Avrupa Birliği’nin (AB), insan haklarına ve kurallara dayalı uluslararası
düzene saygı bağlamında yol gösterici bir dünya gücü olma iddiası vardı.
Ancak, Yunanistan’ın mültecilere davranışı ve bu konuda AB'den hala
akıllara ziyan bir şekilde destek görmesi hakkında bir şey yapılmazsa bu
iddia çökecek.
Uzun zamandır AB’yi, aşırıcılık, yabancı düşmanlığı, İslam ve Yahudi
karşıtlığı gibi sınamalara kayıtsız kalmaması için uyarıyordum. Suriye
gibi, ülkelerindeki çatışmalardan kaçan insanların kitlesel olarak
yerlerinden edilmeleriyle başedebilmek için uluslararası düzenin yeniden
ele alınması çağrısında da bulunduk. AB'yi, bu tür çatışmaları çözmek ve
Avrupa'yı çevreleyen kırılganlıklara çözüm bulmak amacıyla bize yardımcı
olmaya ısrarla ikna etmeye çalıştık. Eğer bu felaketleri kaynağında
önleyemezsek, herkes acı çekecek. Nitekim, Suriye savaşının patlak
vermesiyle başlayan hadiseler zincirinin son halkası, AB'nin meseleyi tam
olarak anlama veya çözümler üretmede bir arpa boyu yol katedemediğini
gösterdi.
Çatışmaların başlamasından 9 yıl sonra, İdlip Vilayeti, 3,5 milyon insanın
kaderlerine terkedildiği “yeni bir Gazze"ye dönüştü. 2018’de tesis edilen
Gerginliği Azaltma Bölgesi, Rusya ve İran tarafından desteklenen Suriye
rejim güçlerinin yoğun saldırısına maruz kaldı. Geçtiğimiz yılın Mayıs
ayından bu yana, BM verilerine göre, 1.700’den fazla kişi öldürüldü. Şubat
ayında Türk askerlerine saldırıldığında, güçlü mukabelede bulunarak, bir
NATO ülkesine saldırmanın sonuçlarını gösterdik. Ancak, İdlip’e saldırıları
durdurmamız ve çatışmalara son verilmesinden önce, 1 milyon insan NATO’nun
ve AB’nin güneydoğu sınırını teşkil eden Türkiye-Suriye sınırına doğru
harekete geçmişti. Hâlihazırda 3,6 milyon Suriyeli’ye evsahipliği
yapıyoruz. Buna ilaveten Suriye’nin içinde bulunan 5,5 milyon Suriyeli’ye
de doğrudan ve dolaylı şekilde yardım sağlıyoruz. Bu durum bugüne kadar
bize 40 milyar ABD Dolarından fazlaya mal oldu. Sadece geçtiğimiz yıl
yasadışı yollardan göçmen olarak ülkemizden geçmeye çalışan 455.000 kişiyi
güvenlik güçlerimiz durdurdu. Bu koşullarda, NATO ve AB’nin sınırlarını tek
başımıza korumayı daha fazla sürdüremeyiz.
Bu yüzden geçtiğimiz ay, Suriye veya diğer ülkelerden daha fazla göçmen
kabul edemeyeceğimizi ve halihazırda ülkemizde bulunanların ayrılmalarını
da artık durdurmayacağımızı ilan ettik. Türkiye’ye gelmek hiçbir zaman bu
kişilerin nihai hedefi olmadı; dolayısıyla onları kalmaya zorlayamayız. Göç
dalgasını ciddiye alması ve 2016 yılında Türkiye ile göç konusunda sağlanan
mutabakata uyması için AB’ye yaptığımız ve görmezden gelinen çağrılar,
İdlip kaynaklı son göç dalgasıyla son derece tehlikeli bir aşamaya geldi.
Bunun akabinde gördüğümüz tablo, AB için bir utanç kaynağı, insanlığın
vicdanında ise bir lekedir. AB ve parlamenterleri, Yunan kolluk güçlerinin
sınırlarında insanlara ateş etmelerini ve onları gaza boğmalarını
seyretmekten başka bir şey yapmadı. Yunanistan yasalara aykırı olarak
iltica başvurularını da askıya aldı. BM bunu eleştirse de, AB sessiz kaldı.
İnsanlar öldü, pek çoğu yaralandı ve AB’nin itibarı küresel ölçekte zarar
gördü.
Tüm bunlar, AB’nin yakın çevresine barış ve huzur getiren, insan onurunu
koruyan bir politika geliştirmekte sürekli başarısız olmasından ve bu amaç
doğrultusunda Türkiye ile ciddi bir şekilde çalışmamasından kaynaklandı.
Oysa ortak komşumuz konumundaki birçok ülke adeta ateşler içinde ve bu
durum, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana görülen en büyük göç dalgasına
ilaveten ekonomik ve çevresel felaketlere de yol açıyor.
Saf hayaller kurarak ve somut şekilde eyleme geçen yegâne ülke Türkiye’ye
patronluk taslayarak sorunlar çözülemez.
Canlarını kurtarmak için kaçan insanlar, kaleler inşa ederek durdurulamaz.
Yanlış tutum içindeki bir AB üyesi ülke olan Yunanistan’la dayanışma
göstererek de, doğrulardan yana bir siyaset izlenmiş olmaz. Türkiye ve AB,
bu sorunları ele almak için ortak bir zemin bulmak zorunda. Şayet AB
gerçekten jeopolitik bir birlik olmak istiyorsa, bu yolu izlemek
durumundadır.
Brexit’in gerçekleştiği yılda, AB’ye katılma hedefini sürdüren tek büyük
Avrupa ülkesi konumunda bulunan, sorumluluk sahibi ve sözünün eri bir aktör
olan Türkiye’yi dışlamak, onyıllardan beri yapılan en büyük siyasi acziyet
olur.
Türkiye, Birleşik Krallık ve AB olarak, yakın ve ortak çevremizdeki
istikrarı sağlamak için güçlerimizi birleştirmemiz, aynı zamanda, AB’nin
Türkiye’nin üyelik sürecini hızlandırması şarttır.