Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan'ın CNN Türk'e Verdiği Mülakat, 7 Ocak 2025 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan'ın France 24 English'e Verdiği Mülakat, 20 Aralık 2024 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan'ın Al Jazeera English'e Verdiği Mülakat, 18 Aralık 2024 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın Al Hades TV’ye Verdiği Mülakat, 15 Aralık 2024 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan'ın NTV’ye Verdiği Mülakat, 13 Aralık 2024 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan'ın A Haber'e Verdiği Mülakat, 15 Kasım 2024 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan'ın Haber Global'e Verdiği Mülakat, 17 Ekim 2024 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın TRT Haber’e Verdiği Mülakat, 28 Eylül 2024 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın Anadolu Ajansı Editör Masası'na Verdiği Mülakat, 19 Eylül 2024 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın Kanal 7’ye Verdiği Mülakat, 31 Temmuz 2024 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın Sky News Arabia’ya Verdiği Mülakat, 24 Temmuz 2024 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın Habertürk’e Verdiği Özel Röportaj, 24 Haziran 2024 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın NTV’ye Verdiği Mülakat, 15 Mayıs 2024 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın Al Arabiya’ya Verdiği Mülakat, 5 Mayıs 2024 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın Basına Yaptığı Açıklama, 8 Nisan 2024 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın CNN Türk’e Verdiği Mülakat, 18 Mart 2024 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın TRT Haber’e Verdiği Özel Röportaj, 20 Ekim 2023
Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan'ın NTV’ye Verdiği Mülakat, 13 Aralık 2024

SUNUCU- Tarihi bir kırılma noktasından geçiyoruz, evet Suriye’de 61 yıllık Baas rejiminin çöktüğü, yeni bir sayfanın açıldığı dönemdeyiz ve neredeyse 14 yıllık iç savaşın ardından Esad rejiminin 10 günde yıkıldığına tanıklık ettik. Evet, bugün çok önemli bir konuğumuz var. Çok önemli, çünkü bu 14 yıl içerisindeki bütün sürecin en kritik aşamalarında, hayati kararlarda bizzat rolü olmuş bir isim kendisi. İstihbarat Başkanlığı döneminde uluslararası koalisyonun kuruluşundan, DEAŞ’la, PKK’yla, terörle mücadeleye, Astana sürecinden bugünkü siyasi sürecin teşvikine kadar her aşamada rol üstlenmiş birisi. Dışişleri Bakanlığı döneminde de keza hem Milli İstihbarat Teşkilatıyla hem Milli Savunma Bakanlığıyla müşterek çok yakın bir eşgüdümde Suriye dosyasını çalıştı ve İdlip’ten başlayıp da Şam’da biten bu sürecin de bire bir aktörlerinden biri.

Tabii şimdi yeni dönemde neler olacağını herkes çok merak ediyor, herkes bu konuyu çok merak ediyor ve önemsiyor. Elbette bugün Suriye’de yeni yönetim şekillenirken bu yönetimin nasıl şekilleneceği, Suriye topraklarındaki güçler, bu güçler arasındaki dengeler, olası senaryolar, İsrail’in saldırıları, bütün bunların hepsini konuşacağız. Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan konuğumuz.

Hoş geldiniz.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Teşekkür ediyorum, hoş bulduk.

SUNUCU- Bütün bunların hepsini ve bugünü konuşacağız, ama dilerseniz önce bugünü daha iyi anlamak için bir zaman tüneline çıkalım ve önce 2011’e gidelim, çünkü iç savaşın başladığı tarih bu. Türkiye o zaman bu sürece nasıl dahil oldu? O dönem hangi aktörler vardı ve saha nasıldı?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Teşekkür ediyorum.

Tabii yaklaşık 14 yıl oldu, uzun bir süre. Sürecin başından beri de içinde oldum. O kadar çok şey var ki neresinden başlayalım, neyi anlatalım, nasıl anlatalım.

SUNUCU- İç savaş 2011’de başladı dedik.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- İç savaş 2011’de başladı. Suriye o dönem, yani bölgede olan Arap Baharından hareketle iç karışıklıkların artık tavan yaptığı bir andı. Gerçekten Suriye halkı yanlış yönetimden kaynaklanan ezikliğini, eksikliğini, baskıyı bir nevi protesto etti ve iç savaş başladı. Tabii bu iç savaş bizim hemen yanı başımızda olduğu için bizim ülke olarak hem terörizme karşı hem diğer karışıklıklara karşı, göçe karşı bir refleks geliştirmemiz gerekiyordu. Devletimiz krizin başından beri bütün organlarıyla bu krizi çok yakından takip etti Seda Hanım, öncelikle bunu söylememiz lazım. Bu türden karmaşık, jeostratejik, çok aktörlü konulara devlet bütün organlarıyla bakar, çok fazla ses çıkarmaz, çok yakından takip eder, çok yakından karar alma mekanizmalarını kurar. Sayın Cumhurbaşkanımızın Başbakanlığı döneminden itibaren başlamış olan bir konuydu. O zamanki MGK’larda, daha sonra Kabine toplantılarında, 14 yıl boyunca bu konu her zaman için bizim MGK ve Bakanlar Kurulunda muhakkak vardı. Ben herhalde Sayın Cumhurbaşkanımızdan sonra MGK’ya en uzun süredir devam eden bir şahıs olarak bütün MGK’ları hatırlıyorum, bu konu çok yakından bütün kurumlarla beraber takip edildi.

Şahsen Suriye’yi düşünmediğim hiçbir mesai günüm, başka normal günüm de olmadı. Bu konu bizim her zaman gündemimizdeydi. Gerçekten Cumhurbaşkanımızın önderliğinde çok nitelikli kamu görevlileriyle, siyasetçilerle bu konunun üstesinden geldik. Konu çok katmanlı bir konu biliyorsunuz, terörle mücadeleye, yani PKK’yla mücadeleye bakan yönü var, DEAŞ’la mücadeleye bakan yönü var, jeostratejik mücadele var. Amerika var, Avrupa ülkelerinin bir kısmı var, Rusya var, İran var, İsrail bir taraftan saldırıyor. 14 yıl boyunca bu kadar kapsamlı, karmaşık bir konuyu devletimize ve milletimize en az hasarla nasıl atlatırız, bu süreçleri nasıl planlarız, oradaki aktörlerin tavırlarını, hareketlerini nasıl okuruz, nasıl karşı tedbir geliştiririz, diplomatik tedbirlerimiz ne olacak, istihbari tedbirlerimiz ne olacak, yeri geldiği zaman askeri tedbirlerimiz nasıl olacak, bütün bunların hepsi gerçekten çok yoğun bir mesai gerektirdi, çok yakından takip ettik.

Sayın Başbakanımız, o dönem Başbakandı Cumhurbaşkanımız, hem Başbakanken, hem Cumhurbaşkanıyken siyasi iradenin kaynağıyken, her zaman için bu meselenin arkasında durdu, Suriye halkının arkasında durdu. Zaten oradan aldığımız güçle biz de profesyonel bütün metotları geliştirerek bu krizi hem uluslararası ortaklarımızla hem yerel ortaklarımızla yürütmeye çalıştık.

Biz bu sorunla karşılaştığımız zaman Seda Hanım, bizim niyetimiz ve politikamız belliydi. Biz sorundan önce de Suriye halkının iyiliğini istiyorduk, onun için Esad yönetimiyle iyi bir ilişki başlatılmıştı. Sorundan sonra da Suriye halkının çıkarına ne olur, hep öyle yaklaştık. Bu yaklaşımımızdan dolayı aslında ilk başta zarar ediyor gibi gözüksek de, ama uzun vadede çok şükür bugün olduğu gibi aslında daha iyi bir noktaya gelinmesi de mümkün olabiliyormuş, bütün dünya bunu gördü. Yani bölgesel bazı aktörlerin, küresel bazı aktörlerin çıkar hesaplarıyla Suriye halkının bütünlüğünü, hayatını hiçe sayarak jeostratejik ve mekanik kararlar alması aslında kısa vadede fayda getiriyor gibi gözükse de uzun vadede bir problem alanı olarak onlar için de, bölge için de ortaya çıkıyor.

Zaman zaman çok karamsar noktalara geldiğimiz anlar oldu. Halep’in düşmesi, birtakım kuşatmaların yaşanması, daha sonra yaptığımız Astana süreçleriyle başlayan dönem, İdlip’e çekilmemiz vesaire. Bütün bu süreçlerde çok kritik stratejik kararlar alınması gerekti. Daha sonra terörle mücadelede başlatılan ciddi operasyonlar var, yani birazdan belki konuşuruz. Fırat Kalkanı Harekatı 2016’dan itibaren, daha sonra 2018’de Barış Pınarı, daha sonra 2019’da Zeytin Dalı. Bunların hepsi arka arkaya gerçekten hem muhalif dost unsurlarla, hem de Silahlı Kuvvetlerimizle el ele vererek yaptığımız operasyonlar oldu. Türkiye bu süreç içerisinde hem terörle mücadelesini en iyi şekilde yaptı, hem bölgede rakip, ama küresel manada müttefik olmak zorunda olduğu Rusya, Amerika, İran gibi aktörlerle de herkesin anlamakta zorluk çektiği bir ilişki tarzı geliştirdi. Bunlar tabii hepsi ilgilenen aktörlerin yakından baktığı konular, aynı ayrı tahlile muhtaç konular, ama zaman oldukça belki tartışırız.

SUNUCU- Peki bu süre içinde bugün önemli bir rol üstlenen Suriye Milli Ordusu’nun nasıl kurulduğuna da belki bakmak gerekir. Çünkü orada Türkiye’nin tavrı başından bu yana değişmedi, pek çok ülke desteğini çekti ama Türkiye’nin o konudaki tavrı netti ve bunun bir faydası oldu?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Şöyle, Suriye halkı krizin ilk başladığı andan itibaren, iç savaş 2011 Mart’ta başladı, yazdan itibaren kendisini örgütlemeye başladı. İlk önce Özgür Suriye Ordusu’nu kurdular kuzeydeki unsurlar. Daha sonra 2016’ya kadar Özgür Suriye Ordusu faaliyetini sürdürdü, altında da çeşitli gruplar vardı. Astana Süreci başladıktan sonra, Halep boşaltıldıktan sonra 2017’de, o zamana kadar Suriye’nin Dostları Platformu vardı. Bunlar, Orta Doğu’dan, Avrupa’dan, Amerika’nın da dahil olduğu aktörlerin bulunduğu Suriye’nin Dostları Platformu, uluslararası arenada Suriye muhalefetinin her zaman yanında olmuştu. Fakat bir müddet sonra bunlar, özellikle 2016’dan sonra, Amerika’nın bir fikir değiştirmesiyle hem bölgedeki bazı aktörler hem Avrupalı aktörler alandaki stratejilerini değiştirdiler. Muhalefetin aktif desteklenmesinden DEAŞ’la mücadeleye stratejiyi kaydırdılar. Tabii bu daha sonra onlar için inanılmaz derecede jeostratejik problemler çıkardı, başka yerde de etkilerini gördüler. Ben burada detayına girmek istemiyorum ama onlarla baş başa olduğum zaman söylüyorum, söyleyecek hiçbir şeyleri yok. O zaman da söylemiştik, siz burada bu adımı atarsanız Ruslar bunu okurlar ve başka yerde başka adım atarlar, kurtulamazsınız bundan. Ama dar görüşlülük zaten çaresi olan bir hastalık değil maalesef. Yani dinlemediler ve başka bir yerde başka daha büyük bir problemle şu anda baş başalar. O dönem Özgür Suriye Ordusu, Suriye Milli Ordusu’na dönüştürüldü. Türkiye, Cumhurbaşkanımızın aldığı bir kritik kararla Suriye halkının yanındayız dedi. Bütün dünya terk etse de biz yanındayız.

Suriye Milli Ordusu neden önemli Seda Hanım, biraz da onu anlatmak lazım tabii kamuoyunu bilgilendirmek için. İki tane husus var bizim için önemli. Biz Suriye’deki iç savaştan dolayı, milyonlarca insanın evini terk etmesinden dolayı ev sahipliği yaptık. Bu sayı artabilirdi. Suriye Milli Ordusu’nun, dost unsurların hakimiyeti altında kalan bölgelerde 5 milyon Suriyeli kardeşimiz yaşıyordu. Eğer Suriye Milli Ordusu desteklenmeseydi, onların haklarını biz alanda savunduğumuz kadar masada savunmasaydık, yani Astana süreçlerinde veya Astana dışındaki ikili, üçlü süreçler var Ruslarla, İranlılarla devam eden, oradaki muhalefetin haklarını korumak uğruna bütün bunlar yapılmasaydı, Suriye muhalefeti yok edilmekle kalmazdı, milyonlarca ilave mülteci Türkiye’ye gelirdi. Türk insanı bütün bir asaletiyle, vakarıyla ekmeğini paylaştı, sabırla ev sahipliği yaptı 10 yıldan fazla kardeşlerine, ama bu yük daha da artabilirdi. Onun için bizim stratejimizin parçası olarak ileri hatta sürekli yine Suriyelilerin gözetiminde devam eden bir yapılanmanın olması gerekiyordu. Ama dediğim gibi belli bir süre sonra bunların hepsini Batı ve Doğu, herkes terk etti, biz Türkiye olarak Suriye halkının, Suriye muhalefetinin yanında durmaya devam ettik. Astana ile de bir aslında süreç başlattık. Bu süreç fevkalade önemli bir süreçti, masada Suriye’nin krizlerine çözüm bulmayı amaçlayan bir süreçti. Rejimiyle, muhalefetiyle bir masa kuralım, Suriye’nin bütün insanlarının işine yarayacak bir çözüm getirelim ve bundan sonra bölgede istikrarsızlık kalksın, Suriye’de de milyonlarca insan huzur ve sükunet içerisinde hayatlarına devam etsinler. Fakat rejim bunu istemedi maalesef. Uluslararası toplum da bu noktada çok fazla baskı yapmadı, ama geldiğimiz noktada dediğim gibi Türkiye’nin stratejik sabrı, aldığı insani ve tarihî kararlar bugüne getirdi.

SUNUCU- Bu arada Türkiye, PKK’yla mücadele ederken, Suriye’de PKK’yla mücadele ederken bu konuştuğumuz yıllarda içeride de terörle mücadelesini sürdürdü. 2013’te DEAŞ’ın Reyhanlı saldırısı oldu, 2014’te FETÖ’nün MİT tırları kumpası oldu. Bu olaylar, bunlar Türkiye’nin Suriye politikasını nasıl etkiledi?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Türkiye’de o dönem Suriye muhalefetiyle özellikli ilişkileri yürüten, gerekli mevzuat çerçevesinde, gerekli talimatlar verilmiş olan Milli İstihbarat Teşkilatı’ydı. Bunu Türkiye’nin içindeki emperyal hizmetçiler biliyordu, FETÖ, kurumlardaki hareketle ve uluslararası çevreleri memnun etme adına bunu yaptılar. Biliyorsunuz MİT tırlarını, muhalefete, Türkmenlere yardım götüren MİT tırlarını, DEAŞ’a silah götürüyor propagandası adı altında Batı’ya bunu servis etmeyi, bu şekilde Batı’dan ve uluslararası kamuoyundan kendilerine destek alıp Türkiye’deki iktidarı korsan bir şekilde ele geçirme operasyonuna bunu alet etmeye çalıştırlar. Bunun içinde maalesef Jandarma Komutanlığı içerisindeki FETÖ’cü teröristler rol aldılar. Onlar daha sonra hem teşkilat tarafından hem emniyet güçlerimiz tarafından tespit edildi, hapse atıldı, bir kısmı da zaten kaçıyorlar. Ama Suriye meselesi, hatırlattığınız gibi, sadece Suriye sahası içerisinde değil, Türkiye’nin içinde de fiili mücadelesini, siyasi mücadelesini verdiğimiz bir konu oldu. Ama tekrar ediyorum, bütün bu yıldırmalardan hiç çekinmeden, bıkmadan, usanmadan, korkmadan aynı istikamette ayağını sağlam basan, dimdik duran Cumhurbaşkanımız, siyasi iradenin kaynağı olarak; her zaman için bu meselenin haklı tarafında olduğumuzu düşündüğümüz için biz, geri adım atmadık. Çünkü biz haklıyız, sadece insani değerler, İslami değerler açısından değil, aynı zamanda strateji olarak da, alanı okuma olarak da, hem tarihiyle, hem bugünüyle, hem geleceğiyle aktörlerin durduğu yeri, niyetleri, yapmak istediklerini, gidecekleri gitmeyecekleri yeri bilerek. Bunları da okuduğumuz için bu kararları aldık ve mücadelemize devam ettik. Aslında gerek Suriye, gerek Türkiye’de olanlar Türkiye’nin yakın tarihinde Türkiye’nin bir bağımsızlık mücadelesinden nasıl geçtiğinin de bir serencamı.

SUNUCU- Şimdi aktörleri çok iyi okuduğumuz için bu kararları aldık dediniz. Hemen akla şu geliyor: Sayın Cumhurbaşkanının da Esad’a yönelik çağrıları oldu son dönemde. Benim hatırladığım üç kez Esad’a çağrıda bulundu ve bu Esad tarafından karşılık görmedi. Cumhurbaşkanı o dönemde bu çağrıları yaparken bugünü az önce dediğiniz gibi okuyabiliyor muydu, öngörüyor muydu veya biliyor muydu? O dönemden bakınca, o çağrıların yapıldığı dönemden bakınca bugün Türkiye hangi riskleri görüyordu?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Biz şunu görüyorduk, rejim artık bitmek ve tükenmek üzereydi. Bizim anlayamadığımız konu, daha doğrusu anlayıp da kondurmak istemediğimiz mesele, bu kadar veri varken, rejimin ekonomisi çökmüş, kurumları çalışmıyor, halkına temel hizmetleri götüremiyor, halk temel ihtiyaçlardan mahrum, 10 milyondan fazla insan yerinden edilmiş, ekonomi vesaire hiçbir şey yok. Bununla ilgili başlatılan süreçlere rejim arkasını dönmüş durumdaydı. Bizim niyetimiz Beşar Esad gitsin vesaire değil, bizim niyetimiz Suriye’de Suriye halkının tamamını mutlu eden, birliğini, bütünlüğünü, güvenliğini sağlayan, başka ülkeler için tehdit üretmeyen -terör başta olmak üzere- bir Suriye’nin ortaya çıkması. Şimdi Ruslarla ve İranlılarla yürütülen süreçte biz bunu defaatle dile getirdik, ama bir taraftan baktık ki gerçekten durum çok kötü. Biz bunları tabii Cumhurbaşkanımıza hep rapor ediyoruz. Cumhurbaşkanımız da en üst düzeyden elini uzattı, dedi ki gel bu sorunu çözelim, bu kriz beklemeye gelecek bir kriz değil, çünkü artık görüyoruz verileri.

Bakın Seda Hanım, biz hep şunu gördük, başka yerlerde de görüyoruz: Rejim, muhaliflerle sıcak savaşın içindeyken, kendi eksikliklerini görecek durumda değildi. Çünkü yüksek bir adrenalinle savaşıyor, bir savaş psikolojisi içerisinde ne kadar yaralı, ne kadar eksikliği var. Ben o zaman da arkadaşlara diyordum, zaman zaman bu ateşkes, Halep boşaltmaları vesaire olurken çok üzülen muhalif arkadaşlar vardı. Ben diyordum sabredin, sabredin, rejim kendi eksiklikleriyle baş başa kalacak, o zaman asıl şey ortaya çıkacak. Şimdi savaşın olmadığı, çatışmanın olmadığı bir ortamda, yani 2016’dan sonraki süreçten bahsediyorum, uzun yıllar boyunca rejim iç savaş dönemindeki o adrenalin olmayınca kendi eksiklerini gördü. Aslında bu bir fırsattı, bunu gidermek için de çalışabilirdi veya bu yara giderek kangrene dönüşüp onu öldürebilirdi. Şimdi bir noktadan sonra artık o fırsat da kaçtı, kendilerine gerçekten büyük bir samimiyetle yaklaştık. Ama hiçbir şekilde bu konuyu konuşmak istemediler, daha doğrusu bizim ne konuşacağımızı biliyorlardı. Biz kendimiz için bir şey istemeyecektik, ben onu ekranlardan da söylüyordum, uluslararası toplantılarda da söylüyordum. Türkiye’nin şartı ne? Türkiye’nin bir şartı yoktu. Türkiye’nin şart diye ortaya koyduğu şey, kendi halkınla barış, milyonlarca insanı al, evine yuvasına geri dönmesine izin ver, başka bir şey yok. İnsani bir şey istiyoruz, biz kendimiz için bize petrol kuyusu ver, doğalgaz yeri ver, şu kadar toprak ver, üs ver vesaire bir şey değil. Fakat rejim kendi halkını maalesef düşman olarak gördüğü için bu konuşmaya bile girmedi. Ben af ilan ediyorum gelen gelsin, gelmeyen hiç umurumda değil dedi. Çünkü rejim de karar alma noktasında, onu daha önce defaatle de söyledim Seda Hanım, yalnız değildi, yani tek başına bu kararları alabilecek durumda değildi. Farklı stratejik hesapları ve öncelikleri olan iki tane büyük gücün, Rusya’nın ve İran’ın etkisi altındaydı. Öyle bir paralize olma durumu vardı ve bugünkü aşamaya geldik.

SUNUCU- O kadar etkisi altındaydı, lakin son zamanlarında da o destek çekildi o iki ülke tarafından. Peki, rejimin çöktüğü gece aslında tarihi bir geceydi ve siz de Doha’da forumdaydınız, Doha Forumu’ndaydınız. Bu gelişme arifesinde Doha’da neler yaşandı? O masadakiler Esad’ın gideceğini biliyor muydu o akşam?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Şimdi esas itibariyle ilk harekat başladığında Heyet Tahrir el-Şam tarafından, bizim şöyle bir okumamız vardı. Biz bu süreci 2015’te de yaşamıştık, 2016’da yaşamıştık. Muhaliflerin Hama’ya kadar geldikleri bir an vardı, ama İran’ın güçlerini kullanmasıyla, Rusların ağır silah kullanmasıyla muhalifler maalesef o dönem çok gerilemek zorunda kaldılar. Daha sonra biz araya girdik, ateşkes anlaşmalarını yaptık. Uzun günler sürdü ateşkes anlaşmaları, çok uykusuz gecemiz oldu. Daha sonra Astana Süreci başladı. Şimdi o süreçleri bildiğimiz için aslında son 2-3 yıldır rejim çok zayıftı. Yani gerçekten şu anda hani muhalefet Halep’e neredeyse silah atılmadan girdi. Belli yerlerde nispi direnişler oldu ama bunun sebebi şu: Rejim çok zayıf, biz almanın bir problem olmayacağını zaten askeri, istihbari değerlendirmelerimizde görüyorduk, önceki dönemde de. Ama böyle bir durum karşısında Rusların ve İranlıların 2016’da yaptıkları tepkiyi tekrar etmesi durumunda, Suriye halkı bu sefer daha fazla bir kan dökümü ve yerinden edilme riskiyle karşı karşıya kalabilirdi. Dolayısıyla, başarısız olsa da çok meyve üretmese de Astana Süreciyle biz yolumuza devam edelim, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararının, 2254 sayılı karar etrafında bir şeyler yapmaya çalışalım konusunu, Cumhurbaşkanımız hep bu hattı tuttu.

Şimdi yalnız bu harekat başladığında işte tam da bu anlattığım sebeplerden dolayı yapılması gereken en kritik konu Rusların İranlılarla konuşup askeri olarak denkleme girmemeleriydi.

SUNUCU- Bu hızlı ilerleyişi de buna mı bağlıyorsunuz?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Ruslar ve İranlılarla görüşmelerimiz işte o hafta, o bir hafta bunun özeti. Onlar artık anladılar, bizler de, İran Dışişleri Bakanı geldi, sonra Doha’da hem Ruslarla hem İranlılarla bir araya geldik ve bazı konuları konuştuk. Burada her şeyi konuşmak istemiyorum ama bir noktadan sonra onlar da artık telefon ettiler, o akşam da Esad gitti.

SUNUCU- Yani o anlamda Halep’ten başlayıp Şam’da biten yürüyüşün, muhaliflerin bu kadar kısa sürede almasının sebebi de aslında arka planda yapılan konuşmalar ve az evvel dediğiniz zamanında İran ve Rus etkisinde çok kalan Esad rejiminin son anda bu iki güçten desteğini görememesi.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Tabii. Destek görseydi muhaliflerin azmiyle belki tekrar bir zafere ulaşabilirlerdi, ulaşırlardı muhakkak ama çok uzun zaman olurdu ve kanlı olabilirdi. Ama Ruslar ve İranlılar baktılar bir anlamı yok bunun artık, onu çok net söyledik, bir anlamı yok. Hem üstüne yatırım yaptıkları adam, yatırım yapılacak bir adam değil, hem de bölgedeki şartlar artık eski şartlar değil, küresel şartlar eski şartlar değil. Artık bundan daha fazla bu şekilde devam etmenin bir anlamı yok, daha fazla zararın bir tarafından dönmeleri gerekiyordu. Daha fazla insan öldürmenin, sivil yerleşim yeri bombalamanın anlamı yoktu. Hani Ruslara dedik sivil yerleşim yerlerini bombalamayın, insanları daha fazla katletmeyin, göç etmelerine sebep olmayın. Bu, muhalefetin tabii üstün cesareti, şecaati ve kararlılığıyla ilerleyen bir harekat oldu. Ama biz buradan minimum can kaybı olması için buranın iki tane önemli kinetik güç kullanabilecek aktörüyle odaklı görüşmeler sürdürerek bunun kansız bir şekilde olmasının yolunu açtık.

SUNUCU- Şimdi muhaliflerin kararlılığının altını çizdiniz. Muhaliflerin Şam’ı ele geçirdikten sonra devlet kurumlarının işlerliğiyle ilgili de bir kararlılık gösterdiğini söyleyebiliriz aslında, o anlamda hızlı ve önemli bazı adımlar atıldı. İşte hemen Başbakanın atanması gibi, bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Şimdi şöyle ifade etmek lazım, halkımız bilmeyebilir: Muhalif gruplar, az önce ifade ettiğim gibi, 5 milyon Suriyeliyi zaten yönetiyorlardı muhaliflerin kontrol ettiği topraklarda. Sadece İdlip’te Heyet Tahrir el-Şam’ın yönettiği İdlip’te, 4 milyon Suriyeli kardeşimiz vardı. 4 milyon Suriyeliye geçtiğimiz 5-6 yıl içerisinde belediyecilik hizmetleri, eğitim hizmetleri, temel hizmetler, ulaşım, birçok konuda hizmet verme konusunda bir tecrübeleri oldu. 4 milyon nüfus birçok ülkenin nüfusuna eşit bir nüfus, Avrupa’da özellikle. Şimdi bu tecrübeyi aslında biz çok hızlı bir şekilde Şam’a yansıttıklarını görüyoruz. Yaptığımız konuşmalardan da biliyoruz, muhalefet temel problemin halkın ihtiyaçlarını karşılamak olduğunu. Yani çöplerden bahsediyorlar, halkın gıda ihtiyacından bahsediyorlar, elektrik sorunundan bahsediyorlar. Temel yaşamla ilgili sorunlar. Bunların karşılanmasının asli ve öncelikli yükümlükleri olduğunun farkındalar, bu gerçekten çok umut verici bir şey. Yani bu dışarıdan örgüt diye nitelendirip bir köşeye atacağınız şey değil. Bunlar İdlip’te yürüttükleri faaliyetlerin aynısını hızlıca Şam’a taşıdılar, tabii ülke geneline yaygınlaştırmaları lazım.

SUNUCU- Yani İdlip örneğini ülke geneline yaygınlaştırmaları gerekiyor.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Tabii, temel hizmetleri dağıtmada. Ama bu daha sonra bu ilk aşamadaki refleks. Ben inanıyorum ki sonraki aşamalarda bunlar daha kapsamlı, daha kucaklayıcı hükümetler kurarak şu anda iflas etmiş olan bürokrasiyi daha da ayağa kaldırarak kamu hizmetlerinde bir nitelik artışına muhakkak gidilecektir. Ama öncelikli olarak tabii ki ülkede bütünlüğün sağlanması gerekiyor. Hassas bir dönem. Dolayısıyla, şu anda bizim için çok yoğun bir mesai başlıyor tekrar. Hiç bitmedi mesai de ama mesainin türü değişiyor, hedefleri de farklı. Şu andaki yeni dönemdeki hedefimiz uluslararası toplumu ve bölgesel aktörleri Suriye halkına, Şam’da yeni kurulan yönetime destek vermeye, sahip çıkmaya ikna edip onlarla beraber Suriye’de istikrarı tekrar getirmek.

SUNUCU- Peki, bu süreçte eğer dikkatli olunmazsa Suriye sahasında, bir yeni güç ve nüfuz mücadelesi alanına dönüşür mü Suriye sahası, öyle bir risk var mı?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Bu risk her zaman için var, onun için yapıcı davranmak gerekiyor. Suriye halkı, Suriye muhalefeti Esad dönemindeki hataları tekrar etmek istemiyor. Ama belli enstrümanları dışarıdan kullanarak belli karıştırma mekanizmalarının hayata geçirilmesi tabii ki istenmeyen durumlara sebep olabilir. Biz bu konuda gerçekten çok duyarlıyız; bu konuları önceden kim nasıl çıkartabilir onu düşünüp ondan sonra gereken diplomatik adımları atmak gerekiyor, olmadığı zaman diğer istihbari ve operasyonel adımları atmak gerekiyor. Burada şunun altını çizmek lazım: Gerçekten Suriye muhalefetinin hayat bulmasında, kendi kendilerini zaten hani organize etmiş durumdalar da, ve burada Milli İstihbarat Teşkilatı’nın oradaki ismini gerçekten veremeyeceğimiz çok nitelikli arkadaşlar, çok vatansever arkadaşlar var, onların faaliyetleri, Silahlı Kuvvetlerdeki, özellikle üç harekatta görev almış, Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı Harekatı’nda görev almış, arazideki Özel Kuvvetlerden diğer piyade unsurlarına kadar, şimdi bir kısmı emekli olmuş generallerin hakları ödenmez. Bu insanlar şimdi de canla başla çalışıyorlar kademeli. Milli İstihbarat Teşkilatı daha ön alıcı arazide konuları görüyor; Silahlı Kuvvetler daha kurumsal yayılmış durumda, herhangi bir kinetik saldırıya karşı sürekli alarmda ve alanı tahkim ediyor, caydırıcılığı muhafaza ediyor. Bunlar ancak büyük devletlerin uygulayabileceği katmanlı stratejiler. Bunları uygulamadığınız zaman her türlü kriz gelir sizi içeride bulur.

Bakın Cumhurbaşkanımızın son 10 yılda değiştirdiği en büyük stratejik parametre, tehdidi Türkiye’de beklemek değil, tehdidi kim bize getiriyorsa oraya gitmek. Ve tehdit hiçbir zaman için siyah-beyaz olmuyor, her zaman için çok katmanlı ve gri, çok karmaşık, çok kompleks, onları o şekilde anlayıp cevap vermek gerekiyor. Onun için bunu da ayrıca ifade etmek istedim.

SUNUCU- Şimdi sizin Doha’da, rejim düştükten sonra yaptığınız basın toplantısında verdiğiniz mesajlar çok önemliydi, çok da dikkatle takip edildi. Bazı çağrılarınız oldu; kapsayıcılık dediniz, azınlıklara saygı dediniz, hoşgörü dediniz, intikam peşinde koşmama dediniz, bütün bu mesajlar çok önemliydi. Farklı dini etnik grupların sulh içinde yaşadığı yeni bir Suriye’nin olmasından yanayız, böyle olmasını bekliyoruz dediniz. Şimdi bu noktada HTŞ’nin bilhassa geçmişinden bahisle durumdan kaygılanan Batılı analistler var, bu endişeler için ne diyorsunuz?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Ben belli endişelerin olmasını son derece normal karşılıyorum. Yani maksatlı olarak endişe üretenler var, bu her zaman olur, ama maksatsız endişe sahibi olanları haklı buluyorum, bu endişelerin giderilmesi lazım. Onun için biz ilk günden itibaren bütün bu kapsamlı diplomatik çabayı geliştirirken ve konuyu arazideki arkadaşlarla da sürekli koordine ederken iki tane riskli alan görmüştük. Bu riskli anlardan birincisi, Rusya’nın ve İran’ın askeri güç kullanması. İkincisi, bölge ülkelerinin bu yürüyüşü büyük bir tehdit olarak görüp farklı bir tavır geliştirmesi, dünya kamuoyunun farklı şekilde tecelli ederek. Doha’daki önemli toplantılardan biri de Arap Ligi’yle yaptığımız toplantıydı. Arap Ligi ülkeleriyle Astana platformunu bir araya getirdik. Ondan sonra bütün ülkelerdeki arkadaşlarla ayrı ayrı konuştuk. Arap Ligi’ne gitmeden önce, harekat ilk başladığında Halep düştükten sonra bütün Arap ülkeleri Dışişleri Bakanlarıyla ayrı ayrı görüştüm. Arap Ligi Genel Sekreteri’yle görüştüm tekrar tekrar ne yapmamız gerektiğini. “Anlayış birliği içerisinde olalım, bu konuyu ortak anlarsak ortak tavır koyabiliriz” çerçevesini sağ olsun dostlarımız -aramızda güven ilişki var- kabul ettiler. Ondan sonra biz esas itibarıyla bir ciddi karşı duruş görmedik, şu anda dünya o sizin söylediğiniz, bizim ilk gün söylediğimiz parametreleri kabul etmiş durumda.

Biz ne söylüyoruz, biz şunu söylüyoruz: Bu insanlardan her türlü endişemiz olabilir, belirsizlikler olabilir. Bizim tanıdığımız kadar kimse tanımıyor bunları, çok fazla söylenti var haklarında. Fakat biz diyoruz ki, biz uluslararası toplum olarak Suriye muhalefetinden, şu anda iktidara gelen muhalefetten ne beklediğimizi söyleyelim. Biz terörizmin olmadığı bir Suriye istiyoruz, PKK’nın ve DEAŞ’ın destek bulmadığı, yer bulmadığı; biz azınlıkların kötü muamele görmediği, Kürtlerin, Alevilerin, Türkmenlerin, Ezidilerin, Nusayrilerin kötü muamele görmediği; biz temel ihtiyaçların karşılandığı, kitle imha silahlarıyla kimsenin işinin olmadığı, bölge ülkelerine tehdit üretmeyen, herhangi bir şekilde başka ülkelerin içişlerine karışarak, sıcak olaylara müdahil olarak, başkasına yardım ederek, asla bölge ülkelerine tehdit üretmeden. Aynı zamanda ülkenin birliğinin, bütünlüğünün, beraberliğinin sağlandığı kuşatıcı bir hükümet olan bir yapı istiyoruz ve bunda herkes hemfikir. Ve insanları biz bunda aynı noktaya getirdik. Şu anda Şam’daki yönetime biz bunları iletiyoruz: “Bakın, hem bizim, sizin yıllardır arkanızda duran Türkiye’nin hem de bölgenin, hem de dünyanın sizden beklentisi bu”. Bunu yaptığınız zaman Avrupa şunu görüyor: Bütünlüğün oluştuğu, can güvenliğinin oluştuğu bir Suriye’ye insanlar geri dönebilirler, daha fazla kaos üretmez. Bölge ülkeleri şunu görüyor: Artık daha fazla terörizme, kaosa yer verilmeyen bir yer olması lazım. Ama bizim görevimiz ve onların da imtihanı, bu endişeleri gidermek.

Biz şöyle yapıyoruz: Bu dostlarımızdan, ortaklarımızdan aldığımız endişeleri Şam’daki yönetime yansıtıyoruz ve onlardan gerekli adımları atmasını bekliyoruz. Dikkat ederseniz kitle imha silahlarıyla ilgili, azınlıklara dokunulmamasıyla ilgili, rejimin kontrolü altında bulunan bölgelerde, düştükten sonra halkın can güvenliğiyle ilgili, rejimde görev yapan askerlere dokunulmamasıyla ilgili defalarca duyuru yaptılar. Bu duyurular alandaki aktiviteleriyle de örtüştürülünce, ha baktık ki söyledikleriyle yaptıkları örtüşüyor, iyi yoldalar, uluslararası sistemin, bölgenin de güveni arttı ve devam ediyor. Fakat bu konuda endişeler tabii ki bazı ülkelerde devam ediyor. Bazı ülkelerin alarm seviyesi çok yüksek, bazılarınınki daha düşük. Dolayısıyla biz yapıcı bir diyalogla bölge ülkeleriyle bu sorunu çözme yönünde hareket etmemiz lazım.

Bir de, biz bölge ülkelerine şunu söylüyoruz Seda Hanım: “Suriye meselesini diğer konulardan farklı olarak gelin beraber sahiplenelim ve yapıcı bir şekilde, iyi bir şekilde mutlu bir sonla sonlandıralım ve bütün ülkelerin burada ortak bir çabası olsun”. Bu gerçekten bölge için de yeni bir aşama olur, bir ilerleme olur ve bundan sonra da bölgenin ortaya çıkan buna benzer sorunlarını çözmede kendine bir güveni ve aralarında geliştirdikleri bir mekanizma olur. Bunu şu anda ilerletmeye çalışıyoruz, inşallah önümüzdeki günlerde bu konuyla ilgili çalışmalarımız da devam edecek.

SUNUCU- Peki, bir yeni gelişme idi Şam Büyükelçiliğimizin yeniden aktive edileceğini duyurmuştunuz. Zaten aslında diplomatik ilişkiler de hiç kesilmemişti. Burhan Köroğlu’nu geçici Maslahatgüzar olarak görevlendirdiniz. Büyükelçiliğimiz ne zaman faaliyete geçiyor?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Bugün yola çıktılar, yarın faaliyete geçer.

SUNUCU- Ekip olarak mı, bütün Büyükelçilik çalışanları olarak mı?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Hepsi beraber.

SUNUCU- Büyükelçimiz de dahil mi?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Büyükelçimiz de dahil, hepsi.

Büyükelçiler Konferansı vardı biliyorsunuz Ankara’da, Burhan Bey de bizim Moritanya Büyükelçimiz, konferansa geldi Moritanya’dan Moritanya Büyükelçimiz olarak, şimdi konferansın bittiği gün Şam’a gönderdik.

SUNUCU- Ve ekibiyle beraber gidiyor oraya, bu güzel bir gelişme gerçekten.

Bu arada bölgede -işte az evvel altını çizdiniz- Rusya önemli bir aktördü, İran önemli bir aktördü bugüne kadar. Peki bundan sonra Rusya çok konuşulan bir ülke, çünkü özelikle de Batı dünyasında Esad’ın devrilmesi sonrasında Suriye’deki üslerinin akıbeti de merak ediliyor, işte Tartus’taki deniz üssü, Hmeymim’deki hava üssü gibi. Burada ne öngörüyorsunuz? Ruslarla bu konuyu konuştunuz mu, görüşmeleriniz oldu mu?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Ruslarla bu konuşmaları tabii şöyle genel manada, özellikle harekatın ilerleyiş sürecinde ifade ettim, bizim birinci önceliğimiz Suriye halkına müdahale edilmemesi ve kendi haline bırakılmasıydı, bu konuda açıkçası mesafe alındı.

Bundan sonrası ne olacağı meselesi Suriye yönetimiyle, yönetime gelmiş olan yeni yönetimle Ruslar arasındaki görüşmelere bağlı. Ruslar şu anda taktik olarak alana yayılmış bulunan bütün unsurlarını alandan çektiler ve üslere götürüyorlar. Bundan sonra belli ekipmanları ve malzemeleri hava yoluyla muhtemelen Rusya’ya taşıyacaklar, ama daha sonra olayın nasıl gelişeceği yakın ve orta vadede, aslında üzerinde çalışılan bir konu. Takip edeceğiz, kaçarı yok.

SUNUCU- Muhtemelen dikkatle takip ettiğinizi tahmin ettiğim bir başka ülke de İsrail. Çünkü orada Golan’dan içeri girdi İsrail ordusu, hatta civardaki bazı tepeleri de ele geçirdi. Şam’a 25 kilometre yaklaştı. O sırada Netanyahu’nun bir açıklaması oldu ki “Golan Tepeleri sonsuza dek İsrail’in kalacak” diye. Ve bir yandan da İsrail ordusu Esad’ın, ama tabii ki Esad gittiği için artık Suriye halkının olan bütün askeri depoları, tesisleri ne varsa vurmaya başladı. Şimdi burada fırsat bilip toprak kazanmaya mı çalışıyor, nedir İsrail’in amacı?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- İsrail burada askeri stratejideki işte temel prensiplerden kendince birini uygulamaya çalışıyor. Olabilecek en kötü senaryoyu baz alıp onu önleyici ve ondan kendisinin en az şekilde etkileneceği bir tedbir paketi geliştirmiş. Yani muhaliflerin Şam’daki yönetimi almasının akabinde uzun yıllardır davranış kalıplarını bildiği ve aralarında bir nevi örtülü davranış ve karşılıklı mukabele anlaşması oluşmuş, açıktan olmasa da zımnen, Esad rejimi yok. Dolayısıyla Esad rejiminin elindeki kabiliyetlerin ne olduğunu İsrail yıllardır biliyordu ve bu kabiliyetler hiçbir zaman için İsrail’e karşı saldırı maksatlı kullanılmadı. İsrail, yeni yönetimin durduğu yerden emin olmadığı için ilk başta ne kadar bu karmaşıklık içerisinde, elinde imkân ve kabiliyet varsa, yok etmek için bir strateji geliştirdi. Bence bu strateji çok tehlikeli bir strateji, bu strateji büyük bir provokasyona yol açabilir, bunu göz ardı ediyorlar. Her şey bu kadar güllük gülistanlık gitmeyebilir. Onun için kendilerine haber yolladık. Artık provokasyondan vazgeçin, Suriye yönetiminin kontrolü altında bulunan yerleri bombalamaktan vazgeçin.

SUNUCU- Yani Esad sonrası Suriye’nin yönetiminde kim olursa olsun, İsrail’e karşı güçsüz olsun istiyorlar herhalde?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Kesinlikle, İsrail’e karşı herhangi bir kabiliyetinin olmayacağı, İsrail’in istediği zaman, gerekli gördüğü zaman kendilerine içeride havadan veya karadan operasyon yapabileceği bir alan açılmasını istiyorlar. Askeri olarak planlamaları bu.

SUNUCU- Şimdi gelelim biraz daha yakına diyelim, hem zaman olarak yakına, hem belki sınır olarak yakına. Bu dönemde Amerika’nın Washington yönetiminin PYD’yle, YPG’yle ilişkisinin nasıl şekilleneceği. Blinken ile de konuştunuz tahmin ediyoruz bu konuları. Amerika’nın Suriye’deki son gelişmelere yaklaşımı, Türkiye’nin YPG konusundaki stratejisiyle ne kadar örtüşüyor?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Başından beri biliyorsunuz son derece taban tabana zıt iki pozisyondaydık. Burası bizim milli güvenliğimizle ilgili yaşamsal, varoluşsal bir konu. Biz bu konuyu mümkün olan en yüksek ciddiyetle ele almış bir ülkeyiz ve bunun hem sahadaki operasyonel araçlarını hem masadaki diplomatik araçlarını da her türlü ciddiyetle kullandık. Şimdi bizim pozisyonumuz hâlâ aynı, hiç değişmedi. Ama alanla ilgili şöyle bir YPG ve PKK’yla ilgili değerlendirme yapmak gerekiyor. Amerika’dan ve bazı Avrupa ülkelerinden muazzam bir destek almıştır PKK, ama kendisini Suriye’de oturttuğu zemin, Rusların, İranlıların ve rejimin sahibi olduğu bir zemine kendisini oturtmuştu. Bu zeminle de zımni anlaşmaları vardı karşılıklı, çok fazla birbirlerine dokunmadıkları. Şimdi bu zemin çöktü, Rusların, rejimin ve İranlıların olmadığı bir zemin var ve yeni bir Suriye var ve yeni Suriye kendi toprak bütünlüğünü sağlamak konusunda da mutlaka kararlı olacak. Suriyeli muhalifler yıllardır rejime karşı savaşıyorlar. İnanılmaz zulümlere ve kayıplara maruz kalmışlar ve şimdi vatanlarını tekrar alıyorlar. Bunlar tabii ki ülkenin bütünlüğünü sağlama yolunda adım atacaklar. Onun için Tel Rıfat’tan ve Münbiç’ten hemen koridorlar açılarak çıkıp gittiler. Bundan sonra olacak olan şu: Biz tekrar Şam’daki yönetimin kendi milli bütünlüğünü, toprak bütünlüğünü sağlamak için atacağı adımlar neticesinde YPG’nin artık çok bir zemin bulamayacağını düşünüyoruz.

SUNUCU- Amerika tarafından da eskisi kadar desteklenmeyeceğini mi düşünüyorsunuz?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- O realiteye aykırı olur.

SUNUCU- Peki, bir başka önemli başlık aslında, Türkiye’nin YPG konusundaki stratejisi. Yeni bir strateji mümkün mü?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Az önce de söyledim, bir defa YPG’nin elimine edilmesi, ortadan kaldırılması bizim stratejik hedefimiz. Yani ya bunlar kendi kendilerini feshederler ya da feshedilirler, yani yok olurlar. Şimdi burada tabii belli parametreler var, o parametreleri belki ifade etmek faydalı olur diye düşünüyorum. Birincisi, biz her ne kadar imkân ve kabiliyetlerimiz buna müsait olsa da ilk etapta Suriye’deki kardeşlerimizin kendi toprak bütünlüğünü, milli bütünlüğünü sağlamayla ilgili atacağı adımlarla bu tehdidi bertaraf etmesine yönelik adımları tabii ki bekleyeceğiz. Diğer taraftan burada özellikle YPG elimine edilirken bölgenin kadim şehirlerinde yaşayan, orada yüzyıllardır duran Kürtlere bir zarar gelmemesi lazım. Çünkü YPG’nin Araplara yaptığı, Kürtlere yaptığı zulüm her zaman için ortada, onları baskıyla el altında tutuyor. Ama sivil nüfusun, yani Kürtlerin Araplara, Arapların Kürtlere bir tazyikinin olmaması lazım. Yeni yönetimin tabii bu konuda dikkatli olması lazım. Arapların, Türkmenlerin, Kürtlerin, biz kuzey hattı boyunca söylüyoruz, bizim sınırımız boyunca bulunan kadim coğrafyalardaki insanların otantik yerlerinde durup herhangi bir kazaya, belaya düçar olmamaları gerekiyor. Bunun için YPG elimine edilirken bunun da bir taraftan sağlanması önemli. Ben Heyet’in bu noktada da bilinçli olduğunu görüyorum, bizim de telkinlerimiz bu yönde.

Birinci aşamada, bir an önce YPG/PKK’nın içerisinde bulunan Suriye’deki Suriyeli olmayan, uluslararası terörist savaşçısı statüsünde olan unsurların ülkeyi bugünden itibaren terk etmesi. Türkiye’den, İran’dan, Irak’tan ve Avrupa’dan gelen PKK kadrolarının bugün itibariyle ülkeyi terk etmeleri gerekiyor. İkinci aşamada, YPG’nin bütün komuta kademesinin, Suriyeli olanların da ülkeyi terk etmesi gerekiyor. Daha sonraki PKK’lı olmayan kadroların yeni yönetimle bir anlayış birliği içerisinde silahlarını bırakarak, normal hayatlarına dönerek, bütünleşerek artık milli, eşitlikçi, bütüncül Suriye içerisinde hayatlarına devam etmeleri gerekiyor. Onlara anlatılan, satılan bu rüya, bu kandırmacanın da kazasız belasız onlar açısından bitmesi gerekiyor, halk açısından. İki tane hassas mesele var DEAŞ’la mücadele açısından. Bunlardan birincisi DEAŞ kampları, ikincisi DEAŞ’lı tutukluların bulundukları cezaevleri. DEAŞ’lı kamplarda biliyorsunuz kadın, çoluk-çocuk binlerce insan yaşıyor, bunların çoğu Iraklı ve Suriyeli. Irak ve Suriye’nin bir araya gelip, bu insanlara ne yapacaklar, buna bir an önce karar vermeleri gerekiyor. Belki Şam’daki yönetim oturduktan sonra atılması gereken ilk adımlardan biri de Irak ve Suriyelilerin bulunduğu El-Hol Kampı’na ilişkin bir çözüm geliştirilmesi, burada sivil nüfus var. Diğer taraftan cezaevinde bulunan DEAŞ’lı unsurların cezaevinde tutulmasıyla ilgili hangi türden stratejiler geliştirilmesi gerekiyor onlara bakmamız lazım, onun da aşamalı-kademeli planlamaları var. Tabii burada uluslararası iş birliği önemli. Yani maalesef buna en hafif dille ikiyüzlülük mü diyelim, yoksa büyük çıkarcılık mı diyelim. Şimdi Batılılar kendi vatandaşlarını, DEAŞ’lı olanları kendi vatanlarına getirmemek için başka bir terörist örgütü kullanıyorlar gardiyan olarak. PKK’ya verilen rol gardiyan rolü. PKK, şu ana kadar aldığı desteği gardiyanlıktan ötürü aldı. Bu gardiyan rolünü alıp buradakini tutuyorlar ve bunun bölgeye ve bize ürettiği maliyeti hiçbir zaman için umursamıyorlardı. Şimdi biz bunu çok net söyledik. Şimdi bu strateji tabii iflas edince yapmaları gereken bir defa özellikle Avrupalı devletlerin kendi DEAŞ tutuklularını alıp götürmeleri lazım, sayısı 10’dur, 20’dir, 30’dur, 40’tır, 50’dir, alıp götürsünler. Geri kalanları Irak ve Suriye’ye ait olanlar kimse, onlar da alıp götürsünler. Diğerlerini belki bir uluslararası mekanizma bulunur bölgesel mekanizma bulunur, Suriye yönetimiyle de konuşulur onlara bir formül getirilir. Ama DEAŞ tutukluları üzerinden uluslararası toplumun, bölgesel aktörlerin sürekli şantaja tabii tutulması PKK tarafından ve Amerikalılar başta olmak üzere, Avrupalıların bu şantajı sürekli yemesi, akıl tutulmasının zirve yaptığı bir yer. Bunu aşağıdaki bütün teknokratlar hep görüyordu, ama inanılmaz bir yani döngü içerisine girmişlerdi.

Şimdi biliyorsunuz Amerika’da şöyle bir şey olmuştu: El-Kaide’yle mücadelede Guantanamo’da bir kamp oluşturdular. Bu Amerikan toprağıydı, Amerikan toprağına ama Küba’da var olan bir Amerikan toprağı ufacık. Oraya getirdiler bütün El-Kaide tutuklularını ve Amerikan mahkemeleri yıllarca kamuoyu baskısıyla bu işin peşinden koştu. Yani bu insanların bir yargılanma statüsü yok, tutuklanma statüsü yok, savaş esiri statüsü yok hiç statüsüz. Ne Cenevre Savaş Hukukuna tabiler ne uluslararası başka bir... Sadece tutuklanmışlar bir yere koymuşlar hukuksuz, hangi hukukun da uygulanacağı bilinmiyor. Yargılayabilirsiniz, en ağır cezayı verebilirsiniz, en uzun hapis cezasını verebilirsiniz ama bir sürecin, bir bağlayıcı usulün olması lazım. Bunun hiçbiri yok. Aynı usulü DEAŞ tutukluları için de yaptılar, ama bu sefer Amerika’da iç siyasette inanılmaz bir tartışmaya yol açıldığı için bu sefer gittiler “Nerede yapalım bunu? Suriye’de yapalım, Suriye’de de bu terör örgütü üzerinden bunu yapalım”. Şimdi gardiyanlık yapan bu terör örgütü uluslararası sisteme bugün bile hala şantaj çekiyor: “Bize dokunurlarsa DEAŞ’la mücadele aksar”. DEAŞ’la mücadele aksar demesi şu: “Bana dokunursanız ben bütün DEAŞ tutuklularını bırakırım”. Şimdi şantajdan etkileneceğine, bunu kendisine yapılan bir hakaret olarak görüp şantaja maruz kalan ülkelerin PKK’ya tepki göstermesi gerekirken, Türkiye’ye dönüp “Buralara harekat yapmayın, onu yapmayın, bunu yapmayın işte DEAŞ’la mücadelemizi etkiliyor” diyor. Bu DEAŞ’la mücadele dedikleri yıllardır aslında PKK’ya yaptırılan, DEAŞ tutuklularına yapılan gardiyanlık işi. Yani bunlar Guantanamo’nun Suriye’de oluşmuş gardiyanları, bu kadar basit bir gerçeklik içerisinde yaşıyoruz.

Şimdi bu yalan sürdürülebilir bir yalan değil. Amerika da bu işin içerisine girerken zaten kendileri de biliyordu, bir geçicilikle girdi, ama o geçiciliği bayağı bir uzattılar. Biz stratejik bir sabırla hem kendimiz için oluşan tehditleri yönetirken hem de Amerikalılarla da ilişkilerimizi de yöneterek bir noktaya kadar getirdik çok şükür. Ama bundan sonra zaten arazide bizden bağımsız başka aktör var, Suriye’nin artık milli bir hâkim hükümeti var, bunlar gelecekler. YPG tanımazlar bunlar, başka güç de tanımazlar. Kendi toprağını, kendi egemenliğini geri alır. Yani gelsin dışarıdan Türkiye’den, Irak’tan, İran’dan, Avrupa’dan PKK’lılar, otursunlar petrol kuyularının başına, ondan sonra bunu kaçakçılarla Kuzey Irak’a göndersinler, ondan sonra dünyanın her tarafına satıp bunu para alıp ceplerine atsınlar, burada örgüt yönetsinler. Bunu hiç kimse kabul etmez.

SUNUCU- Türkiye’nin stratejik açıdan sabır gösterdiği ve iyi niyet gösterdiği bir başka konu, Türkiye açısından da önemli olan bir başka başlık Suriyelilerin dönüşü konusu. Gönüllü geri dönüş diyorsunuz, Cumhurbaşkanı da öyle diyor, siz de altını çiziyorsunuz. Peki, Suriye’de güvenlik ve temel yaşam koşulları sağlanmadan ne kadar gönüllü dönüş bekliyorsunuz?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Ben burada hem Suriyeli kardeşlerimizin hem de Suriye’deki yönetimin sağduyusuna güveniyorum açıkçası. İnsan doğasında çalışan mekanizmalar var, herkes kendi yuvasına, ait olduğu yere dönmek ister muhakkak. Oradaki şartlar iyileştikçe burada bir devamlılık olduğu duygusu oluştukça ben geri dönüşlerin tabii ki artacağına inanıyorum. Yani yıllardır Türkiye’de bir düzen oluşturmuş olan Suriyeli kardeşlerimizin bu düzeni aniden değil de aşamalı olarak tekrar değiştirip Suriye’de başka bir hayat kurma yönünde adım atacaklarını düşünüyorum. Ona yönelik veriler var, arkadaşlarımızla da konuşuyoruz, ilgili kurumlarımızla da konuşuyoruz. Tabii dediğim gibi bizim politikamız, Cumhurbaşkanımız da defaatle altını çizdi, gönüllü geri dönüştür. Biz zaten en zor şartlarda bile, hükümet olarak çok siyasi şantajlara, baskılara, yıpratmalara, suçlamalara maruz kaldığımız dönem de bile, ya bakın bu muhalefeti çeteciler diye bakın hala mecliste bu insanlara çeteciler diyorlar, DEAŞ’lı diyorlar, yapılmadık hakaret yok bu insanlara. Bu kadar biz baskıya maruz kaldık. Şimdi bu insanları öldüren, sürgüne gönderen, zulme uğratan, yerin yedi kat dibindeki cezaevlerine ve mezarlara diri diri gömen adamı ve rejimi de kutsayan, olumlayan, onunla bizi karşı karşıya getirip her zaman için ona artı puan veren bir siyasi zihin tarafından da biz uzun yıllar yıpratıldık. Buna rağmen, biz durduğumuz insani yerden geri adım atmadık. Cumhurbaşkanımızın söylediği bu gönüllü geri dönüşün Suriye’deki şartlar iyileştikçe ben vuku bulacağına inanıyorum. Zaten aldığımız bütün veriler de bu o yönde.

SUNUCU- Sizin Suriye konusundaki gündeminiz bitmiyor, yarın da Ürdün’e gidiyorsunuz. Orada da konu Suriye olacak. Nasıl bir toplantı bu, kimler katılıyor, ne konuşulacak?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Orada şöyle: Suriye meselesiyle birinci dereceden ilgilenen sınır ülkeler Ürdün, Irak, Türkiye ve daha sonra bölge ülkelerinden Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Avrupa Birliği ve Amerika’nın olduğu bir toplantı silsilesi olacak birkaç tane. Burada biz bölge ülkeleriyle, kardeş ülkelerle bir araya gelerek Suriye meselesini en iyi şekilde nasıl yönetebiliriz, yeni yönetime nasıl yardımcı olabiliriz, Suriye halkına nasıl yardımcı olabiliriz? Orada olması muhtemel birtakım riskler, tehditler varsa belli ülkelerin kafasında yani onlar nasıl izale edilebilir? Onların olmaması için ne türden tedbirler alınmalı? Yeni yönetimle bu ülkeler arasındaki iletişim zemini nasıl olmalı? Sağlıklı bir iletişim, sağlıklı bir koordinasyon. Çünkü eğer sağlıklı bir iletişim ve koordinasyon olmazsa, yani niyetinizden karşı tarafı emin edemezseniz, o güven duygusunu oluşturamazsanız, stratejinin bir numaralı konusudur her zaman en kötü senaryoya hazırlar karşı taraf kendisini ve ona göre reaksiyon gösterir, ondan sonra işler giderek daha da karmaşıklaşır. Dolayısıyla, yarınki toplantı aslında bu türden konuların ortaya açık yüreklilikle konulması ve detaylı bir şekilde tartışılması için iyi bir fırsat diye düşünüyorum. İnşallah olumlu neticeler çıkacak diye umut ediyorum.

SUNUCU- Tabii şimdi son iki haftada Suriye çok öne çıkan bir konu oldu, ama Orta Doğu’nun tek konusu da Suriye değil, İsrail pek çok cephede savaştığı için. Gazze’deki katliamları ya da Lübnan’daki, Lübnan’ı perişan eden bu Hizbullah savaşını da belki sormam lazım. Suriye’deki gelişmelerin belki bu iki başlığı nasıl etkileyeceği de önemli bir soru olabilir tabii, özellikle İran, Hizbullah fiziki bağının Suriye nedeniyle kesildiği de düşünülürse.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Bugün Blinken’la da aynı konuyu konuştuk, Gazze’deki ateşkesin bir an önce hayata geçmesi gerekiyor. İsrail’in saldırılarını, katliamlarını durdurması gerekiyor. Bu zaten taşınamaz bir noktada, bunu daha fazla sürdürmek bölge için mümkün değil, farklı türden komplikasyonlara sebep olabilir. Şu anda yürüyen müzakereler var, bu müzakerelerin nasıl bir şekil alacağını da yarın veya almış olduğunu belki bugün itibariyle de bir şeyler görüşülebilir, olabilir onları hep beraber göreceğiz.

SUNUCU- Trump’ın iktidara gelmesiyle bir değişiklik olur mu Gazze meselesinde?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Gazze meselesinde ve Filistin meselesinin tamamında birkaç senaryo olabilir diye değerlendiriyoruz. Olumlu bir senaryo da olabilir, yani olumlu derken ateşkesin olduğu, nispeten insani şartların iyileştirilmeye başladığı bir senaryo mümkün olabilir veya İsrail yayılmacılığının daha da yaygınlaştığı, Allah korusun Batı Şeria’yı da içine alan bir operasyonun başlatılabilme imkânı da var. Eğer Netanyahu, Trump yönetiminden almak istediği sinyali ve desteği alırsa, yayılmacılığının maksimumunu yapmak istediğine dair emareler var. Ve bu tabii özellikle Ürdün için, Mısır için büyük bir tehdit kaynağı. Sadece Filistin’i tehdit etmekle kalmayacak, bu kardeş ülkeleri de tehdit edecek. Lübnan’daki şu andaki ateşkesin neticelerini bekliyoruz biliyorsunuz. Her ne kadar 60 günlük bir ateşkes ilan edilmiş olsa da zaman zaman İsrail’in bu ateşkesi ihlal ettiğini de görüyoruz. Ve bu ateşkes 60 günden sonra da devam edecek mi bir ona bakacağız. Umut ediyorum ateşkes her yerde olur, kan dökülmesi durur, suçlular da cezasını bulur.

SUNUCU- Gazze’de ateşkes umudu her şeye rağmen var öyleyse diyebilir miyiz?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Umut olmak zorunda, yoksa kimse müzakerelere devam etmez.

SUNUCU- Peki, çok teşekkür ediyorum, sağ olun. Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan konuğumuzdu. Hem de çok önemli bir süreçte, çok tarihi bir süreçte ağırladık Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ı. Önemli bir kırılma noktasında, Suriye’de 61 yıllık Baas rejiminin devrilmesinden, 14 yıllık iç savaşın sona erip yeni bir yönetimin kurulma aşamasından geçtiğimiz bu günlerde bölgede bu süre boyunca bizzat her adımın, her kararın içinde olmuş bir isim olarak değerlendirmelerde bulundu ve bugünü de bize anlattı.

* Interpress deşifresidir.