Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı değerli dostum Ayman Safadi’nin
davetlisi olarak iki yıl aradan sonra Ürdün’ü yeniden ziyaret ediyorum.
Bereketli Hilal’in bu güzel ülkesi, kuruluşunun 100., bağımsızlığının ise
75. Yıldönümünü kutluyor. Bu da ziyaretimizi daha anlamlı kılıyor.
Önemli bir tarihi dönemeçte gerçekleştirdiğim bu ziyaretin benim için ayrı
bir önemi var. Ürdün, geçen bir asır zarfında hemen her alanda önemli
mesafe kat etti. Ülkenin tarihi mirası, kritik coğrafi konumu ve iyi
eğitilmiş, donanımlı nüfusu bu ilerlemenin sağlanmasında başat rol oynadı.
Ürdün’ün bugün ulaştığı seviye bizim için de bir kıvanç kaynağıdır. Biz,
Ürdün’ün refah ve esenliğini Türkiye’ninkinden farklı görmüyoruz.
Yüzyıllık dönem zarfında ikili ilişkilerimiz her alanda ilerledi. Kral I.
Abdullah’ın 1937 yılında Türkiye’yi ziyaret eden ilk Arap lider olması
ilişkilerimizin gelişmesi yolunda sağlam bir zemin tesis etti. Bundan 10
yıl sonra imzaladığımız Dostluk Anlaşması’yla da diplomatik ilişkilerimizin
temeli atıldı. Egemen eşitlik ve karşılıklı saygı ilkelerine dayanan
ilişkilerimiz bugün köklü kültürel bağlarımızdan ve beşeri temaslarımızdan
güç alıyor. Her yıl yüzbinlerce Ürdünlünün Türkiye’yi ziyaret etmesi,
halklarımız arasındaki samimi dostluğun somut bir göstergesidir. Türkiye ve
Ürdün arasındaki bu kuvvetli bağlar, bölgemizin geleceğe güvenle bakmasını
da mümkün kılıyor.
Ürdün’le, somut işbirliğimizi, ilişkilerimizin kapsam ve derinliğiyle
uyumlu bir şekilde daha da ileri götürmek arzusundayız. Özellikle ticaret
ve yatırım alanlarında ilave adımlara ihtiyaç var. Salgın dönemini tamamen
geride bıraktıktan sonra bu alandaki yeni fırsatları elbirliğiyle
araştırabiliriz. Yukarıda değindiğim egemen eşitlik ve karşılıklı saygı
ilkeleri doğrultusunda, işbirliğimizin ancak karşılıklı çıkarlar temelinde
ve kazan-kazan anlayışıyla geliştirilebileceği inancındayız. Hedefimiz
ticari ve ekonomik işbirliğimizi dengeli ve sürdürülebilir bir zeminde
geliştirmektir.
Geçtiğimiz yıllara kıyasla, Filistin sorununun daha gerçekçi ve sağlıklı
bir biçimde ele alınabileceği bir döneme girildiğine inanıyoruz. Bu temel
meselede iki ülkenin yaklaşımlarının çok benzeştiğini memnuniyetle
görüyorum. Haşimi Hanedanı’nın Kudüs’teki kutsal mekânları himaye rolünü
kuvvetle destekliyor; Ürdün’ün bu sorumluluğu layıkıyla yerine getirdiğine
inanıyoruz.
Önümüzdeki yakın döneme baktığımızda, Filistin’e ilave olarak, bölgesel ve
uluslararası birçok sorunun iki ülkenin yakın temas ve işbirliğini zaruri
kıldığını görüyorum. Bölgemiz önemli bir değişim sürecinden geçiyor. Buna
paralel olarak Türkiye’nin bölge ülkeleriyle ilişkileri daha da
yoğunlaşıyor ve güçleniyor.
Tabiatıyla, bulunduğumuz coğrafyada sınamalar da eksik olmuyor. Nitekim
Suriye’de on yılını geride bırakan ihtilafın yarattığı insani, siyasi ve
ekonomik külfeti en fazla hisseden ülkeler Türkiye ve Ürdün’dür.
Sığınmacıların güvenli, gönüllü ve onurlu geri dönüşlerini temin etmek
amacıyla, iki komşu ülke olarak Suriye meselesine çözüm bulunması ortak
önceliğimizdir.
Libya’nın da milli birliği ve toprak bütünlüğünün muhafazası ortak
hedefimizi teşkil ediyor. Milli Birlik Hükümeti’ne tam destekle, ulusal
seçimlerin yapılması ve Libya’nın bir an önce demokratik, istikrarlı,
güvenli ve müreffeh bir yapıya kavuşması için samimiyetle çalışıyoruz.
Ürdün’le ortak ilgi alanlarımızdan biri de Doğu Akdeniz’dir. Türkiye, Doğu
Akdeniz’de diyalog ve işbirliğinden yanadır. Bölgedeki tüm aktörlerin yer
alacağı Doğu Akdeniz konulu bir bölgesel konferans toplanması çağrısında da
bulunduk. Sayın Cumhurbaşkanımızın bu çağrısı tarihte olduğu gibi bugün de
Doğu Akdeniz’i bir işbirliği ve barış havzası haline getirmeyi amaçlıyor.
Bu bağlamda, tüm tarafların hak ve çıkarlarına azami saygı gösteriyoruz.
Mamafih, aynı hassasiyeti bölge ülkelerinden de bekliyoruz. Türkiye’nin
Doğu Akdeniz’deki hakları bakidir. Biz, deniz yetki alanlarının hakça ve
uluslararası hukuka uygun olarak belirlenmesinden yanayız. Rum ve Yunan
ikilisinin maksimalist talepleri karşısında, hem Türkiye’nin, hem de Kıbrıs
Türkleri’nin bölgedeki hak ve çıkarlarına sahip çıkmaya devam edeceğiz.
Salgın sonrası dönem bölgemizi de yakından etkileyecek önemli küresel
dönüşümleri beraberinde getiriyor. Şimdiden küresel tedarik zincirlerindeki
değişim başta olmak üzere bölge ekonomilerini doğrudan etkileyen bazı
gelişmelere tanık oluyoruz. Bölgenin en büyük ekonomilerinden biri olarak,
bölgesel ölçekte sürdürülebilir bir ekonomik işbirliği ağının tesisi temel
hedeflerimizden birisidir. Salgın koşullarının hafiflemesi ve hayatın
olağan akışına dönmesini takiben, Ürdün ile bu anlayış doğrultusunda ikili
işbirliğimizi hızla canlandırmayı ümit ediyoruz. Türkiye ve Ürdün, birçok
tehdit ve soruna rağmen, devlet yapılarının dayanıklılığı ve kurumsal
tecrübelerinin de katkısıyla sorunların üstesinden gelebilme kapasitelerini
ortaya koymuştur. Önümüzdeki dönemde başta ağır göç yükünün getirdiği
meseleler olmak üzere karşı karşıya olduğumuz ortak sınamaların da
işbirliği ruhu içinde üstesinden geleceğimize dair inancım tamdır. Köklü
bağlarımız, halklarımız arasındaki kardeşlik hukuku, gelecekte ortak bir
vizyon temelinde ilişkilerimizi daha da ileri götürmek için bizlere ihtiyaç
duyduğumuz sağlam zemini fazlasıyla sağlıyor.