DIŞİŞLERİ BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU- Hemşehri derneklerinin çok kıymetli
başkan ve yöneticileri, çok sevgili Eskişehirli hemşehrilerim; AK Parti İl
Başkanlığımızın düzenlediği bu iftar sofrasında bu bereketli akşamda
sizlerle beraber olmaktan, Eskişehir’imizde bulunmaktan büyük bir
memnuniyet duyuyorum.
Ramazan’ınız mübarek olsun. Rabbim oruçlarınızı ve dualarınızı kabul etsin.
Eskişehir, adı gibi kadim bir şehrimiz. Yunus Emre’nin, Nasreddin Hoca’nın,
Battal Gazi’nin şehri. Osmanlı Devleti’nin kuruluşunu müjdeleyen hutbenin
okunduğu şehir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün övgülerine, özellikle de
vatanseverlik ve cesaretine övgülerine nail olmuş bir şehrimizdir.
Dolayısıyla Eskişehir’de olmak her zaman olduğu gibi bizim için büyük bir
mutluluk ve onurdur.
Son 2 yılda 3’ünücü kez bir araya geliyoruz, her gelişimizde büyük bir
enerji alıyoruz, sevgiyle … Eskişehirlilere gösterdikleri samimi ilgi için
canı gönülden teşekkür ediyorum.
Buraya Sayın Cumhurbaşkanımızın yanından, Külliyeden ayrılıp geldim. Rusya
Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’u kabul etmişlerdi. Sayın Cumhurbaşkanımızın
tüm Eskişehirlilere selamlarını, sevgilerini ve en iyi dileklerini
getirdim.
Tabi bu akşam aramızda siyasi partilerimizin başkanları var. MHP İl
Başkanımız Emirdağ’da bir programı olduğu için katılamadılar. Tabi
özellikle seçim öncesinde bayrak değişimi, nöbet değişimi olur siyasi
partilerde de, son derece doğaldır, adaylıklar olur, adaylık için görevini
bırakanlar olur. Ve İl Başkanımız görevini yıllarca başarıyla yaptı,
milletvekili adaylığı için bayrağı Hilmi Çalışkan Başkanımız bıraktı,
Süleyman Reyhan Başkanımıza devretti. Kendisine canı gönülden başarılar
diliyorum.
Ayrıca, yeni ilçe başkanlarımıza, Odunpazarı ve Tepebaşı ilçe eski
başkanlarımıza teşekkür ederken yeni başkanlarımıza da görevlerinde
başarılar diliyorum, tebrik ediyorum.
Eskişehir’de, biraz önce sordum, kaç tane hemşehri derneği var diye,
arkadaşlarımız sayısından tam emin olamadı. Harun Bey yıllar önce Oda
Başkanıyken 170’di dedi, ama görüyorum ki sayısı fazla. Bu, şu demektir:
Anadolu’nun her yerinden ülkemizin her yerinden Eskişehir’e gelen tüm
vatandaşlarımız Eskişehir’in kültürüne, ekonomisine ve sporu dahil
Eskişehir’imize her alanda önemli sosyal yapısına katkılar sağlıyor
demektir.
Ve tüm hemşehri derneklerimizi, tüm Anadolu’nun renklerini bu vesileyle
saygıyla selamlamak istiyorum.
Dün de Brüksel’deydim, Brüksel’de UID’nin Uluslararası Demokratlar
Birliği’nin bir iftar programı vardı ve orada tabi Avrupa’nın her yerinden
sivil toplum örgütlerinin temsilcileri katılmıştı. Emirdağ Başkanımız
burada, hemen kafa sallıyor, çünkü Brüksel deyince Emirdağ akla geliyor.
Emirdağlılar da oradaydı, orada Eskişehirli kardeşlerim de vardı. Tüm
Eskişehirli kardeşlerimizin sizlere selamları, sevgileri var.
Tabi Eskişehir’e her gelişimizde Eskişehirli dostlarımızla, odalarımızla,
sivil toplum kuruluşlarımızla, gençlerimizle Eskişehir’imizi enine boyuna
değerlendirme imkanımız oluyor. Eskişehir’de neler yaptık, neler yapacağız,
Eskişehir’in ihtiyaçları nedir, bunları değerlendirirken, tabi
Eskişehirliler Türk dış politikasına çok önem veriyor ve her gelişimizde
Türk dış politikasının önceliklerini, özellikle de iş dünyasıyla bir araya
geldiğimiz zaman da ekonomi diplomasisinin bizim için ne kadar öncelikli
olduğunu anlatıyoruz ve Eskişehir’in vizyonundan, enerjisinden de bu
şekilde faydalanıyoruz.
Eskişehir bizim gözbebeğimiz ve iktidarlarımız döneminde çok önemli
yatırımlar yaptık.
Eğitimde 3 binden fazla yeni derslik; örnekler vermek istiyorum, eğitime
önem veren bir şehrimiz.
Şehrimizdeki üçüncü yükseköğretim kurumu olan Eskişehir Teknik Üniversitesi
de kuruldu. Daha önce geldiğim zaman Osman Gazi Üniversitemizde
öğrencilerimizle beraberdik. Ve bir sonraki gelişimizde de inşallah Anadolu
Üniversitesi başta olmak üzere üniversitelerimizi il-il dolaşıp
gençlerimizle de bir araya geleceğiz.
5869 kişilik öğrenci yurdu inşa etmişiz ve bu akşam depremzede
kardeşlerimizi o yurtlardan bir tanesini ziyaret edeceğiz. Türkiye’nin her
yerinde Kredi Yurtlar Kurumu yurtlarımızı depremzede kardeşlerimize tahsis
ettik. Ve gittiğim her yerde mutlaka depremzede kardeşlerimizle de bir
araya geliyoruz, onların dertlerin dinliyoruz, onları yalnız
bırakmadığımızı, deprem bölgesinde de yalnız bırakmadığımızı, gittikleri
şehirlerde de yalnız bırakmadığımızı hep birlikte göstermemiz lazım, çünkü
asrın afeti değil aslında tarihimizin en büyük doğal afetini yaşadık,
insanlık tarihinin en büyük doğal afetlerinden birisini maalesef yaşadık.
İl Başkanımızın da söylediği gibi buruk bir Ramazan’ı geçiriyoruz, ama
umutlarımızı da kaybetmiyoruz, çünkü buraları yeniden ihya edecek, yeniden
inşa edecek, daha iyisini, daha sağlamını yapacak olanlar yine Sayın
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde bizleriz,
vatandaşımızın da beklentisi, umudu da budur. Allah’ın izniyle
devlet-millet iş birliği içinde nasıl şimdi yaralarımızı sarıyorsak, nasıl
vatandaşlarımızın geçici kaldıkları yerlerde onları daha da rahat ettirmek
için gece-gündüz çalışıyorsak, evlerini de, inşallah şehirlerini de yeniden
inşa edip kendilerine teslim edeceğiz. Görüyoruz ki tüm şehirlerdeki olan,
farklı illerden gelen kardeşlerimiz bir an önce kendi şehirlerine dönmek
istiyorlar, özellikle çiftçilerimiz döndü. O şehirlerin tekrar canlanması
için hep birlikte inşallah çalışmaya devam edeceğiz.
Diğer taraftan tabi şehirlerimizi ihya ederken, dünyanın her yerinden de
büyük bir dayanışma gördüğümüzü de unutmamamız gerekiyor. 90 ülkeden 11 bin
320 arama-kurtarma ekibi geldi, çokça sahra hastanesi kuruldu, çokça insani
yardım geldi, konteynerler geliyor, aynı şekilde ısıtıcılar, jeneratörler,
tıbbi malzemeler. Bunun iki sebebi var.
Birincisi, deprem alanı çok büyük; bugün dünyada yaklaşık 150 ülkenin
büyüklüğünde -ayrı ayrı söylüyorum- daha büyük, Hollanda’nın 2 katı,
Avrupa’da birkaç ülkenin toplamından daha büyük.
Ama ikincisi de, daha önemlisi, her yerde söylüyorum, gururla da
söylüyorum, dünyanın en cömert milletine sahibiz, milli gelire göre en çok
insani yardım yapan ülke olmanın karşılığını da görüyoruz. Şimdi kime
teşekkür etsek, Türkiye bize zamanında çok yardım etti, o yüzden bize
teşekkür etmenize gerek yok, şimdi biz borcumuzu ödüyoruz diyorlar.
Ve hepsine de huzurlarınızda çok çok teşekkür ediyorum.
Tabi Eskişehir’imizin başka bir özelliği daha var, Türk dünyasının
gözbebeği. Ve Eskişehir’imiz 2013 yılında Türk Dünyası Kültür Başkentliğini
de yapmıştır ve hak ederek yapmıştır. Eskişehir’imizin Türk Devletleri
Teşkilatı’na ne kadar önem verdiğini biliyorum, o nedenle 16 Mart’ta
Ankara’da gerçekleştirilen Türk Devletleri Teşkilatı Olağanüstü Zirvesinde
de yine tüm kardeşlerimiz Türkiye’ye olan dayanışmasını, Türkiye’ye yönelik
desteğini vurgulamışlardır.
Ve orada da özellikle Dışişleri Bakanları Toplantısında şunu söylemiştim:
Türk Devletleri Teşkilatı hepimizin rüyasıydı, artık çok şükür gerçek oldu.
Şimdi Türk dünyasını ve Türk Devletleri Teşkilatı’nı daha da güçlendirmek
için gece-gündüz çalışıyoruz. Ve son zirvede, Semerkand’daki zirvede Türk
Yatırım Fonunu da kurduk. Ve bir sonraki zirve inşallah Türkistan şehrinde
olacak Kazakistan’ın, orası da mübarek bir şehirdir ve orada da bu afetle
ilgili inşallah bir yapı oluşturacağız ki afet dönemlerinde birbirimize
daha fazla yardımcı olalım.
Yine Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti anayasal adıyla, bayrağıyla ilk defa
Türk Devletleri Teşkilatı Zirvesine Ankara’da katılmış oldu. Ama bizim esas
amacımız, Türk Devletleri Teşkilatı’nı küresel bir aktörü olmak. Dünyanın
her yerinden nasıl gözlemci olabiliriz diye bize soruyorlar, etrafımızdaki
ülkelerin çok büyük ilgisi var, başta Ukrayna olmak üzere. Ve gözlemci
olmayı hak eden ülkeler de var, bunlardan bir tanesi Finlandiya, bir tanesi
Estonya, bir tanesi Moğolistan, Japonya ve Kore. Çünkü Türk Devletleri’ne
gözlemci olabilmek için Türkçenin ya da akraba dillerin bir tanesinin o
ülkede resmi dil olması gerekiyor. İnşallah önümüzdeki süreçte ailemizin
sayısını da genişletmiş olacağız.
Tabi burada Balkanlar’dan gelen kardeşlerimizi temsilen derneklerimiz var.
Aynı şekilde Kırım Tatarlarının dernekleri de var. Dolayısıyla yurt
dışındaki soydaş ve akraba topluluklarımıza verdiğimiz önemi vurgulamaktan
da geçmek olmaz, çünkü Eskişehir’imiz tüm soydaşlarımıza kucak açmıştır.
En son yine Ukrayna savaşı başladıktan sonra hem Kırım Tatarları, hem de
Ahıska Türklerine Eskişehir’imiz kucak açmıştır. Biz de dünyanın neresinde
olursa olsun Kırım Tatarlarına da sahip çıkacağız, Ahıska Türklerin de
sahip çıkacağız, Uygur Türklerine de sahip çıkmaya devam edeceğiz. Suriye,
Irak Türkmenlerine de sahip çıkacağız, … kardeşlerimize de sahip çıkacağız.
Evladı Fatihan Balkanlar’daki tüm kardeşlerimize, din kardeşlerimize,
arabalarımıza sahip çıkmaya devam edeceğiz.
Nitekim Kırım Tatar milli marşı nedir? “Ant etmişim milletimin yarasını
sarmaya, nasıl olur da iki kardeş birbirini görmesin?”
Değerli Eskişehirli hemşehrilerim, bugün mevkidaşım Lavrov’la Ankara’da
görüşmeler gerçekleştirdim. Tabi Ukrayna’daki savaşı, Kırım Tatarlarını,
Kırım’ın durumunu da değerlendirdik. Önümüzdeki günlerde geçen gün
görüştüğüm Ukrayna Dışişleri Bakanı Dmitro’yu da ülkemize davet ettik. Biz
bir taraftan Ukrayna’nın sınır bütünlüğünü, toprak bütünlüğünü,
egemenliğini güçlü bir şekilde desteklerken, barış için çaba sarf ediyoruz,
samimi çaba sarf ediyoruz.
Türkiye gibi, Cumhurbaşkanımız Erdoğan gibi barış için çaba sarf eden başka
bir ülke, başka bir lider var mı? Yok. Neden? Türkiye adaletten yanadır,
Türkiye doğrudan yanadır, Türkiye güçlünün değil haklının yanındadır,
Türkiye haktan yanadır. Dolayısıyla bir taraftan ilkeli duruşumuzu
sürdüreceğiz, diğer taraftan her iki tarafla da eşit bir şekilde görüşerek
barış için çaba sarf edeceğiz. Tahıl Anlaşmasının uzatılması için
çabalarımız devam edecek, çünkü dünyadaki her bir haneye katkı sağlıyoruz,
dünyadaki gıda fiyat dengesini sağlayarak her bir haneye Türkiye’nin bu
yönden de katkısı vardır. Aynı şekilde esir takası, aynı şekilde Zaporijya
Nükleer Santrali gibi önemli konularda da arabuluculuğumuzu, çabalarımızı
sürdürmemiz gerekiyor.
Yine bu savaşın bir an önce kalıcı bir şekilde sonlandırılması için de
dünyanın güvendiği ülke Türkiye. Kolay değil, farklı aktörler var, uzadıkça
daha da karmaşık hale geliyor, geçen seneki gibi değil, İstanbul’da bir
araya geldikleri zaman için söylüyorum. Ama umudumuzu da kaybetmiş değiliz,
çünkü sahada bu savaşın kazanını olmayacak. Her iki taraf da bahar ayı
için, önümüzdeki aylar için daha böyle güçlü saldırılar için hazırlanıyor.
Ama kendilerine de söylüyoruz, bu savaşın kazananı olmaz, ancak çok daha
fazla insan ölür savaş devam ederse. Ve biz bu savaşın bir an önce durması
için her türlü çabayı sarf edeceğiz.
Tabi soydaşlarımızın sadece sözle yanında olmayacağız, gelecek hafta da
inşallah iftarımızı Batı Trakya Türkleriyle birlikte Bulgaristan’da
gerçekleştireceğiz.
Yine hemen oradan ertesi gün Viyana’ya giderek orada tüm kardeşlerimizle,
tüm vatandaşlarımızla büyük bir katılımla beraber olacağız.
Değerli kardeşlerim, tabi sadece depremden dolayı değil İsrail’in
saldırılarından dolayı, Mescid-i Aksa’nın kutsiyetine yaptığı saldırılardan
dolayı da üzüntülüyüz, ama üzüntülü olduğumuz kadar da kızgınız. Çünkü
İsrail Ramazan ayında Mescid-i Aksa’ya pervasızca… Neymiş efendim,
provokasyon varmış. Mescid-i Aksa’da namaz kılmanın nesi provokasyon?
Namazı durmuş insanları nasıl dövdüklerini, nasıl ittirdiklerini,
namazlarını bozdurduklarını görüyoruz. Bunun ne bahanesi, ne gerekçesi
olabilir? Bugün tabi güçlü bir şekilde tepkimizi verdik, ama bugün İsrail
Dışişleri Bakanı Eli Cohen’le de görüştük, buraya gelirken yolda görüştük
ve kendisine de aynı şekilde bunun kabul edilemeyeceğini, böyle bir şeyin
Türkiye tarafından, Müslümanlar tarafından hiçbir zaman kabul
edilemeyeceğini, derhal bunlara son vermeleri gerektiğini de söyledim.
Diğer taraftan, tabi Filistin Dışişleri Bakanı Riad Malki kardeşimi de
aradım, kendisinden de bilgiler aldım ve Türkiye’nin, Türk milletinin ve
tüm Müslümanların yanlarında olduğunu söyledim. Cumartesi günü İslam İş
Birliği Teşkilatı’nı olağanüstü toplantıya davet ettik, toplantı
gerçekleşecek, yakın bir zamanda bakanlar düzeyinde de yine bir araya
geleceğiz. Geçmişte olduğu gibi bu işin peşini bırakmak yok. Eskiden de
öyleydi, olağanüstü toplantılar, Birleşmiş Milletler’de aldırdığımız
karalar.
Burada da İslam dünyasına bir çağrıda bulunmak istiyorum; bizim özellikle
İstanbul’daki olağanüstü zirvelerde ve toplantılarda Filistinli
kardeşlerimizin, yine Mescid-i Aksa’nın kutsiyetini korumak için atmamız
gereken adımlarla ilgili karar almak, bu adımları atmak sadece Türkiye’nin
sorumluluğunda değil, tüm İslam ülkelerinin, ümmetin sorumluluğundadır.
Dolayısıyla İslam ülkelerine buradan çağrımız, gelin daha kararlı bir
şekilde hep birlikte adım atalım ve kardeşlerimize yönelik bu tür
saldırıların önüne geçelim. Ama biz Filistin ve Kudüs davasını hiçbir zaman
bırakmayacağız. İsrail’e tekrar büyükelçilerimizin atanması ya da bir
diyalogun başlatılması asla ve asla Kudüs ve Filistin davası pahasına
olmayacaktır ve bizim kırmızı çizgimizdir, bu konudaki hassasiyetimiz,
milletimizin hassasiyeti de ortadadır, tüm dünyaca da bilinmektedir.
Sadece Kudüs’te mi, Mescid-i Aksa’da mı? Son zamanlarda kutsal dinimiz
İslam’a, kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerim’e yönelik saldırıları
görüyorsunuz. İslam düşmanlığı ve Müslümanlara yönelik saldırılar artık
haddini aşmıştır. Peki, neden bu saldırılar Türk büyükelçiliklerinin önünde
oluyor ya da bizim bayrağımızla birlikte Kur'an-ı Kerim’e saldırıyorlar
pervasızca? Çünkü Türk milleti ve Türkiye İslam’ın da sancaktarıdır da
ondan.
Ve İslam düşmanlığına, her türlü ırkçılığa, yabancı düşmanlığına sonuna
kadar buna karşı mücadelemizi sürdüreceğiz, sürdürmemiz gerekiyor. Ve bugün
Avrupa’dan da bir çağrıda bulundum, Avrupalı makul siyasetçilerin ve
Avrupa’nın makul halklarının bu tür saldırıları bizden daha fazla gayret
sarf ederek durdurması gerekiyor. Geçtiğimiz tarihte, yani daha bundan
70-80 sene öncesinden bahsediyorum, Nazizm de böyle hortlamıştır. Önce
kitaplara saldırı, sonra kutsal mekanlara, sonra da insanları toplayıp
yaktılar, bazı ülkelerde bunun emaresini görüyoruz. Avrupa’da bunu
söyleyince -sosyal medyadan görüyorum- farklı ülkelerde, özellikle bu
çirkin eylemlerin, alçak eylemlerin yapıldığı ülkede bize bunu söylediğimiz
için saldırıyorlar, eleştiriyorlar. Önce bu ahlaksızlıkları durdurun. Biz
bunu gündeme getirince suçlu biz mi oluyoruz? Elbette gündeme getireceğiz.
Bunu gündeme getirmeyip de sineye mi çekeceğiz?
Diğer taraftan her türlü mücadelemizi sürdürmemiz lazım. FETÖ’ye karşı,
PKK, YPG’ye karşı, DEAŞ’a karşı, ayrım yapmaksızın hepsine karşı
mücadelemizi sürdürmemiz lazım. Kutsal dinimizi, barış dini İslam’ı
suiistimal eden terör örgütlerine karşı da mücadelemizi güçlü bir şekilde
sürdürmemiz lazım.
Diğer taraftan, bugün Suriye’de attığımız adımlarla bir terör koridorunun
oluşmasını engellediğimiz gibi, orada yaşayan kardeşlerimize yönelik zulmü
de bitirdik. Sadece diğer etkin gruplara değil, Türk kardeşlerimize de
büyük zulüm ediyorlar. Niye? Özellikle inançlı Türk kardeşlerimize. Onların
Marksist, Leninist ideolojileri, ideolojilerle benim problemim yok,
hereksin ideolojisi kendisine, ama o ideolojiye inanmadığı için zulüm
ediyorlar kardeşlerimize tıpkı Türkiye’de PKK’nın Türk kardeşlerimize
yaptığı zulüm gibi. Dolayısıyla bunların hepsiyle içeride ve dışarıda
mücadelemizi sürdürmemiz lazım ve gönüllü dönüşleri bu özellikle bu
terörden arındırdığımız bölgelere döndürmemiz lazım. İşte Suriye’yle de bir
3’lü, 4’lü süreci başlattık. Tabi bu süreç … buradaki kardeşlerimizi yok
saymak değildir, esas bir yol haritası üzerinde -bugüne kadar
müzakerelerden bir netice gelmedi- siyasi süreci canlandırmak, Suriye’nin
toprak ve sınır bütünlüğünü korumak, aynı şekilde orada terörle daha etkili
mücadele etmek, bir de Türkiye’deki Suriyelileri güvenil bir şekilde
Suriye’ye geri döndürmek.
Öyle bazı siyasetçiler gibi popülizm yaparak olmaz, bu insanları
istifleyerek de göndermek de olmaz. İşte Ahıska Türklerini, Kırım
Tatarlarını zamanında Stalin yük gemilerine istifleyerek gönderdi ve o yol
boyunca birçok kardeşimiz hastalıktan, açlıktan öldü. Yani bize böyle bir
şey yakışmaz, ancak bir yol haritası üzerinde bir stratejiyle bunları
döndürmemiz lazım. Mutlaka ve mutlaka burada da dönen insanların can
güvenliği için rejimle bu angajmana girmemiz gerekiyor.
Diğer taraftan, Doğu Akdeniz’de, Ege’de, Libya’da ülkemizin, milletimizin
çıkarlarını güçlü bir şekilde korumaya devam etmememiz lazım. Ve dünyanın
neresinde olursa olsun vatandaşlarımızı da elbette her türlü tehdide karşı
korumak bizim görevimiz, gücümüz; işte Türkiye yüzyılı bu.
Cumhuriyetimizin birinci asrını tamamladık ve Cumhuriyetimizin son 20
yılında Cumhurbaşkanımızın liderliğinde Cumhuriyetimize çok önemli eserler
kazandırdık. Ve Cumhuriyetimizin ilk asrı eğer çok başarılı olduysa, son 20
yılda Cumhurbaşkanımızın liderliğinde yaptığımız şeylerdir, rakamlar
ortada, rakamlar söylüyor. Biz geçmişi kötülemek, başkalarını kötülemek
için söylemiyoruz. Hiç yapılmayanları nasıl yaptığımız, yapılanların 5
katı, 10 katı, 20 katı, 100 katını nasıl yaptığımız rakamlarla ortada her
alanda. Bu akşam iftar sofrasında bunların detaylarına uzun uzun girmeye
gerek yok, yeri geldiği zaman hepsini konuşacağız. Ama bizim
Cumhuriyetimizin ikinci asrı Türkiye asrı, Cumhuriyetimizin ikinci asrı
Türk dünyasının asrı olmalıdır, o yüzden bu geldiğimiz nokta bizim için
kafi değildir. Elbette her bir adım hedefe yönelik doğru bir adımdır, daha
hızlı ulaşmamızı sağlayacak, ama bunlarla yetinip oturup kalırsak hiçbir
yere ulaşamayız.
İşte yıllardır enerji konusunda stratejik hamleler yaptık. Bizim kendimize
yeten enerjimiz var mı? Yok. İşte bu ay inşallah Karadeniz’deki doğal gazı
sisteme bağlayacağız, indirimler başladı, başlıyor… Ama daha ihtiyacımızın
yüzde kaçı? Yeni rezervler de bulacağız.
Ama esas söylemek istediğim şu: Nasıl oluyor da enerjisinin yüzde 90’ını
ithal eden bir ülke bugün enerji güvenliğinde en önemli aktör, hub haline
geliyor? İşte bu yıllardır izlediğimiz vizyoner politikadır.
5 tane LNG terminalimiz var, dünyanın her yerinden LNG getiriyoruz, gaza
dönüştürüyoruz terminallerde ve artık kendi ihtiyacımızdan fazlasını -ki
ihracata yönelik de ithalat yapıyoruz- Balkan ülkelerine ihraç etmeye
başladık. İşte Bulgar Gaz’la BOTAŞ bir anlaşma imzaladı. İşte TANAP boru
hattının kapasitesini 2 katına çıkarıyoruz. Türkmen gazını bağlamak için
çalışıyoruz Azerbaycan’la beraber. İşte Irak’la ilgili projelerimiz ortada.
Kuru Kanal diye bir proje, bir girişim duydunuz mu? Tüm Körfez ülkelerinin
Avrupa’ya gönderecekleri tüm ihraç ürünleri Irak’a, Basra’ya gelecek
limana, oradan Kuru Kanal dediğimiz otoban ve demir yoluyla ülkemize
gelecek ekspres bir şekilde, oradan bize de mal gidecek, bizim mallarımız
da yine o tarafa gidecek. Orta koridor, kuzey koridor alternatif olmaktan
çıktı savaş sebebiyle. Hazar geçişli koridorlar, işte Türk dünyası diyoruz
da, lafla Türk dünyası büyümez, Özbekistan’la, Kazakistan’la,
Türkmenistan’la. Ulaştırma hatları, demir yolları, aynı zamanda yeni enerji
koridorları, doğal gaz, petrol, hepsi bizim üzerimizden geçecek, buradan
geçecek, Türkiye üzerinden geçecek. Yine doğu-batı orta koridoru biraz önce
bahsettiğim kuzey-güney koridorlarıyla bağlayacağız, bunların hepsi işte
vizyon gerektirir, strateji gerektirir.
Diğer taraftan, 20 sene önce yüzde 20 üretim yapıyorduk gözbebeğimiz
savunma sanayinde, şimdi yüzde 80’e çıktı. İşte Kızılelma’lar, işte
Devrim’in izcisi TOGG, her yerde, Azerbaycan’a da gitti, Türkmenistan’a da
gidiyor, yakında inşallah şu seri üretim vatandaşlarımıza bir verilsin, tüm
dünyadaki misyonlarımıza da göndereceğiz, tüm dünyanın ilgisini çekiyor.
Biz de bazılarına yaranamıyoruz. Geçmişte Devrim’i engelleyen zihniyet,
şimdi TOGG’u hor görmeye başlıyor … Yani kazanımlarımızı yok saymayalım,
bunların hepsi bir başlangıç.
İşte milli muharip uçağımız, savaş uçağımız piste çıktı ve ilk uçuşunu
gerçekleştirdi. El yapar da biz yapamaz mıyız? Daha iyisini yaparız. Bugün
Kızılelma’dan, ondan sonra Bayraktar silahsız hava aracından daha iyisi var
mı dünyada? Özel sektörümüzde, devlet sektörümüzde yine … diğer
kurumlarımızın da, TUSAŞ’ın da yaptığı SİHA’lar aynı şekilde dünya çapında
meşhur oldu. Sonuçta bizim 21. asrın Türk asrı, Türk dünyası asrı
olabilmesi için çok daha fazlasını yapmamız lazım.
Biz niye dünyanın beşinci en büyük diplomatik ağına sahibiz? Elbette Türk
bayrağını dalgalandırmak önemli, her yerde dalgalandırıyoruz gururla, ama
biz ekonomik güç olmak istiyorsak dünyanın her yerinde var olmamız lazım,
iş adamlarımızın önünü açmamız lazım, ticareti kolaylaştırmamız lazım,
yatırım yapmamız lazım, oradan yatırım gelmesi lazım. Petrolde, doğal
gazda, madencilikte Afrikalıları sömürdükleri gibi sömürgeci bir anlayışla
değil de, kazan-kazan anlayışıyla o ülkelerin potansiyellerini ayağa
kaldırmamız lazım. Elbette biz de kazanacağız, elbette firmalarımız da
kazanacak. Firmalarımız güçlendikçe Türkiye ayağa kalkıyor.
İşte her sene bir rekor kırıyoruz ihracatta, durup dururken olmuyor ki bu.
Geçtiğimiz ay yine yeni bir rekor kırdık, 36 milyar dolardan 260 milyara
doğru yaklaştık şimdi, yakında 10 katına çıkacağız. Afrika’yla 3 milyardı,
54 ülke var, şimdi 40 milyar doları geçti. Koskoca Latin Amerika’yla 800
milyon dolar toplam ticaret yapıyorduk, şimdi 20 milyara çıktı. Daha bunlar
yetmez, bunlar başlangıç. Amerika’yla 100 milyar dolar dedik, kimse
inanmıyordu, çünkü 13-14’tü 2 sene önce. Geçen sene kaç oldu biliyor
musunuz? 32,1 milyar ve arada 1,8 milyar dolar bizim lehimize açık var, biz
daha çok satıyoruz. Eskiden her şeyi ithal ediyorduk, şimdi araçlar dahil,
her türlü makine vesaire. Sadece eskiden kuru gıda vesaire, kuru üzüm
bunları satardık, incir satardık, bunlarla övünüyorduk, şimdi bunlar
leblebi-çekirdek kaldı bizim ihracatımızın içindeki halk tabiriyle oranına
baktığımız zaman.
Sonuçta 260 misyona ulaştıysak bunun bir getirisi var. Merkez Bankası
araştırmış, büyükelçiliklerin açıldığı her yıl yüzde 30 artmış 2 sene
içinde ihracatımız.
Diğer taraftan tabii TİKA’mız, diğer kurumlarımızla, Yunus Emre’mizle, her
yerde olmamız lazım. Maarif Vakfı’nın kısa bir süre içinde 400’den fazla
okulu oldu dünya çapında, eğitim de önemli, o da bir güçtür. Hocamız işte
burada, Milli Eğitim Bakanlığımızı yaptı. Sonuçta kültürümüzle de orada
olmamız lazım.
Diyanet İşleri Başkanlığımızın yaptığı hizmet öyle anlatmakla bilinmez,
birileri burada küçümsüyor, çünkü dinimiz İslam’a doğru bir şekilde gerçek
kaynaklardan öğretmek önemli. Bugün DAEŞ’e katılan savaşçılara baktığımız
zaman, Türkiye’den bile var, ama Avrupa’da ve dünyada 7 milyon Türk var,
bir tane radikalleşen ve terör örgütlerine katılan Türk yok. Bunun sebebi
ne? işte Diyanet İşleri Başkanlığımızın ve oradaki gönüllü insanlarımızla
beraber yaptığı görev sayesinde. Bunlar Türkiye’nin hepsi bir yumuşak
gücüdür.
Ben milletvekili olduğum zaman Türk Havayolları’nın uçaklarının hepsinin
ismini tek-tek bilirdim, hangi model olduğunu, 340-330-321-320-319, Boeing
737, 800 vesaire neyse, isimleriyle beraber bilirdim, çünkü parmakla
sayılacak kadardı. Şimdi dünyanın en büyük uluslararası uçuş ağına sahip
oldu Türk Havayolları. Bunların hepsi bizim markamız, hepsi bir vizyonun
ürünü.
Sonuçta biz ilk asrımızda aslında önemli kazanımlar elde ettik, ama şimdi
şahlanma zamanı, şimdi Türkiye’nin ve Türk milletinin, Türk dünyasının
şahlanma zamanı. Biz, 20 sene önce yapacağımız dediklerimizi söylediğimiz
zaman birçok insan inanmazdı. Yerelde de bazı şeyleri yapacağız dediğimiz
zaman bizim milletvekili de eski siyasetçiler gibi atmaya başladı diyenler
oldu değerli arkadaşlarım. Ama bugüne kadar Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan’ın söz verip de yapmadığı bir şey oldu mu? Olmadı. Bu bir güven
meselesidir. Çok şükür güvenilir bir ülke olduk, güvenilir bir liderimiz
var, tüm dünyaca güvenilir bir liderimiz var.
Ülkemizin kazanımlarının önemli bir kısmı Cumhurbaşkanlığı sistemi
sayesinde oldu. Bugün herkes Türkiye’de seçimlerin ne zaman yapılacağını
konuşuyor, konuşmuyor bile, 5 senede bir olacağını biliyor. Yerel
seçimlerde, yani bir erken seçim, seçimin tarihinden önce bir şey olacak
da, Allah korusun bir belediye başkanımız ayrılmışsa ya da bir sebepten
dolayı vefat etmediği sürece konuşulur mu? Olsa bile kendi içinden seçilir.
Artık Türkiye’de koalisyonlar dönemi bitti. İşte görüyoruz koalisyonla
yönetilen en güçlü Avrupa ülkelerinde… 9 sene oldu toplam Avrupa Birliği
Bakanı olarak, 8 seneyi geçti Dışişleri Bakanı olarak, sadece İtalya’da
8’den fazla dışişleri bakanıyla çalıştım, 8’den fazla. Her 2 senede bir, 1
senede bir, 1,5 senede bir hükümet değişiyor. Bir tek Fransa istikrarlı.
İşte İngiltere, kaç tane başbakan değişti? Şurada son 1 sene içinde 3
başbakan değişti. Cumhurbaşkanımız hatırlamıyordur kaç tane başbakanla
çalıştığını, maalesef öyle, koalisyonla yönetilen ülkelerde böyle oluyor.
Ama ülkemizde istikrar var, var, bunun kıymetini bilelim.
Şimdi birileri çıkıyor, yok şu sisteme döneceğiz, yok bu sisteme döneceğiz.
Türkiye’nin bundan geri dönmesi mümkün değil, bir kere halkımız izin
vermez. Neymiş efendim, cumhurbaşkanını tekrar Meclis seçecekmiş. O günleri
de gördük, 367’yi dayattılar bize ilk dönemde, öyle değil mi? Dayattılar,
Anayasa Mahkemesi karar verdi. Yani bir nevi orada kimlerin devrede
olduğunu biliyoruz biz. Oysa Meclis İçtüzüğü ve Anayasa açık, açılış için
çoğunluğun 3’te 1’i yeter. Neymiş efendim de 3’te 2 olması lazım. O zaman
Meclis hiçbir zaman açılamaz, Meclis’in çıkardığı hiçbir karar geçerli
değildir eğer bu mantıkla olsaydı. Millet elindeki bu şekilde doğrudan
kullandığı bir gücü zaten vermez, çünkü doğru olmadığına inandığı için
vermez. Yoksa milletvekillerini seçiyor, Meclis’e gönderiyor, egemenlik
kayıtsız şartsız milletindir dediği çatının altında milletvekillerinin de
milletimizi iyi temsil etmesi önemli, ama yönetim sistemi başka bir şey.
Bizim ülkemizin o karanlık, o çalkantılı günlere gitme lüksü yok. Böyle bir
dönemde hizmet etmek bile mümkün değil.
… bakıyorum bizim dışişleri bakanlarına, 3 ay, 4 ay, 5 ay, hepsi kıymetli
insanlar, 1 sene yapana şanslıymış diyoruz, öyle. Ben şu anda Cumhuriyet
tarihi döneminde en uzun Dışişleri Bakanlığı yapan ikinci kişiyim, Tevfik
Rüştü Aras, 1925’ten 38’e kadar yapmış, 13 sene 8 ay. İlginç bir şey, Gazi
Mustafa Kemal Atatürk öldükten 1 gün sonra değiştirmişler, 11 Kasım’da
değişmiş. Onun dışında ben, onu saymazsak tek partili dönem, en çok. Neden?
İstikrar sayesinde, bende çok büyük özellik olduğundan değil. Herhangi biri
de yapabilir, yani Türkiye’de diplomasiyle herkes ilgileniyor, herkes dış
politikayı takip ediyor, bu da bize güç veriyor. O kadar genişledi ki, biz
8 sene önce ilgilendiğim benim alan sınırlıydı, şimdi yetişemiyoruz,
herkesi dahil etmeye çalışıyoruz başka parlamenterlerimiz olmak üzere,
odalarımız olmak üzere. Çünkü Türkiye’nin dünyada küresel aktör olma
konumunu devam ettirmesi için topyekûn diplomasi yapmamız lazım, tıpkı
devlet-millet el birliğiyle her konuda beraber çalıştığımız gibi, bunun
başka seçeneği yok, başka türlüsü olmaz. Dolayısıyla yedili koalisyonmuş,
yok sekizli koalisyonmuş, yok ondan sonra kanun hükmünde kararnameyle
girenleri çıkaracaklarmış, olmazmış. Biz bunu söyleyince de rahatsız
oluyorlar. Niye rahatsız oluyorsunuz? Ben söylemiyorum. Genel Başkanınız
KHK’larla atılanları geri döndüreceğim işine diyor. FETÖ’yle bağlantısı
kesinleşmiş, Bakanlığımızdan komisyonla ve kanun hükmünde kararnameyle
uzaklaştırılmış ve birçoğu da yurt dışına kaçmış, orada kalmış 630
FETÖ’cüyü benim Bakanlığıma getireceksin, bu devletin sırrı ne olacak?
Bunların sadakati devlete, millete mi? Değil. Bunları siz söylüyorsunuz,
ben söylemiyorum. Kimi çıkaracaksınız o zaman, onu söyleyin, PKK’lıları mı
çıkaracaksınız, FETÖ’cüleri mi çıkaracaksınız? Daha açık konuşun daha açık.
Ne kazanımımız varsa karşı çıkıyorsunuz, SİHA’ya da karşı çıkıyorsunuz,
bakacağız, durduracağız, soruşturacağız. Nesini soruşturuyorsun? Eski
zihniyet, o Devrim’i engelleyen zihniyet hortlamak üzere. … iktidara karşı
olur da, ülkenin kazanımlarına karşı olmaz. Ben onlara hep Meclis’te
yalvarıyorum, bize karşı olun, ama Türkiye’ye karşı olmayın, Türkiye’nin
çıkarlarına karşı olmayın kardeşim.
Bizimki Türkiye sevdasıyla kurulmuş bir ittifaktır Cumhur İttifakı. Aramıza
yeni arkadaşlarımız da katıldı, yeni partiler de katıldı, bize güç verdi.
Türkiye sevdası, devletimizi-milletimizi hedeflerine ulaştırmak için, çıkar
ittifakı yok bizde. Maalesef Türkiye Azerbaycan’a yardım etti diyenlerden
bir şey olmaz bu memlekette, olmaz. Şunu yapalım da bize aferin desinler
diye siyaset yapanlardan bu memlekete, bu millete bir fayda gelmez, vallahi
gelmez, billahi gelmez. Bunların öyle bir derdi de yok zaten.
İHA’lara, SİHA’lara karşı çıkanların derdi ne? Yine yurt dışına bağımlı mı
kalalım? Biz bugün yüzde 80’e çıkartmasaydık yerlilik ve millilik oranını,
bir tane SİHA’yı bile uçuramazdık, çünkü vermek istemiyorlar. Mesela
Kanada, önce kamerayı vermek istemiyordu, şimdi motorları da vermek
istemiyor. Kanada’nın bizimle ne derdi var? Hiçbir derdi yok. Ama
Azerbaycan Karabağ’ı geri aldı diye rahatsızlar, dertleri başka. Şimdi biz
bunlara mı hizmet edeceğiz?
Kimisi diyor ki, Suriye’den çekileceğiz. Suriye’nin toprak bütünlüğünü
tanıyoruz da, bugün Suriye’den çekildiği zaman bu boşluğu kim dolduracak?
PKK. Diyor ki; PKK-YPG operasyon yapmayın diyor, Ne işimiz var diyor
Suriye’de. YPG ile PKK’nın destek verdiği halde aynı örgüt olduğu
Amerika’nın resmi kaynaklarında var, resmi raporlarında var, ama bugün
adayım diye çıkan bazı kişiler YPG terör örgütü değildir diyor. Terör
örgütü değildir de nedir? Her gün oradan saldırıyor, okullarımıza roket
attılar, öğretmenlerimiz, çocuklarımız şehit oldu, askerimiz şehit oldu,
polisimiz şehit oldu. Kim yaptı bu saldırıları? Bunu yapanlara terörist
denmez de ne denir?
Kusura bakmasınlar, onlar bunlardan rahatsız olabilir, ama biz onları
rahatsız etmeye devam edeceğiz. Türkiye’den rahatsız olanları biz de
rahatsız etmeye devam edeceğiz. Ama milletimiz her şeyi görüyor, her şeyi
biliyor ve 14 Mayıs demokrasi bayramıdır, milletimiz sandığa gidecek, biz
14 Mayıs’a kadar her şeyi söyleyeceğiz, herkes söyleyecek hakkıdır, ama
kararı milletimiz verecek, milletimiz hangi kararı verirse herkes de onu
kabul edecek.
Ve biz seçimlerin gözlemlenmesi için de Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi,
AGİT, Avrupa Güvenliği ve İşbirliği Teşkilatı, ondan sonra yine bizim kendi
bölgesel örgütlerimiz de var, AGİT Parlamenter Asamblesi gibi birçok
gözlemci kuruluşu davet ettik. Her zaman olduğu gibi, her seçimde olduğu
gibi seçimlerimiz şeffaf olacak, seçimlerimiz demokratik olacak.
Ama iki tane HDP-PKK’ya destek veren baktık daha önce izin vermediğimiz
gözlemci, siyasi partilerin kontenjanından Avrupa Konseyi Parlamenter
Meclisi Gözlem Heyetine dahil olmuş. Daha önce de uyardık, tekrar uyardık,
yine koymuşlar, daha önce olduğu gibi -buraya geldiler, çünkü HDP-PKK
propagandası yaptılar- onların ülkemize girmesine izin vermeyiz, çünkü
onlar gözlemci olarak gelmiyorlar, provokatör olarak geliyorlar. Avrupa
Konseyi’nde 11 yıl görev yaptım, objektif, dengeli olması gerekiyor. Bir
kurumun itibarı da en az ülkelerin itibarı kadar önemlidir, çünkü o
kurumlarda hepimiz hep birlikte çalışıyoruz.
Sonuçta kıymetli Eskişehirli hemşehrilerim, bu akşam inşallah şimdi
depremzedelerle de bir araya geleceğiz, daha sonra bazı bölgelerde esnaf
kardeşlerimize, kafelere gideceğiz gençlerimizle sohbet edeceğiz, en son
yine sahurda genç kardeşlerimizle de bir araya geleceğiz. Ama inşallah bu
son gelişimiz olmayacak, fırsat buldukça yine geleceğiz.
Buraya inşallah adaylarımızın kampanyalarına destek vermek için de
geleceğiz. Bugün sabah buraya geleceğimi öğrenince, Çavuşoğlu geliyor,
buradan aday oluyor diye yazmışlar; öyle bir durum yok. Eskişehir’i biz
adaylık için değil, gönülden seviyoruz. Eskişehirli de çok seviyoruz. Ve
Eskişehir inşallah kendi bölgesinden kendisini ve milletimizi temsil edecek
çok güzel milletvekilleri Ankara’ya gönderecektir ve onlarla omuz omuza
ülkemiz, milletimiz için çalışmaya devam edeceğiz.
Sabrınız için çok teşekkür ediyorum.
Şimdiden mübarek Kadir Gecenizi ve Ramazan Bayramınızı da tebrik ediyorum.
Sağ olun, var olun.
* Interpress deşifresidir.