl bitireceğini biliyor
mu, planı var mı sizce?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- İsrail bu savaşa nereden bakıyor? Bence o
soruyu sormak gerekiyor. Yani bu savaşı siyasal bir çözüme götürmek için ve
kalıcı bir barış için mi istiyor, yoksa bu savaşı klasik savaş yöntemlerini
kullanarak, tırnak içinde tehdit olarak gördüğü her şeyi elimine ederek
askeri, siyasi, ekonomik, diğer yetenekleri kullanarak, yine klasik yöntemi
mi uygulamak istiyor? Bizim gördüğümüz, İsrail’deki şu andaki fanatik
radikal hükümet bütün tehditleri yok etme stratejisi güdüyor. Bunun için
bütün askeri kabiliyetlerini mobilize etmiş durumda ve bunun için aşamalı
strateji uyguluyor. Gazze’de aşamalı strateji uyguladı, Gazze’den sonra
şimdi Lübnan’a geçiyor, daha sonra belki başka hedeflere doğru yönelecek.
Bunu yaparken Amerika’nın da, Batı’nın da desteğini arkasına alıyor. Şimdi
buna dur diyecek bir irade ve güç gerekiyor. Uluslararası sistemin bir
araya gelip çok geç olmadan buna dur demesi lazım ya da İsrail’in kendi
içerisinden aklıselim insanların ortaya çıkıp bu çılgınlığı durdurması
lazım. Neden? Bu çılgınlık sadece Filistinlilere zarar vermiyor, İsrail’in
ve İsraillilerin de geleceğini ipotek altına almış durumda. Bu kadar masumu
siz katlederseniz, topraklarını çalarsanız, onursuzlaştırırsanız, bunun
üreteceği tepkinin altında siz uzun yıllar kalırsınız ve bu tepki ne zaman,
hangi şekilde kendisini gösterecek ve nerede gösterecek bilemezsiniz. Bu
sizi gelecek on yıllar, yüz yıllar güvensizlik sarmalı içerisinde tutacak.
Aklı başında olan İsrailli bunu görüyor, ama şu anki hakim zihin, fanatik
zihin aklıselimden uzak, tamamıyla yok etmek üzerine dizayn edilmiş bir
politika uyguluyor. Şimdi bunun bu şekilde tasvir edilmesi,
sınıflandırılması bile fevkalade önemli. Neden? Konu İsrail olunca, konu
İsrail’in desteklenmesi olunca, Batı’da o kadar fazla bir tek düzelik, o
kadar fazla kendiliğinden üretilmiş hakikat algılayışı vesaire vardı ki,
insanlar alternatifi bile sorgulamıyorlardı. Şimdi geldiğimiz noktada,
aslında bunun sadece ilgili Müslüman topluluklar nezdinde değil, dünya
coğrafyasında sorgulanabilir olması, sadece Filistin meselesinde bir
haklılık noktasını ortaya çıkarma değil. Artık dünya şunu söylüyor:
Ezilenlerin, sömürülenlerin, uluslararası sistem tarafından gözleri boyanan
bir kamuoyu vesilesiyle, tahakküm altına alınan toplulukların artık bir
dakika burada söylediğiniz bütün hikaye yalan, anlattığınız şey kurgu,
uyguladığınız politika zulüm. Bunun değişmesi gerekiyor. Değişmezse dediğim
gibi çeşitli şekilde bu kendisini gösterecek.
SUNUCU- Teşekkür ediyorum. Hiçbir savaş da yeryüzünde bebekleri öldürerek
kazanılamamıştır. Dolayısıyla, İsrail’in çok fazla gideceği bir nokta yok.
Yusuf Bey’le devam edelim, buyurun.
SUNUCU- Sayın Bakan, dediniz ki bölgede topyekun savaş riski var, daha
sonra İsrail’in başka hedeflere de yöneleceğinden söz ettiniz. Benim sorum
Suriye’yle ilgili. Bilhassa Suriye rejimiyle normalleşme konusunda, Şam
yönetimi sizce zamanı ve konjonktürü doğru değerlendirebiliyor mu? Bununla
birlikte, bizim Türkiye ve Suriye arasındaki normalleşme sürecinde ön
koşulsuz bir irtibat konusu vardı, bu noktada hangi aşamadayız? Son olarak
da Amerika Birleşik Devletlerinin bir normalleşmenin ardından, Suriye’de
PKK/YPG’ye vereceği desteği sona erdirip Suriye’den çekilmesi durumu söz
konusu olur mu?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Suriye’yle ilgili değerli arkadaşlar,
biliyorsunuz Cumhurbaşkanımızın bir müddet önce yaptığı bir açıklama vardı.
Burada tabii siyasi iradenin en üst düzeyde yaptığı bir açıklama, o da
Esad’la görüşmeye hazır olduğumuzu ifade etmesi. Şimdi biz Esad yönetimiyle
epey zamandır çeşitli formatlarda görüşüyorduk, yani özellikle istihbari
ağırlıklı, askeri ağırlıklı, çeşitli çok taraflı formatlarda, özellikle
Rusların ve İranlıların olduğu ortamlarda hep görüşüldü. Fakat, şimdi
aslında şunu biz tekrar görmek istiyoruz: Özellikle 2017’den itibaren
Astana formatı ve Türkiye’nin, özellikle Ruslarla yaptığı diğer askeri
mutabakatlar neticesinde rejimle muhalefet arasında dondurulmuş bir savaş
var, çatışma yok artık dondurulmuş durumda, bir sessizlik ortamı var,
herkes kendi bölgesinde duruyor. Bu sessizlik ortamında aradan geçen zaman
içerisinde, biz belli konuların aslında kalıcı olarak çözülmesine yönelik
adımlar atılması gerektiğini düşündük.
Tabii burada tarafların bu adımları atması gerekiyor, Türkiye’nin bu
savaşta, yani rejim ve muhaliflerin savaşında görmek istediği konu, rejimin
ve muhaliflerin kendi üzerinde anlaşabilecekleri bir siyasal çerçeve. Bu
olduğu zaman, özellikle Birleşmiş Milletler kararları uyarınca, bu olduğu
zaman bizim için sorun kalkmıyor. Yani olay tanımlanırken aslında şöyle çok
fazla ifade ediliyor: Türkiye ile normalleşme meselesi, yani bizimle
normalleşmeden de önce, bizim tabii ki ilişkileri normalleşmeyle ilgili
kendi aramızdaki sorun alanlarını yönetmemiz gerekiyor, ama bunların
başında mesela şunu söyleyeyim: Yurt dışındaki milyonlarca Suriyeli
mülteci. Yurt dışında milyonlarca Suriyeli mülteci neden var? Kendi
halkıyla, muhalefetiyle problemli olan bir yönetim, milyonlarca mülteci
üretmiş durumda.
SUNUCU- En çok da Türkiye’de.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- 3 milyondan fazlası Türkiye’ye gelmiş
durumda, 5 milyon mülteci de Türkiye’nin ve Türkiye dostlarının Suriye
içerisinde etkin olduğu bölgelerde yaşıyor, rejimin kontrolünün dışında.
Biz orada bu sistemi kurmuş olmasaydık 5 milyon insan daha Türkiye’ye
gelmiş olacaktı. Neden biz Suriye’nin içerisinde dost unsurlarla
varlığımızı sistematik bir şekilde, bu şekilde yapıyoruz? Çünkü, hala orada
rejimle ilişkilerinde kendisini güvende hissetmeyen 5 milyona yakın bir
kitle var. Şimdi bu kitle rejimle barışını, güven ilişkisini tesis etmediği
sürece, yani bizim daha fazla göç almayla ilgili endişelerimizin izale
edilmesi mümkün değil. Bırakın var olanların geri gitmesini gönüllü bir
şekilde, daha fazla mültecinin Türkiye’ye gelmesini engelleyecek bir sistem
olmuyor.
Biz hep şunu söylüyoruz: Kendi muhalefetinle nasıl bir sistem kuracaksın,
kendi halkınla, milyonlarla nasıl barışacaksın? Odaklanmanız gereken yer
burası. Türkiye ile ilgili konu, mülteciler meselesi, terörle mücadele
meselesi, bunlar bizim çok rahat konuşacağımız ve konuştuğumuz da konular.
Çünkü biz kendimizden eminiz, ne istediğimizi biliyoruz, Cumhurbaşkanımızın
o konudaki vizyonu fevkalade net. Kurumlarımız bu konuda son derece
bilgili, yani Silahlı Kuvvetlerimiz olsun, Milli İstihbarat Teşkilatı
olsun, diplomasimiz olsun, bu konuda yoğun bir koordinasyonumuz var, ama şu
anda ne yapıyoruz? Şu anda getirdiğimiz noktada sürekli dinamik bir şekilde
yürüttüğümüz ilişkilerle sorunun daha fazla ileriye gitmemesi, çatışmaların
olmaması ve daha fazla insanın ölmemesi. İkincisi, daha fazla insanın
mülteci olarak çıkmaması, şu anda bu ortam buna yarıyor. Diğer taraftan
Türkiye, terörle mücadelesini sürdürüyor. Sizin sorduğunuz Amerika boyutuna
gelince. Amerika, Suriye ile ilgili kendi taleplerinde aslında bu konuyu
çok fazla ilişkilendirmiyor. Dolaylı olarak nereden ilişkilendirir?
Amerika’nın ortaya koyduğu şartlarda, özellikle BM şartlarına yönelik
birtakım çözümleri olması gibi konular var, çünkü Sezar Yasası biliyorsunuz
Suriye’yle ticari ilişkiler dahil olmak üzere bütün ilişkileri Amerika
kendi hukuki normlarıyla yasaklıyor, kendi hükümranlık alanı içerisinde
olan entitelere. Bunun içinde Dolarla iş yapan, Amerikan şirketleriyle iş
yapan ne kadar yapı varsa, Suriye’yle ticaret yapmada sıkıntı yaşıyor. Bu,
Suriye ekonomisi zaten kötü oldukça, daha kötü durumda tutuyor.
Şimdi bir de üçte bir tarafı Amerika’nın desteklediği PKK/YPG üzerinden
işgal edilmiş durumda, işgal edilen bölgelerde de özellikle Suriye’nin çok
işine yarayacak doğal zenginlikler var, petrol başta olmak üzere.
Türkiye’nin istediği tarzda bir çözümün olmasının ben diğer sorunları da
Suriye’nin daha rahatlıkla çözeceğine inanıyorum, yani orada bir bağlantı
var, ama çok direkt bağlantı olmayabilir.
SUNUCU- Teşekkürler.
Avrupa Birliği ile ilişkiler, Gamze Hanım buyurun.
SUNUCU- Sayın Bakanım, 29 Ağustos’ta AB Dışişleri Bakanları Gayriresmi
Toplantısı’na katıldınız, özellikle Kıbrıs’la bağlantılı bazı mesaj ve
tespitleriniz oldu. Mesajlarınız AB tarafında ne tür yankılar buldu?
Ayrıca, Türkiye’ye ilişkin tam üyelik perspektifi konusunda samimi
gözlemleriniz nelerdir? Son olarak, aşırı sağın hız kaybetmeyen yükselişi
bu tabloyu nasıl etkileyecek?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Evet, Avrupa Birliği Gymnich Toplantısı’na,
Dışişleri Bakanları Gayriresmi Toplantısı’na davet edildik, uzun bir aradan
sonra. Bu önemli bir toplantıydı, çünkü hem formatı itibariyle, hem
tartışılan konular ve daha sonra yapılacak olan takibi itibariyle de önemli
bir toplantı. Burada uzun zamandır beraber çalıştığımız Bakan arkadaşlar
var, onlarla görüşlerimizi hep paylaşıyorduk birebir. Yüksek Temsilci
Borrell’le de sürekli bir araya geldiğimizde pozisyonlarımızı biliyoruz,
anlatıyoruz, ne olduğunu biliyoruz. Genişlemeden Sorumlu Komiser Varhelyi
vardı, onunla da zaten pozisyonlarımız belli, ama ne farklı? Birbirimizi
ikili düzeyde tanıdığımız bütün aktörler, artık hepsiyle AB-Türkiye konulu
bir toplantıda bir araya geldik. Türkiye’yle bir nevi dondurulmuş birtakım
ilişkiler bundan sonra nereye nasıl gidebilir sorusuna bir cevap arama
egzersiziydi.
Şimdi esas itibariyle, bizim birebir yaptığımız ilişkilerde de
gözlemlediğimiz konuların orada biraz daha, daha yapısal bir şekilde
tartışıldığı bir düzlem oldu. Biliyorsunuz Cumhurbaşkanımızın seçildikten
sonra Avrupa Birliği’yle alakalı ortaya koyduğu yenilenmiş vizyonu var,
yani her seçimden sonra Cumhurbaşkanımızın ülkemizin dış politikasıyla
ilgili, güvenlik politikasıyla ilgili, dost-düşman tanımıyla ilgili halkın
artık iradeyi verdiği makam olarak yenilediği ifadeleri var, yani bunları
dikkatle takip etmek gerekiyor, ama bunlarda da ciddi bir devamlılık var.
Terörle ilgili düşman tanımı, Türkiye’nin birliği-bütünlüğü tanımı ve aynı
zamanda Avrupa Birliği ile ilgili konu, bu konuda hep nettir. Seçildiği
andan itibaren de tekrar Avrupa Birliği’yle ilgili Türkiye vizyonunun
değişmediğini Cumhurbaşkanımız vurgulamıştı. Ben bu konuyu açıkçası
başlangıç noktası olarak ortaya koydum. Tabii bu şunun için önemli: Avrupa
Birliği’nde bir tarafın girmesi ve diğer tarafın kabul etmesi, yani bu
karşılıklı irade beyanıyla olacak bir şey. Demokrasilerde bunun siyasi
iradeyle mümkün olması gerekiyor. Şimdi Türkiye’nin 2004’ten itibaren
ortaya koyduğu siyasi iradenin devam ettiğini biz ortaya koyduk, ama Avrupa
Birliği’nde 2008’den itibaren artık siyasi iradenin değiştiğini, bu noktada
bir siyasi irade olmadığını. Bu irade Türkiye-Avrupa Birliği üyelik
ilişkilerini tam ortada bıraktı. Şimdi üyelik ilişkileri irade
yoksunluğundan dolayı ilerleyemezken, diğer taraftan aday ülke statüsüyle
yapmamız gereken şeyler var, yani beraber yapmamız gereken konular var.
Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri içerisinde gerek ticari olsun, gerek
siyasi olsun bu konularda atılması gereken adımlar var. Yani üyelik konusu
ilerlemiyor diye diğer konularda çalışmama olmaz, fakat son yıllarda
birtakım subjektif yaklaşımlar, bazı AB üyeleri ülkelerinin kendi konularını
AB’nin merkezi konusu gibi yapma çabaları, esas itibariyle AB gündemini
Türkiye’yle ilişkilerde biraz dibe çekti. Burada biz tekrar bu dibe çekmeyi
normalleştirme, özellikle ticaret, ekonomi, vize, eğitim, kültür gibi
alanlardaki zaten var olan normal işleyişimizi daha da pekiştirmek, daha da
yapısallaştırmak konusunda neler yapılabilir onu gördük.
Şimdi gözlemlerimden biri şu: Özellikle son 3-4 yıldır Ukrayna-Rusya Savaşı
başta olmak üzere, Ortadoğu’daki Gazze Savaşı ve diğer konuların, Çin,
Rusya ve diğer ülkelerin giderek daha başka bir boyuta evrilmesi, ittifak
şekli itibariyle, Avrupa Birliği’nin jeostratejik olarak bir alarm
seviyesine geldiğini görüyoruz. Avrupa Birliği esas itibariyle ekonomik
sorunlara yönelik dayanıklılığını fevkalade geliştirmiş, güvenlik ve
jeostratejik konularını da Amerika üzerinden, onun sağladığı şemsiye,
koruma üzerinden yürüten bir yapıydı. Şimdi ama bunun da yetmeyeceğini veya
Amerika’nın bunu yaparken, kendilerinin de her zaman kabul edeceği ve
halkları tarafından benimseneceği bir politika olmayacağını da görmüş
oldular. Maliyet ve bedel var, bu ne kadar yönetilebilir? Şimdi bizim
onlara tabii baştan beri söylediğimiz şuydu: Avrupa Birliği meselesi,
özellikle Türkiye ile alakalı, biz bunu ortaya koyarken vizyonumuz ne?
Avrupa Birliği esas itibariyle coğrafi devamlılığı olan bir yapı. Yani
Türkiye şu anda Avrupa Birliği üyesi olan ülkelere komşu, kendisi de
Avrupa’nın bir parçası coğrafya olarak. Hem Ortadoğu’ya bakan, hem Asya’ya
bakan, hem Kafkasya’ya, birçok yeri var. Şimdi Avrupa’nın da bir
parçasısınız, coğrafi devamlılık olarak siz de Avrupa Birliği üyesi
olsanız, 2008-2009’lu yıllarda, benim değerlendirmem Birleşik Krallık,
Avrupa Birliği’nden çıkmazdı. Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nde
olduğu, Türkiye’nin Avrupa Birliği’nde olduğu, yani doğudan ve batıdan
gerçekten iki güçlü aktörün Avrupa Birliği içerisinde olduğu bir ortamda,
jeostratejik bu türden dip akıntılarının olduğu yerde, Avrupa Birliği
Atlantik tarafına daha fazla sürüklenmez. Türkiye daha farklı dip dalgasına
maruz kalmaz. AB-Türkiye, yani herkes bulunduğu yerde daha güçlü bir çekim
merkezi oluşturabilirdi jeostratejik olarak. Ama bunu yapmadığınız zaman
başka çekim merkezlerinin dip dalga akıntılarına siz kapılıyorsunuz. Çünkü,
dünyadaki uluslararası sistemin ürettiği mücadele enerjisi de bunu dikte
ediyor.
SUNUCU- Bu stratejik perspektifle olaya yaklaşmayan Avrupa Birliği’nde son
dönemde yükselen bir aşırı sağ var. Bu aşırı sağ Türkiye-Avrupa Birliği
ilişkilerini nasıl etkiler? Schengen’le alakalı şu an Almanya’nın almış
olduğu bazı tedbirler var, bazı Avrupa Birliği ülkeleri Schengen’in de facto
olarak artık işlemediğini ifade ediyor. Aşırı sağ ve Türkiye-Avrupa Birliği
ilişkileri nasıl ilerler?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Aşırı sağ konusunda bizim pozisyonumuz şu:
Onu toplantıda da ifade ettiğim için burada söylemekte de beis görmüyorum.
Türkiye’yle olan ilişkilerinde, özellikle merkezi Avrupa ülkeleri aşırı sağ
iktidardaymış gibi davrandılar hep zaten. Dolayısıyla, bugün aşırı sağ
iktidara gelse Avrupa Birliği’nde bizim için değişen bir şey yok Türkiye
olarak. Bizim soydaşlarımız ve vatandaşlarımızla ilgili ne olabilir, onunla
ilgili sorunlarımız olur, endişelerimiz olur, onları çok yakından takip
ediyoruz. Ama onun dışında devletten devlete politik ilişkilerde ne olur
meselesiyle alakalı aslında… Yani şöyle bir kaygıyla sürekli Avrupa Birliği
politika oluşturdu: Biz Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğini ilerletirsek,
Türkiye’yle ilişkilerimizde pozitif gündemi çok gündeme getirirsek ne
olacak? Biz aşırı sağa zemin kaybedeceğiz. Onun için Türkiye’yle ilgili
pozitif konuları ilerletmeyelim, geriye alalım; merkezi Avrupa ülkelerinden
bahsediyorum.
Yapmadınız da ne oldu?
SUNUCU- Aşırı sağ yine yükseldi.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Ama mukabilinde neyi kaybettiniz? Çok büyük
bir stratejik avantajı kaybettiniz. Bu türden uluslararası krizlere
dayanaklı olmayla ilgili bir yeteneğinizi kaybettiniz. Büyük bir müttefikle
yüzde yüz perçinleşme imkanını kaybettiniz veya geciktiriyorsunuz.
Bu maliyetleri tabi görecek, analiz edecek ve toplumlarına anlatacak
liderlere ihtiyacı var. Şimdi sokak siyasetini siz birilerini ötekileştirip
kendinizi yüceltme üzerinden kurduğunuz zaman ve bunun üzerinden çok hızlı
büyüme stratejisi izlediğiniz zaman, oy kazanma stratejisi izlediğiniz
zaman, kısa vadede bir şeyler alıyor gözüküyorsunuz, ama bunu yaparken çok
büyük jeostratejik dengeleri de darmadağın ediyorsunuz; bu bir maliyet
öngörme meselesi.
Dolayısıyla biz aşırı sağı çok yakından takip ediyoruz, ama zaten Türkiye
Avrupa’da aşırı sağ iktidardaymış gibi sürekli şey yapılan bir ülke olduğu
için…
SUNUCU- Teşekkür ederim.
Çok büyük bir değişiklik olmayacak diyorsunuz.
Yahya Bey’le devam edelim.
SUNUCU- Efendim, Batı’yı çok konuştuk, ben biraz da Doğu’yu sormak
istiyorum, BRICS meselesini. Tartışılıyor, konuşuluyor, Ankara’dan yapılan
bu konuda açıklamalar yok, benim gözümden kaçmadıysa eğer. Ama Rusya’dan,
oradan-buradan bazı açıklamalar geliyor. Konu nedir? Türkiye BRICS üyesi
oluyor mu, beklentisi ne, başka bir perspektif mi var? Bunu netleştirebilir
misiniz?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Memnuniyetle. Cumhurbaşkanımız da defaatle
izah ettiler, biz de konuştuk. Biz, özellikle mevcut dünyada 200 tane aşağı
yukarı ulus devlet aktörünün olduğunu, bu aktörlerin giderek daha fazla
yetkinleştiği ve giderek daha fazla ticari aktör, devlet dışı aktörün ve
teknolojik faktörün içine dahil olduğu bir dünyada güç matriksinin sürekli
evrildiğini görüyoruz. Bunu iyi görüp iyi analiz etmek gerekiyor. Bütün bu
matriksin içine katılan ulus devlet aktörleri başta olmak üzere diğer
aktörleri de işin içine alarak.
Bu matriksi görmek, analiz etmek, devimini yakalamak niye önemli? Şunun
için önemli: Yani hesabınızı, kitabınızı yaparken, bir, burada hangi
nitelikli ittifakları hangi konuda geliştirmeniz gerekiyor, onu görmeniz
gerekiyor. Hiçbir ülkenin ittifak kurmadan yeryüzündeki krizleri tek başına
çok büyük bedeller ödemeden yürütme şansı yok. Her ülke ittifak kurmak
zorunda. Ekonomik ittifaklar, güvenlik ittifaklar, siyasi ittifaklar,
birçok ittifak.
Şimdi Türkiye’nin kadim devlet kültüründe, yani ittifakları kurma, ittifaka
dahil olma ve sorumluluklarını yerine getirmeyle ilgili çok güçlü bir
geleneği var. Şimdi biz özellikle ekonomiyle ilgili bu kadar çeşitliliğinin
olduğu, hareketliliğin olduğu, devimin olduğu, dinamizmin olduğu bir global
markette tabi ki bütün alternatifleri, opsiyonları değerlendiriyoruz. Şimdi
Avrupa Birliği’ni az önce konuştuk, aslında Avrupa Birliği’nden buraya
gelmemiz de fevkalade iyi oldu. Yani Avrupa Birliği’yle bizim ekonomik
entegrasyonumuz üyelikle taçlansaydı, şimdi Gümrük Birliği düzeyinde, ama
onun da üstüne gidip üyelikle taçlansaydı belki biz birçok konuda bu türden
bir arayış içerisinde olmayacaktık. Çünkü Avrupa Birliği’nin şöyle bir
mekanizması var: Kendi ekonomik ve ticari iş birliğinin üye ülkenin
ihtiyacı olan geliri üretmediği noktada, altyapıyla ilgili özellikle ve
diğer konularla ilgili fonlarla devreye giriyor. Yani yüzlerce milyar Euro
para veriyor, Türkiye de nüfusa orantılı olduğu zaman bunları şey
yapacaktı.
Bunu şunun için söylüyorum: Biz halk tarafından seçilmiş sorumluluğu olan
bir hükümetiz. Hükümet kendi icraatlarını hayata geçirirken halkın bir
numaralı ihtiyacına cevap vermek zorunda. Bunun için uluslararası
ilişkilerini bu şekilde dizayn eder.
Şimdi Avrupa Birliği’yle dediğim gibi biz ilişkilerimizi bu şekilde devam
ettirip iyi niyetle bir noktaya götürmeye çalışırken, bunun duraksadığı bir
yerde de ekonomik olarak başka ne türden alternatifler olabilir, buna
bakmamız normal. BRICS şu anda kurulduğu andan itibaren kurumsallaşması çok
fazla gerçekleşmemiş ama bununla ilgili tartışmaların yapıldığı bir
platform. Yani AB gibi entegre edilmiş, ortak para birimi, işte finansman
usulleri, modelleri, yatırım, kriterler, altyapı vesaire bu konuların çok
fazla hala olmadığı bir alandayız.
SUNUCU- O yönde gitmek ve ilerlemek istiyorlar mı, yani Avrupa Birliği gibi
bir model oluşturmak istiyorlar mı? Sanki BRICS ülkeleri kendi içinde de bu
modeli tartışıyor gibi Sayın Bakanım.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- İşte içine girip göreceğiz, yani işte
arayışımız o. Dediğim gibi, biz sadece BRICS’e değil, ASEAN’a da çok yakın
bakıyoruz, ASEAN’la da çok yakından ilgileniyoruz. Şu anda Türkiye’nin
içinde bulunduğu, merkezinde bulunduğu başka ekonomik iş birliği
teşkilatları var, diyelim Karadeniz Ekonomik İş Birliği Teşkilatı var,
İslam ülkeleriyle kurduğumuz ekonomik iş birliği teşkilatları var, D-8 var.
Ama şunu görüyoruz: Gerçekten ölçek ekonomisi açısından baktığınız zaman,
market yaygınlığı açısından baktığınız zaman, giderek daha büyük ölçekli
entegrasyonlara ihtiyaç var ki daha rahat edesiniz. Bir de, Türkiye’nin
ekonomisi çok büyük. Artı, yani şöyle bir tırnak içinde, Türkiye de ekonomi
mucizesini yaşayan bir ülke. Yani kendi klasmanında çok az ülkenin olduğu
bir ülke. Yani biz petrol, gaz gibi hani hızlı nakit getiren, yüksek nakit
getiren, gelir getiren bir finans kaynağımız olmadan, endüstri ve teknoloji
üretip satarak sanayi ve teknolojiyle, tarımla ve hizmet sektörüyle G-20
arasında olan ve kalmayı başaran bir ülkeyiz. Yani diğer ülkelerin hepsine
tek tek bakın ait oldukları büyük şeyler vardır…
SUNUCU- Doğal kaynaklar özellikle.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Ya birkaç tanesinin doğal kaynağı vardır ya
da çoğu büyük ekonomik entegre yapılara mensuplardır, Avrupa Birliği gibi,
işte Kuzey Amerika Paktı gibi veya işte Amerika’yla Tercihli Özel Ticaret
Anlaşması olan, onun tarafından desteklenen, diyelim Japonya gibi, Kore
gibi ülkelere baktığınız zaman veya Avusturya gibi ülkelere baktığınız zaman
çok özel ve tercihli Batı’yla ilişkileri olan ülkeler. Şimdi diğer taraftan
Suudi Arabistan var, yani petrol var. Şimdi bunların olmadığı bir ortamda
hani Türkiye’nin gerçekten kendi emeğiyle birkaç ülkeyle beraber burada
kalması her türlü takdirin üzerindedir, bu sürekli altı çizilmesi gereken
bir konu. Özellikle Cumhurbaşkanımızın liderliğini yaptığı, sürekli AK
Parti iktidarlarının gündemde tuttuğu bu ekonomi politikalarını çok
yakından takip etmek lazım. İçeride bizim neyi ne kadar hissettiğimizle
beraber, dışarıdaki gelişmelerde nerede nasıl duruyoruz, onu da iyi
gözetlemek lazım. Dolayısıyla bizim BRICS’e de bakış perspektifimiz esas
itibarıyla bu.
SUNUCU- Teşekkür ediyorum.
Faruk Bey, buyurun.
SUNUCU- Sayın Bakanım, benim sorum Rusya-Ukrayna savaşıyla ilgili olacak.
Savaşın seyri ve diplomatik çözüm çabalarının hangi aşamaya geldiğini
sormak istiyorum. Malum nükleer santraller civarında da yaşanıyor bu
çatışmalar. Diğer taraftan Rus yetkililer Türkiye’nin bir teklif sunduğunu,
teklifin nükleer santraller ile gıda güvenliğini sağlamayı amaçladığını
açıklamıştı.
Öte yandan, ABD eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland’ın da bir
açıklaması vardı, İstanbul görüşmelerini ABD’nin sabote ettiği anlamına
gelen bir itirafı vardı. Tüm bu gelişmeleri siz nasıl değerlendirirsiniz.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Şimdi Türkiye’nin arabuluculuk iradesi ve
rolü her zaman için mevcut, yani bu Cumhurbaşkanımız için bir numaralı
öncelik Ukrayna-Rusya krizinde.
İkincisi, pratikte gerçekten çok şey yapılıyor, özellikle istihbarat
diplomasisi üzerinden yürüyen. Az önce sözünü ettiğiniz Rusların ifade
ettiği gerek enerjiyle ilgili, gerek gıda güvenliğiyle ilgili yapılan
anlaşma taslakları görüşmelerde, bu konuda özellikle Milli İstihbarat
Teşkilatı vasıtasıyla yürüyen çok nitelikli görüşmeler oldu, ama taraflar
her zaman aynı şekilde aynı yerde buluşamayabiliyorlar. Ama niyet orada,
pratik ortada, gerekli faaliyetler devam ediyor.
Şimdi gıda güvenliğiyle ilgili sorun halledilse, enerji konusu halledilse
geri kalan büyük savaş ne olacak, biraz oraya odaklanmak gerekiyor. Yani
burada biraz rahatlamalar olabilir, ama savaşın kendisi giderek daha da
farklı formlara bürünmeye başlıyor. En başta söylemiştik, aynı Gazze’deki
savaş gibi. Bir savaş başladığı andan itibaren eğer siz onu durdurmayla
ilgili bir irade koymuyorsanız, bunun hangi yöne nasıl evrileceğine ilişkin
net kanaatleriniz olmayabilir ve kontrolden çıkabilir. Şu anda savaş
Rusya’nın içerisine taşınmış durumda, 500 binden fazla insan ölmüş durumda.
21. yüzyılda Avrupa’nın ortasında yüzbinlerce insan sanki Birinci, İkinci
Dünya Savaşı’ndan bahsediyormuşuz gibi konvansiyonel bir savaş
görüyorsunuz. Her gün onbinlerce top mermisi atılıyor, yani fabrikalar
mermi üretme, 155’lik top mermisi üretmeye yetmiyor dünyadaki bütün
fabrikalar her iki taraf için de. Yani karşı tarafı ateşle baskı altında
tutmak için onbinlerce top mermisi atılıyor. Bunun doğaya verdiği,
insanlara verdiği, şehirlerin altyapısına verdiği artık zararı, yıkımı
bahsetmiyorum, insan hayatını direkt etkilemesi ve yok etmesiyle ilgili çok
acı bir tabloyla karşı karşıyayız.
Şimdi daha da garip olan, aynı Gazze savaşında olduğu gibi, yani
uluslararası sistem burada bir olağanüstülük hissiyatında değil. Yani
yüzbinlerce insanın burada ölüyor olmasının bir neticesi olmalı, insanlar
bununla ilgili dert sahibi olmalı. Tabi ki bir taraf kendisi işgal altında,
bu işgale karşı bir mücadele ortaya koyuyor, ama artık bu bunun çok ötesine
geçmiş durumda. Dünyayı ortadan ikiye bölüyor ve giderek daha fazla
yaygınlaşma riski gösteriyor.
Şimdi herkesin beklediği bir konu var sizler de hani biliyorsunuzdur, bunu
işte Amerika Avrupa’ya öncülük ediyor irade oluşturma, plan oluşturmada ve
savaşın arkasına savaş çabasını,savaşı tamamen yöneten
sistemi koyma açısından Amerika’nın öncülük ettiği bir yapı var. Şimdi
Amerika’daki seçimleri herkes bekliyor, yani seçimlerden sonra artık bir
müzakere ve diyalog diline başlanılabilir diye bir varsayım var. Neden o
da? Çünkü artık savaş 3 yıldır yaklaşık devam ediyor olacak ve burada
tarafların savaş yoluyla neyi ne kadar ele geçirip geçiremeyeceklerine
ilişkin bir şey de oluşuyor , tablo ortaya çıkıyor, tabiri
caizse doyum noktasına ulaşıyor. Yani herkes elindeki konvansiyonel
silahlarla yapabileceğinin maksimumunu yapıyor, yok edişin maksimumunu
üretiyor; bir noktaya geldi. Taraflar şunu da söyleyebilir: Benim
kullanmadığım yeteneklerim var, vurmadığım hedefler var, onları da sona
saklıyordum, bununla da ben bir oyuna devam edeyim diyebilir, ama yani
yüzde 70-80 buraya geldik. Şimdi benim aldığım izlenim, yani iki tarafla da
tabii konuşuyoruz. Bir taraf artık bir diyalog mekanizması açılabilir gibi
bir şey var, seçimlerden sonra duruş var. Hani onu beklemeye gerek var mı?
Beklemeden de atılabilecek adımlar var mı? Tabii ki atılabilecek adımlar
var, yani konuşulması gereken şeyler var. Ama Ukrayna-Rusya savaşında tabii
bir başka parametre de özellikle Batı’nın Rusya’ya uyguladığı yaptırımlar,
yani bu yaptırımlar da masaya tabii ki gelecek büyük bir paket olarak.
Bunların hepsinin artık hangi şekilde nasıl müzakere edileceği konusunu
göreceğiz. Müzakere edilemezse başarısız olursa olay ya yaygınlaşan bir
savaşa dönüşecek daha büyük bir risk var ya da bir şekilde donmuş bir
savaşa dönüşecek.
Donmuş savaş iki formatta olacak. Birincisi, Rusya’yla Ukrayna arasındaki
cepheler sabit kalacak, donacak birbirlerine artık bir şey yapmayacaklar,
donacak kendiliğinden. Ama Batı’yla Rusya ve Rusya’nın kendisine, çekim
merkezinde oluşturduğu ittifaklarıyla başlayan soğuk savaş derinleşerek,
başka bir boyuta evrilerek devam edecek. O da tabii dünyayı ekonomik
olarak, siyasi olarak, güvenlik olarak başka bir denkleme kalıcı olarak
taşıyacak. Şu anda gerek piyasalar, gerek stratejistler, gerek güvenlik
mekanizmaları var olan savaşı hala geçici olarak kabul etmede bir refleks
gösteriyorlar. Aslında önümüzdeki aylar kritik, bunun kalıcı etkilere
dönüşebileceğini görüyoruz, çünkü kalıcı etki hesabı yaptığınız zaman
alacağınız tedbirlere yönelik de çok büyük mali kaynaklar harcamanız
gerekiyor, siyasi kararlar almanız gerekiyor. Senaryo beklemediğiniz gibi
çıkarsa bütün bu harcanmış kaynaklar, alınmış pozisyonlar boşa gidecek.
Beklediğiniz gibi çıkar da tedbirini almış olmazsanız zaman
kaybedeceksiniz, onun için uluslararası sistemdeki aktörler bu noktada bir
belirsizliği yaşıyorlar, yani ben stratejistlerle de bir araya geldiğim
zaman bu sorunsalın nasıl evrileceğini ve buna yönelik tedbirlerin,
özellikle ekonominin yeniden yapılanmasında, ticaret yollarının yeniden,
lojistik yollarının özellikle nasıl hayat bulmasında, çünkü şu anda ticaret
yolları biliyorsunuz inkıtaa uğramış durumda. Bunlara kalıcı yeni rotalar
mı bulalım, yoksa savaşın bitmesini bekleyelim, altyapıyı tekrar harekete
mi geçirelim? Bunlar hep cevap bekleyen sorular. Yani onun için
Ukrayna-Rusya savaşı sadece Ukrayna’da genel miktarda, bir miktarda
Rusya’nın içerisinde savaş, cereyan eden sıcak savaş olmanın ötesinde çok
büyük bir global etkisi olan bir durumda. Biz de hep buna dikkat
çekiyoruz. Cumhurbaşkanımız da sürekli savaşın çok boyutluluğu ve çok fazla
coğrafyaları etkilemesiyle ilgili durumuna vurgu yapıyor. Ama yani buranın
belki konusu değil, savaşta özellikle devam etmede beis görmeyen tarafların
da farklı jeopolitik hesapları var.
SUNUCU- Yani savaşın uzamasından fayda sağlayan bazı gruplar bu savaşın
devamını istiyorlar, bunu açıkça ifade edebilir miyiz?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Bu formatta.
SUNUCU- Bu formatta devam etsin diyorlar savaş.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Çünkü bizi ilgilendiren zaten formatın
değişebilecek olması, yani format ne? İki tane parametresi var formatın,
birincisi coğrafya sabit, ring belli, savaşın olduğu ring Ukrayna
toprağıydı ve onun için Ruslar da problem etmiyordu diğer tarafta. Silahlar
belli, nükleer silah hariç her şey. Şimdi ringin artık biraz değiştiğini
görüyoruz, Ruslar da artık nükleer stratejileri deklare ediyorlar, diyorlar
ki biz farklı silah kullanabiliriz…
SUNUCU- Kendimizi savunmak zorunda kalırsak.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Ama o noktaya gelene kadar biz paterni
incelediğimizde şunu gördük: Ukrayna toprakları içerisinde kalmak şartıyla,
Rusların ve Ukraynalıların ölmesi sadece şartıyla savaşı devam ettirmede
bir sıkıntı görmüyordu taraflar.
SUNUCU- Sistem öyle değerlendiriyor.
Peki, Türkiye kendi gündemine geri dönerse Orta Asya turunuz çok önemliydi.
Gamze Hanım’ın bu konuda bir sorusu var, buyurun Gamze Hanım.
SUNUCU- Sayın Bakanım, Orta Asya turunuzda kapsamlı görüşmeler yaptınız.
Sınır anlaşmazlıklarından, enerji nakil hatlarına kadar stratejik önemi
haiz konularda görüşmeleriniz oldu. Türkiye’nin Orta Asya politikasında ve
bölge ülkeleriyle arasındaki ilişkilerde sessiz bir devrimden söz edilebilir
mi, Türk Devletleri Teşkilatı’nın son yıllarda işbirliği süreçlerini
derinleştirdiğini de görüyoruz aynı zamanda. Bu platformda yakın gelecekte
ulaşılması gereken en önemli hedefler nelerdir?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Burada gerçekten Cumhurbaşkanımızın Türk
Devletleri Teşkilatı ve üyeleriyle ilişkileri kurumsal noktada en ileri
pozisyona taşımada ciddi bir iradesi var. Geçtiğimiz yıllarda da açıkça
söylemek gerekirse buradan da kendisini analım, özellikle benden önceki
Bakanınız Mevlüt Beyin de Türk dünyasıyla ilişkileri ilerletmede çok büyük
emeği olmuştur. Türk Devletler Teşkilatı’nın kurumsallaşmasıyla ilgili ben
hatırlıyorum o zaman MİT’teydim, kendisinin de büyük hassasiyetleri vardı.
Şimdi biz de tabii bu bayrağı devraldıktan sonra TİKA yıllarından beri de
çok yakından beri takip ettiğim bir konu Türk dünyası ve buradaki
ilişkilerin tabii bizim bir duygudaşlığımız var, soydaşlığımızın yanı sıra.
O duygu ne? Bizler bir araya gelelim, güçlü olalım, bir olalım, etkili
olalım, daha caydırıcı olalım. Bunu sağladıktan sonra asıl pratikteki
konular başlıyor işte kurumsallaşma dediğimiz, profesyonellik dediğimiz,
olayın duygusal birliktelik aşamasını sağladıktan sonra bundan sonra
kurumsallaşmada ne yapacaksınız, ekonomik iş birliğini nasıl
kurumsallaştıracaksınız, güvenlik işbirliğini nasıl kurumsallaştıracaksınız,
istihbarat iş birliğini nasıl kurumsallaştıracaksınız, savunma sanayiinde
hangi ürünü nasıl yapacağız, kim kime verecek, nasıl bir satın alam
mekanizması olacak? Bütün bunların hepsi enerji, ticaret yolları başta
olmak üzere çok ciddi odaklanma istiyor ve siz bunları yaparken şöyle bir
şey var: O dünyada yalnız değilsiniz, Avrupa Birliği Orta Asya’ya çok fazla
önem gösteriyor, sürekli Orta Asya ve Avrupa Birliği üyelerinin 5+1
formatla toplantıları var. Rusya Orta Asya’ya, Türk Cumhuriyetlerinin
olduğu coğrafyaya önem gösteriyor, Çin önem gösteriyor, diğer Asya
Pasifik’teki büyük ülkeler önem gösteriyor. Yani bu kadar rağbet varken
Türkiye’nin de özellikle de Türk Devletleri Teşkilatı temelli bir
kurumsallaşmayla hem ikili ilişkilerini ilerletmesi hem de kurumsal
ilişkisini ilerletmesi büyük önem arzediyor.
Şimdi biz bunu ilerletirken tabii ifade ettiğim gibi bazı ilişkiler var ki,
ekonomik ilişkiyi herkesle yapabilirsiniz o zaman, yani bu da normaldir.
Biz de Türkiye olarak dünyadaki bütün marketlerle, ülkelerle ekonomik
ilişkilerimizi, ticari ilişkilerimizi ilerletmek için çalışıyoruz. Ama bazı
alanlar var, sadece yüzde 100 emin olduğunuz, kader birlikteliği
yapacağınız kardeşlerinizle, dostlarınızla çıkabileceğiniz yollar var:
güvenlik alanı, savunma alanı diyelim, kritik istihbari konular gibi.
Bunların tabi çok ince bir şekilde gündem yapılarak takip edilmesi
gerekiyor. Şimdi bizim Türk devletleriyle yaptığımız, başta Özbekistan,
Azerbaycan olmak üzere bütün toplantılarda ortak planlama gruplarımız
vardır, komiteler çalışırlar, her komite ihtisas komitesidir, bu
komitelerin ürettiği somut raporlar vardır. Yani biz kardeşiz, beraber bir
araya geldik, dünya bundan sonra ne kadar güzel, böyle bir hamaseti
söyleyip ortada bırakmak olmuyor, bu bizi bir yere götürmez, bunun arkasına
çok ciddi kurumsal çalışmalar koymak gerekiyor, bunu yapmaya çalışıyoruz ve
burada da iyi neticeler aldığımızı görüyoruz.
Özellikle Türkiye tabii ekonomisi, teknolojisi büyük bir ülke, diğer Türk
devletleriyle kıyasladığımız zaman. Buradaki kapasiteyi bu kardeşlerimizle
nasıl paylaşabiliriz, bunun arayışı içerisindeyiz. Yani çok iyi ilerliyor.
SUNUCU- Kurumsallaşıyor ilişkiler.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Evet.
SUNUCU- Peki, Balkanlar’a geçelim.
Yusuf Bey, buyurun.
SUNUCU- Sayın Bakanım, özellikle son bir yıl içerisinde Bakanlığınız
sırasında Balkanlar’la çok yakın temas içerisinde bulundunuz, birçok çoklu
mekanizmada da yer alarak orada temaslar gerçekleştirdiğinizi biliyoruz.
Balkanlar’a baktığımızda Sırbistan-Kosova gerilimini görüyoruz, orada
tansiyonun zaman zaman da hızlı bir şekilde tırmandığını görüyoruz. Bizim
tabi ülkemiz Türkiye Cumhuriyeti, devletin her iki tarafıyla da çok iyi
ilişkileri var. Siz bu krizde nasıl bir rol oynuyorsunuz, oynuyor musunuz
veya tarafların yaklaşımları nelerdir? Buna dair fikrinizi merak ediyorum.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Türkiye burada tabi birçok açıdan olağanüstü
bir rol oynuyor durumda, yani onu izah edeceğim. Şimdi tabi
Cumhurbaşkanımızın bölgedeki siyasal liderlik ağırlığını, burada biz nasıl
bir etki oluşturduğunu görüyoruz.
Şunun için ifade ediyorum: Şimdi şöyle düşünün, biz tarihsel olarak
Kosova’nın bağımsızlığını destekleyen bir ülkeyiz ve desteklemeye de devam
edeceğiz. Diğer taraftan, Bosna-Hersek’teki Boşnak kardeşlerimizin Bosna
Devleti’nin de hem bağımsızlığını hem egemenliğini hem de güvenliğini sonuna
kadar destekliyoruz. Tekrar 90’lı yıllar yaşanmasın diye.
Diğer taraftan, hem Bosna meselesinde, hem Kosova meselesinde resmin diğer
tarafında olan Sırbistan var. Şimdi biz Bosna ve Kosova’yla bu kadar
kardeşçe ve derin bir ilişki geliştirirken ve tarihsel yükümlülüğümüzü
yerine getirirken, Sırbistan’la da iyi ilişki kurabiliyorsak bu gerçekten
güçlü siyasi liderlikle oluyor, karşı tarafla güven oluşturmayla oluyor.
Türkiye şunu da gören bir olgun devlet profili ortaya koyuyor: Biz her ne
kadar bu ülkelerle kardeşçe tarihsel bağlarımız olsa da Sırbistan’ın da
belli noktalardaki menfaatleriyle ilgili konuşulabilirlik durumunu da biz
görüyoruz. Tabi ki Bosna’nın ve Kosova’nın bağımsızlığıyla ilgili bir
problem olmadığı sürece. Burada Sırbistan’ın belli ülkeler tarafından
aslında bir rotada tutularak devam ettiği bu yoldan sapmadan tarihsel
mecrasında devam etmesi önemli. Yani Devlet Başkanı Vucic’in bu noktada bir
çaba harcadığını da görüyoruz. Yani bir taraftan Sırp halkının daha
milliyetçi hislerine, daha yayılmacı hislerine hani retorik olarak bir şey
söylemeye çalışırken, diğer taraftan da esas itibarıyla bölgenin
realiteleriyle barışan bir rota çizdiğini görüyoruz. Bu, siyasetçiler için
zor bir alandır. Hem dış politika gereksinmelerini hem jeostratejik
dengeleri gözeteceksiniz hem de içerideki bu türden hisleri tatmin
edeceksiniz, şimdi bunlar siyasetçiler için zor alanlar. Yani Vucic de bu
noktada Cumhurbaşkanımıza güven duyan bir lider. Cumhurbaşkanımız da tabi
bu tarihi sorumluluğumuzu biz Balkanlar’daki barışı ve istikrarı nasıl
sağlayabiliriz, bu noktada hayata geçirmede bir vizyonumuz var.
Dikkat ederseniz, gerek Suriye olsun, gerek Irak olsun, gerek Balkanlar
olsun, gerek Karadeniz olsun, Ortadoğu olsun, hep aktif bir barış dili
kullanıyoruz. Yani aktif barış dili derken şunu ifade ediyorum: Durduğumuz
yerden resmi beyanatla biz dünyada barış görmek istiyoruz, kimse savaşmasın
diye bir cümle kurmakla yetinmiyoruz, biz gerçekten haklı veya haksız
sebepleri olan bu savaşların çözümlenmesi, dondurulması, barışa evrilmesi
konusunda neler yapılabilir, onun samimi çabası içerisindeyiz. O çaba nasıl
ortaya çıkıyor? Bu konuları biliyoruz, aktörleri biliyoruz, kesintisiz veri
topluyoruz, kesintisiz etkileşim içerisindeyiz ve onun için teklif de
geliştirebiliyoruz. Güven sorunumuz yok, güvenilir bir aktörüz. Özellikle
bölgemizdeki çatışmaların durması Türkiye’nin ve müttefiklerinin önümüzdeki
yüzyıllar boyunca bölgemizde oluşturacağı refahın ve güvenliğin de bir
anahtarı. Yani sürekli bu coğrafya son 100 yıldır değerli arkadaşlar bir
belirsizlik, bir çatışma, bir anafor içerisinde. Ve burada şöyle son 22 yıla
bir bakın, yani Irak’ın işgalinden sonra bölgedeki savaşlara, Afganistan,
Suriye, Arap Baharı, ondan sonra Karadeniz’de olanlar, Balkanlar’da
olanlar, sadece Türkiye’nin bu bölgede istikrarlı, güvenli bir şekilde
kalması, ekonomisini ve güvenliğini bu süre içerisinde sürekli artırması,
ilerletmesi mucizevi bir konu esas itibarıyla. Yani bu profesyonelliği, bu
odaklanmayı bizim devam ettirmemiz gerekiyor. Cumhurbaşkanımızın buradaki
tabii dirayetli liderliğinin altını da özellikle çizmek gerekiyor.
SUNUCU- Teşekkürler. Biz de Anadolu Ajansı olarak Balkanlar’ı çok yakından
takip ediyoruz.
Türkiye-Amerika Birleşik Devletleri ilişkilerine dair bir sorunumuz var
uzunca bir zamandır, F-35’lerin alınamaması, S-400’ler, CAATSA
yaptırımları. Bu konuda F-16’larla alakalı sorun diplomasi yoluyla
halledildi, F-16’larla alakalı anlaşma sağlandı, hem modernizasyon, hem
yeni F-16’lar. F-35’ler ve S-400 konusunda ise Amerikalı muhataplarınızla
şu an hangi aşamadasınız, ne konuşuyorsunuz?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Bu konuda bizim konuştuğumuz çerçeve, asıl
konu şu: Şimdi CAATSA yaptırımları var, Amerikalıların çıkardıkları bir
kanun var, belli Rus ürünlerini alanlara yönelik yaptırım uyguluyorlar, bu
yaptırımları da işte çeşitli şekillerde yapıyorlar, bunu da yasaya
bağlamışlar. O yasanın bir bağlayıcılığı var. Şimdi bu yasanın tabii ortaya
koyduğu, atıldığı dönemde var olan şartlar ile şimdiki şartlar değişmiş
şartlar. Biz hani Amerika’da hem Senato’yla yaptığımız görüşmelerde hem
siyasilerle hem ulusal güvenlik yetkilileriyle yaptığımız görüşmelerde,
geldiğimiz noktada bu türden iki tarafa da hizmet etmeyen yaklaşımların iki
ülke arasındaki ilişkileri daha da kronik hale getiren bir rol oynadığının
altını çiziyoruz, o da belli bir noktada kabul görüyor, yani bunu daha
olumlu bir şekilde nasıl çözebiliriz, bunun arayışı içerisindeyiz. Buna
yönelik çeşitli formüller, arayışlar, görüşler, tartışmalar, her iki
taraftan öneriler geliyor, bizim amacımız CAATSA’dan çıkmak. Çünkü Savunma
Sanayii Başkanlığımız CAATSA’ya şu anda tabi olmuş durumda, özellikle
savunma sanayi, çünkü alacağımız üründen bağımsız konuşuyorum ben yani F-35
vesaire, çünkü bu türden hava savunma ürünleri, taarruz ürünleri bunların
hangisi alınır, hangisi alınmaz, hangi miktar alınır, bütün bunların
kararını verecek olan profesyonel yapı Milli Savunma Bakanlığımız Hava
Kuvvetleri Komutanlığımızdır. Onlar bu noktada teknik otoritedir esas
itibarıyla.
Biz tabii bu noktada herhangi bir tercih ortaya konduğu zaman olayın siyasi
boyutunu yönetmekle yükümlüyüz. İşte tıpkı F-16 olayında olduğu gibi
Silahlı Kuvvetlerimiz F-16’yla ilgili bir ihtiyaç iradesi ortaya koyduğunda
Cumhurbaşkanımız tarafından onaylanmış, Amerika’da bu tıkanmıştı, peki bu
tıkanıklığı biz nasıl giderebiliriz siyasi olarak? Yani ona bir
plan-program geliştirildi ve bu siyasi engel aşıldı, Amerikan
Senatosu’ndaki bu siyasi engel kalktı. Daha sonra üretici firma ile Milli
Savunma Bakanlığı arasındaki teknik bir müzakere konusu bundan sonrası,
yani şu anda bir siyasi problem yok.
SUNUCU- Ama F-35’de siyasi bir engel var şu an.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- F-35 çünkü CAATSA’dan dolayı takılmış
durumda, bu konuyu dediğim gibi biz sadece F-35’den dolayı değil,
CAATSA’yla ilgili konudan dolayı çözmeye çalışıyoruz. Yani bu iş çözülürken
yanında F-35’le de ilgili bir çözüm gelirse tabii ki tercihe şayan bir
durum olur, dediğim gibi o konudaki nihai teknik otorite makamı,
değerlendirme makamı Milli Savunma Bakanlığımız Hava Kuvvetleri
Komutanlığımız. Ama biz olayın siyasi boyutunu yönetmede her türlü çabayı şu
anda gösteriyoruz. Yaratıcı formüller, çözümler neler olabilir, onlar
üzerinde duruyoruz. Tabii Cumhurbaşkanımızın günün sonunda nihai
yönlendirmesi, bakışı belirleyici olacak ama siyasi ayağını yakından takip
ediyoruz. Bu konunun artık iki ülke ilişkilerinde bir ayak bağı olduğu
konusunda en azından her iki taraf da hemfikir, onu söyleyeyim.
SUNUCU- Teşekkürler.
Faruk Bey, sizinle devam edelim, buyurun.
SUNUCU- Efendim, ben Türkiye’nin Somali ve Etiyopya arasında Ankara süreci
olarak adlandırılan diplomatik girişimini sormak istiyorum. Bütün dünyanın
ilgisini çeken bir girişim bu, bölge basınında da çok sayıda analiz
okuyoruz bununla ilgili. Bu müzakereler şu an hangi aşamada Somali-Etiyopya
arasında, müteakip toplantı ne zaman yapılacak, Türkiye bu girişimle neyi
hedefliyor?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Biz biliyorsunuz iki defa toplandık Dışişleri
Bakanlarıyla, onun öncesinde tabii bunun hazırlık süreci var, özellikle
Cumhurbaşkanımızın liderlerle yaptığı görüşmeler var, liderlerden bize
gelen mesajlar var. Bunun neticesinde biz bir inisiyatif almaya karar
verdik. Biz inisiyatif almadan önce şunu yapıyoruz değerli arkadaşlar
genelde: Bizden önce bu konuya vaziyet etmiş, vaziyet etmeye çalışmış
kimler var, nasıl vaziyet etmiş, nasıl gidiyorlar? Bir, hem rol çalmak
istemiyoruz, hem tekrara düşmek istemiyoruz, hem de yani zamanımızı,
imkânlarımızı boştan yere harcamak istemiyoruz. Buraya baktık, burada bir
Nairobi süreci vardı, devam eden bir süreç vardı. Burada biz olayın
kilitlendiğini görünce, bir yere gitmediğini görünce her iki ülkeyle de, her
iki liderle de iyi ilişkisi olan bir ülke olduğumuz için dedik ki biz burada
artık devreye girelim. Her iki ülkeyle de konuştuk, onlar da fevkalade
memnun kaldılar, çünkü Türkiye’nin burada güvenilir ortak olma, dost olma
özelliği önemli.
Şimdi tabii tarihsel, güncel çok fazla parametresi olan, bir bakımıyla
girift bir konu, ama bütün bu bulutu dağıttığınız zaman da 2 maddeye
indirdiğinizde basitleşen bir konu. Şimdi biz olayı tabii öncelikle
kavramsallaştırmada basitleştirdik her iki tarafa da, dedik ki tamam sen
tarihsel konu anlatıyorsun, sıkıntılar var, güvensizlikler var, problemler
var, biz burada garantör rolü de oynarız gerekirse, ama günün sonunda
Somali’nin istediği gerçekten toprak bütünlüğüne saygı duyulması ve
tanınması, Etiyopya’nın istediği de ticari olarak sıcak denizlere açılma
meselesi. Çünkü denize kıyısı olmayan bir ülke, nüfusu büyük, o ekonominin
diğer kıyıdaş ülkelerle sağlıklı bir ticaret ilişkisi, erişim ilişkisi ve
mekanizması kurması gerekiyor. Bunu da hani siz kendiniz şartlarınız
elverip yapamadığınız zaman güvenilir ortaklar buradan iyi niyetle, buradan
istifade etmeyerek, kendisine ayrı başka bir hesap alanı kurmadan devrede
olması fevkalade önemli. Çünkü çoğu zaman uluslararası sorunlar
bulundukları bölgede oradaki aktörler tarafından çözülemediği zaman
dışarıdan başka bir aktör gelir, çözermiş gibi gözükür, ama çözerken size
uygun bir hesap değil, kendine uygun bir hesap yapar ve onun neticesinde de
siz daha büyük bir problemle çok daha uzun yıllar başbaşa kalırsınız. Çok
şükür biz ne niyet olarak ne strateji olarak böyle bir noktada olmadığımız
için, Allah korusun, burada elimizden gelen iyi niyeti gösteriyoruz,
profesyonelliği koyuyoruz. Tarafları belli bir noktaya yaklaştırdığımızı
düşünüyoruz, inşallah bunu da devam ettireceğiz. Yani liderler düzeyinde şu
anda devam ettirdiğimiz görüşmeler var, Bakanlar düzeyinde devam
ettirdiğimiz görüşmeler var. Ben umutluyum inşallah.
SUNUCU- Üçüncü tur planlanıyor mu Efendim, Ankara süreci?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Şöyle planlıyoruz üçüncü turu: Yani tarafları
buraya getirip direkt tartıştırmaktan ziyade, zaten onlar bir araya
gelmiyorlar, bizle görüşüyorlar. Biz o bir araya geliş olmadan, çünkü oradan
iki turdan aldığımız dersler var, temel yakınlaştırmalar var, çözdüğümüz
problemler var, ne nerede duruyor onu görüyoruz. Birebir ilişki kurarak
pozisyonları yakınlaştırıp, daha sonra pozisyon artık tamamıyla
ortaklaştırılmış olduğu zaman tarafları bir araya getirip imza atma
niyetimiz var.
SUNUCU- Sayın Bakanım, artık programımızın sonuna geldik. Dışişleri
Bakanlığında pek çok değişim gözlemliyoruz, yeni oluşan birimlerden bir
tanesi de Diplomatik Güvenlik Genel Müdürlüğü, medyanın da çok ciddi bir
ilgisi var bu konuya, acaba Amerika’daki Secret Service gibi bir şey mi
oluşturuluyor diye. Bize Diplomatik Güvenlik Genel Müdürlüğünü biraz anlatır
mısınız? Bir de genel olarak Bakanlıkta ne tarz değişimler hedefliyorsunuz?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Teşekkür ederim. Önemli bir soru, yani
gerçekten devletin kritik stratejik organlarının günün ihtiyaçlarına uygun,
yani yeniden reforme edilmesi, reorganize edilmesi fevkalade önemli.
MİT’teyken uzun yıllar alan bir yeniden organizasyon durumu olmuştu. Burada
tabii oradaki tecrübenin üzerine bunu çok daha kısa ve hızlı yapma imkanımız
oldu, sağ olsun Cumhurbaşkanımız da büyük destek verdiler aynı MİT’te olduğu
gibi. Yani burada bir yıl içerisinde biz özellikle organizasyonel konuda
günün ihtiyaçlarına uygun, yani Dışişleri Bakanlığı teşkilatını reforme
etmeyle ilgili hedeflerimize biz yani yüzde 90-95 oranında ulaştık.
Burada neyi yapıyoruz? Burada şunu yapıyoruz: Şimdi Türkiye belli
uluslararası indekslerin hesaplamalarına göre dış misyon sayısında dünyada
üçüncü büyük misyon sayısına sahip, diğer bir tabirle üçüncü büyük
diplomatik networkü olan ülke. Bu kadar büyük bir gövdeniz var, 260
misyonunuzla, çok çeşitli konularda faaliyet gösteriyorsunuz. Yani bu
gövdeyi yönetecek bir karargaha, bir beyne ihtiyaç var. Dolayısıyla,
reorganizasyonu yaparken esas itibarıyla Türk dış politikasının çağdaş,
güncel, artık dijital çağı da yönetebilecek ve artık modern diplomasinin
gereklerine uygun, konusal giden, hem coğrafyasallığı hem de konusallığı
beraber götürebilen bir yapı. Neyi kast ediyorum? Şimdi biz birçok
coğrafyada faaliyet gösteriyoruz, ama merkezdeki yapılanmamızda diyelim hem
Kuzey Amerika’ya hem Güney Amerika’ya tek bir genel müdürlükle bakarken,
şimdi Kuzey’i de Güney’i de ayrı yaptık. İspanyolca konuşan alan ayrı bir
genel müdürlük. Türk dünyasına ayrı bir genel müdürlük yaptık. Afrika 52
ülke var, çok büyük fırsatlarımız var, çabalarımız var, burası tek bir
genel müdürlükle götürülüyordu bu 52 ülke burayı üç genel müdürlüğe
çıkardık, Avrupa da keza öyle.
Diğer taraftan, arabuluculuk çok önemli bir mesele, arabuluculukla ilgili
bir ihtisas genel müdürlüğü oluşturduk, çünkü kullandığımız en büyük
diplomatik araç. Şimdi düşünün Cumhurbaşkanımızı gibi güçlü bir lider var
geldi, birtakım arabuluculukları yapıyor, o gitti yok. Türkiye’nin bu
kabiliyetten geri kalmaması lazım, bunu kurumsallaştırmak lazım, oradan
dersler almak lazım, onu gören bir tematik alanın olması lazım,
arabuluculukla ilgili bir genel müdürlüğümüz var. Bilim ve teknoloji
politikaları artık uluslararası ilişkilerin fevkalade önemli bir alanı, buna
yeni bir alan, genel müdürlük koyduk.
Diğer taraftan, insani ve teknik yardımları Türkiye sürekli yapıyor, TİKA
yapıyor, Kızılay yapıyor, AFAD yapıyor, diğer kurumlarımız yapıyor, sivil
toplum örgütlerimiz yapıyor. Bu dış politikamıza bir etken, çarpan
oluşturuyor. Bir, biz neyi ne kadar yapıyoruz? İki, bunu dış politikada ve
uluslararası ilişkilerde nasıl formüle edeceğiz? İnsani ve teknik
yardımlarla ilgili öyle. Ekonomi, finansman, ticaret derken yani hem
coğrafya olarak hem tema olarak bunu yapılandırdık. Bir tane kurumsal
ihtiyacımız vardı: onlardan biri de yani bu 260 tane misyonun korunması
ayrı, eskilerin tabiriyle ilim, bir uzmanlık alanı misyon koruma. Başka bir
ülkedesiniz, fiziki misyonları koruyacaksınız, buraya seçilecek olan
emniyetçi arkadaşların eğitilmeleri, gönderilmeleri, buradaki misyonların
hangisinin hangi güvenlik ihtiyacı var, yani falan ildeki başkonsolosluk
falan ülkede kaç koruma görevlisi olması lazım, nerede bulunması lazım, ne
kadar kameraya ihtiyacımız var yani rastgelelikle yapamazsınız bunları,
bunu bir uzman alanın yapması lazım. Bunu oradaki Büyükelçiye de
bırakamazsınız, merkezdeki diplomata da bırakamazsınız. Bunu ehlinin
yapması lazım, bütün büyük ülkelerin Dışişleri Bakanlıklarında diplomatik
güvenlikle ilgili bir birim var. En büyüğü tabii Amerikalıların,
Amerikalılar ayrı bir teşkilat olarak kurup, şeye bağlamışlar Dışişleri
Bakanlarına.
Biz burada dedik ki, yani ben MİT yıllarından da aslında gördüğüm bir
ihtiyaçtı, o zamanki arkadaşlarımızla da konuşuyorduk. Yani bizim
diplomatlarımızın ve misyonlarımızın güvenliğini daha profesyonel bir
şekilde yönetmemiz gerekiyor. Bu bir fiziki güvenlik. İkincisi bilişim
güvenliği, işte görüyorsunuz sırların çalınmaması lazım, yani bilişim
güvenliği olmazsa, kripto güvenliği olmazsa sırlarınız çalınır, bunların
plan politikalarına ulaştırılması lazım. Yani şimdi bir yere Büyükelçilik
inşa ediyorsunuz, bu Büyükelçilik inşa edilirken yani istihbarat
dünyasından başladınız buradan bitirelim. Yani servisler yerleşir, hangi
ülkede inşaat yapıyorsanız bu ülkenin inşaatını verirsiniz bir firmaya,
ondan sonra o servis gelir oraya yerleşir, bu Soğuk Savaş döneminde de çok
şey oldu. Şimdi servis Büyükelçiliklerinizin inşaatından daha sonra
içerisindeki güvenlik yapılanmalarına kadar yani hangi bölgeye hangi
kleransa sahip personel girecek, yabancı personel nereye kadar girecek,
yerli personel nerede olacak? Şimdi bunları uygun binalarda nerede
olduğunu… Yani bunları detay veriyorum da bu genel müdürlük bunları
yapacak, yani dışarıdaki misyonlarımızın hem fiziki güvenliği hem ekonomik
güvenliği hem de istihbarata karşı koyma dediğimiz, yani karşı taraflara,
devletlere bilgi sızmasını misyonlarımızdan engelleyecek. Çünkü Türkiye’nin
diplomasisi artık tabiri caizse şaha kalkmış durumda, çok kritik konuları
yönetiyoruz, misyonlarımızla sürekli haberleşme içerisindeyiz,
bilgilerimizin sızmaması lazım, hacklenmememiz lazım, Büyükelçiliklerimizde
casusların çalışmıyor olması lazım. Yani kim casustur, kim değildir onun
bir şey yapılması lazım yani bu işte yabancı ülkeden adam alıyorsunuz
sonuçta kendi içinize. Bunların hepsinin çok sistematik bakılması
gerekiyor. Bakanlıkta da bunu tabii parça bölük bir iş yapmaktansa
dünyadaki modern devletlerin yaptığı gibi diplomatik güvenliği kurduk,
ilgili arkadaşları da getiriyoruz oraya arkadaşlarımız bunu bu şekilde
görüşecek yani olay bu.
SUNUCU- Çok teşekkür ediyorum. Evet, pek çok konuyu konuştuk, güncel
krizlerden genel yaklaşımlara kadar. Sayın Bakanım son olarak bir
değerlendirme yapmak ister misiniz? Programımızı kapatacağız.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Ben öncelikle misafir ettiğimiz için tekrar
teşekkür ediyorum. Özellikle Editör Masası’nı uzun yıllardır tabii takip
ediyorum ekran başında bugün de masanın bu tarafına gelmek nasip oldu, onun
için teşekkür ediyorum. Gerçekten çok profesyonel bir çalışma içerisinde
Anadolu Ajansı. Yıllardır bu profesyonelliğin nasıl arttığını,
kurumsallaşmasının nasıl ileriye gittiğini görüyoruz. Özellikle
uluslararası haber mecralarında haber toplamada, haberi işlemede, haberi
pazarlamada, iletmede ne kadar büyük bir etkin role, seviyeye ulaştığını
görüyorum yani. Bu bizim açımızdan önemli bir şey yani bir bayrak taşıyıcı
olması bu alanda hani haber toplama, işleme alanında bir bayrak taşıyıcı
global düzeyde önemli, yani Dışişleri Bakanı olarak bu beni
gururlandırıyor, yani bunun da altını çizmiş olayım.
Diğer taraftan, Türk dış politikasının giderek daha da dayanıklı bir
şekilde meydan okumalara cevap veriyor olması, fırsatlarımızı daha iyi
değerlendiriyor olması, Cumhurbaşkanımızın ortaya koyduğu halk tarafından
aldığı iradeyi, siyasi liderliği daha iyi değerlendiriyor olması önemli.
Biz de Bakanlık olarak mümkün olduğunca bunu yapıyoruz, yani Bakanlıkta
gerçekten uzun yıllardır emek veren çok fedakar, profesyonel, cefakar
arkadaşlarımız var. Çok mahrumiyet coğrafyalarında çok çeşitli konularda da
çalışıyorlar. Hep birlikte sistem içerisinde üzerimize düşen görevi
yapıyoruz. Ben giderek daha iyi bir noktada olacağımızı düşünüyorum
inşallah. Ama meydan okumalar değişmeyecek, giderek artacak. Bizim her
zamankinden daha profesyonel olmaya, daha dayanıklı olmaya, daha fazla
yetenek ve kabiliyet üretmeye ihtiyacımız var, ülke olarak bütün
branşlarda, bütün alanlarda… Hükümet olarak da onu mümkün kılmaya
çalışıyoruz.
Tekrar teşekkür ederim.
SUNUCU- Ben çok teşekkür ederim. 19 Eylül 2024 Editör Masasının konuğu
Dışişleri Bakanımız Sayın Hakan Fidan oldu.
Bizi izlediğiniz için teşekkür ederiz, iyi günler dileriz.
* Interpress deşifresidir.