DIŞİŞLERİ BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU- Sevgili öğrenci arkadaşlarım; bugün
Türkiye’nin en güzide, en önemli eğitim kurumlarından İstanbul Teknik
Üniversitesi’nde sizlerle beraber olmaktan büyük bir mutluluk ve onur
duyuyorum.
Çok kıymetli Rektörümüze, Üniversite Yöneticilerimize, öğrencilerimize ve
emeği geçen herkese bizleri bugün bir araya getirdikleri için çok teşekkür
ediyorum.
Biraz önce Rektör Hocamız, 2023 yılının bizler için çok önemli olduğunu
vurguladılar. Evet, gelecek sene Cumhuriyetimizin 100. yılını hep birlikte
coşkuyla kutlayacağız. Hep birlikte aynı zamanda Cumhuriyetimizin ikinci
yüzyılını Türkiye yüzyılı yapmak için de el ele, omuz omuza çalışacağız.
Gelecek sene ayrıca, Hariciyemizin kuruluşunun temellerinin atıldığı
Reisü’l-küttablığın kuruluşunun da 500. yılını kutlamış olacağız. Ne kadar
tarihi bir geçmişimizin olduğunu diplomaside de gösteren bir rakamdır bu,
500. yıl.
Tabii biraz önce Rektör Hocamız da söyledi, Türkiye’nin en güzide, en
önemli eğitim kurumlarının başında gelen İstanbul Teknik Üniversitemizin de
250. yıldönümünü kutlamış olacağız. Nice başarılı yıllar diliyorum İstanbul
Teknik Üniversitemize.
Değerli hocalarım, sevgili öğrenci arkadaşlarım; bugün sizlere kısaca dış
politikamız hakkında bazı bilgiler vereceğim, daha sonra soru-cevap
kısmında sohbetimizi daha da zenginleştirmeyi umut ediyoruz.
Tabii Türk dış politikasının elbette temelleri var. 100 yıl önce
Cumhuriyetimizi kurduktan sonra Gazi Mustafa Kemal Atatürk, “Yurtta sulh,
cihanda sulh” demiş. Bugün Türkiye bu ilkeyi sonuna kadar benimsiyor ve
uygulamak için gayret sarf ediyor.
Ayrıca, biz de bu “yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesini desteklemek için
elbette dış politikamıza yeni mottolar, yeni ilkeler getiriyoruz. Bunlardan
bir tanesi de, panelimizin başlığında olduğu gibi girişimci ve insani dış
politika. Bunlar milletimizin özelliklerini yansıtan dış politikadır. Tabi
girişimci ve insani dış politikayı bugün uygulayabilmek için de sahada ve
masada güçlü olmak gerekiyor. Tıpkı İstanbul Teknik Üniversitesi’nin her
alanda bu yenilikleri yakalamak için araştırmalar yaptığı gibi.
Diğer taraftan, İstanbul Teknik Üniversitesi ile ilgili şu duygularımı da
paylaşmadan geçemeyeceğim tabi. İstanbul Teknik Üniversitesi
Cumhuriyetimize damga vuran çok önemli liderler, cumhurbaşkanları ve
başbakanlar da yetiştirmiştir. Rahmetli İsmet İnönü, Turgut Özal, Süleyman
Demirel, rahmetli Necmettin Erbakan ve en son Başbakanımız Binali Yıldırım
gibi önemli isimleri de yetiştirmiştir. Tabii ki tüm bu geçmiş
büyüklerimizi ve onlarda emeği olan hocalarımızı saygıyla anıyoruz. Hakkın
rahmetine kavuşanları da rahmetle anıyoruz.
Biraz önce dış politikamızın ilkelerinden kısaca bahsettim. Ama dış
politikayı oluşturmak, bu çerçevede de uygulamak için de önce değişimi iyi
okumak lazım, gelişmeleri iyi takip etmek lazım. Gerçekten de bugün bir
değişim çağımızda olduğumuzu en iyi Teknik Üniversite olarak sizler
görüyorsunuz. Yine sizler özellikle teknolojide çığır açan değişimin
bugünkü etkilerini yeniden takip ediyorsunuz, yakından izliyorsunuz.
Teknolojideki bu değişimin hızının her nesilde ikiye katlandığı öne
sürülüyor. İşte fütürist Alvin Toffler’in bu konuda görüşleri, iddiaları,
öngörüleri, tespitleri var. Yani sevgili öğrenci arkadaşlarım benim,
sizlerin doğduğu günden beri üretilen teknoloji o güne kadar binlerce yılda
üretilen teknolojilerden çok daha gelişmiş durumda. Mesela şu an elinizdeki
cep telefonunun içindeki güç, Birleşmiş Milletler’in kuruluşundan 12 sene
sonra uyduya gönderilen Sputnik uydusunun aynı şekilde içindeki güçten çok
daha fazlasıdır, 1957’de gönderilen uydudan bahsediyoruz. Sonuçta değerli
arkadaşlar, teknoloji o kadar hızlı değişiyor, takip etmek de bizler için
zorlaşıyor.
2030’larda insan beyninin doğrudan internete bağlanabileceği öne
sürülmüştür, işte fütürist Ray Kurzweil’in öngörülerinden bahsediyoruz.
Yine beyin-bilgisayar arası Elon Musk’ın Neuralink Firması ise bu yıl
içerisinde bunu gerçekleştirmeyi öngördüğünü açıkladı.
Değişimin hızına ayak uydurmak için daha kısa sürede çok daha fazla şeyler
yapmak zorundayız. Dünyanın dört bir yanından sürekli bilgiler akıyor.
Sabah kalkıyorum, bir taraftan Özel Müşavirimiz, bir taraftan Basın
Müşavirimiz, bir taraftan Özel Kalem, her yerden dünyadaki gelişmeler, yani
bir Dışişleri Bakanı olarak bile bunları takip etmekte zorlandığımızı
söyleyebilirim, çünkü her yerden bilgi akıyor. Bu arada dikkat süremiz de
kısalıyor, sanıyorum bu sizler için de geçerlidir, bu her yerde öyle. Şimdi
bilgileri uzun uzun değil kısa kısa gönderin, öz gönderin diye
büyükelçilerimize de tavsiyelerde bulunuyoruz. Uzun uzun böyle Ankara’ya
telgraflar göndermeyin, kripto mesajlar göndermeyin, öz, doğrudan konuya
odaklanan bilgileri bize aktarın, çünkü her yerden akıyor, bunları tespit
etmek de zor.
Şimdi günlük hayatımıza baktığımız zaman, şimdi uzun videoları gördüğümüz
zaman hemen geçiyoruz, kısa videolar olmasını istiyoruz, biraz önce
üniversitemizi tanıtan videonun da kısa ve öz olduğu gibi. Aynı şekilde
Instagram’da veya diğer sosyal medyada gördüğümüz konular uzunsa, metinler
uzunsa onları okumuyoruz, yani kısa olanlara dikkat ediyoruz. Çünkü
dikkatimiz dağılıyor, çünkü aynı anda çok fazla farklı bilgiler, yeni
bilgiler de geliyor. Tabii içinde yaşadığımız bu çağ bir geçicilik çağına
“age of transience” dönüşüyor.
Aynı şey uluslararası ilişkiler için de geçerli. 10 yıl önceki Arap
Baharı’ndan bugün bahseden var mı? Çok az kişi var, ancak yakın tarih
çalışanlar işte ara sıra ya da belgesellerde görüyoruz Arap Baharı’nı ya da
Suriye’yi konuşurken işte Arap Baharı’nın başladığını hatırlatıyoruz.
Geçen sene gündem neydi? Afganistan. Peki, bugün Afganistan’ı konuşan var
mı? Yok, çünkü Ukrayna Savaşı başladı, Afganistan unutuldu. Aslında bugün
Afganistan’a da odaklanmamız lazım, gerçekten terör bakımından, insani
konularda. Ama işte hızlı değişimin maalesef bunlar sonuçları. Yine küresel
enerji ve gıda krizine dönüşmeseydi, belki Ukrayna-Rusya Savaşı da
gündemden düşerdi ya da bu kadar gündemde olmazdı.
Yani sonuçta her şey çok hızlı değişiyor, dolayısıyla bu hıza ayak uydurmak
lazım. Bu hıza ayak uydurmak için de gelişmeleri çok iyi takip edip iyi
analizler yapmak lazım. Yani değişime uyum sağlamak elbette çok önemlidir.
Ama bu geçiciliğin psikolojisine de yenilmemek gerekir.
Biz de bu anlayışla Türkiye yüzyılı vizyonumuzu hayata geçirmek için Sayın
Cumhurbaşkanımızın liderliğinde gece-gündüz çalışıyoruz. Bu vizyon
geçicilik çağında kalıcı eser bırakma manifestosudur aslında. Yani Sayın
Cumhurbaşkanımızın liderliğinde yeni nesillere, kalkınma ve refah yolunda
adımlarını tamamlamış bir Türkiye bırakmayı hedefliyoruz. Bunun için köklü
değerlerimizi de hatırlamamız gerekiyor her şeyden önce. Tarih boyunca
bölgelerinde ve dünyada söz sahibi olmuş birkaç belli başlı devlet ve
millet vardır. Çünkü milli güç asırlara yayılan bir formüldür. Bu ülkelerin
coğrafyası, nüfusu, dinamizmi, tarihi derinliği gibi birçok unsur bu
başarıyı mümkün kılıyor. Geleneği olan güçler geriye düşseler bile, tarih
kendini düzeltiyor ve bu güçler yeniden yükseliyor. Mesela Asya’nın son
dönemdeki yükselişi kesinlikle bir tesadüf değildir. İşte biz de böyle bir
gelenekten geliyoruz Türk milleti olarak.
Geçen hafta sonu ilginç bir olay yaşadık, Sao Tome ve Principe, belki bu
ülkenin adını çoğunuz duymadınız, Afrika’da bir ada ülkesi, resmi dili de
Portekizcedir. Başbakanıyla telefonda görüştüm. Orada bir darbe girişimi
olmuştu ve kendisiyle dayanışmamızı vurgulamak için aradım. Ayrıca, kendisi
Büyükelçimizi davet ederek … jandarma kurumunun tesis edilmesi konusunda
desteğimizi istemiş. Gabon’daki Büyükelçimiz oraya akredite. Ve
büyükelçimiz bizi aradı, ben de hem dayanışmamızı bildirmek için, hem de
her türlü desteğimizi vereceğimizi söylemek için aradım. Neden bizim
Büyükelçimizi davet ediyor Sao Tome ve Principe Başbakanı? Çünkü bir 6 ay
önce, bu senenin ilk aylarında daha doğrusu Gine Bissau’da da bir darbe
girişimi olmuştu ve Gine Bissau’nun Cumhurbaşkanı hemen seçildikten sonra
Türkiye’ye gelmişti ve özel kuvvetlerin eğitimi konusunda yardımda
bulunmuştuk. İçişleri Bakanlığımız çok etkili programlarla özel
kuvvetlerini eğitmişti ve bu özel kuvvetler Gine-Bissau’daki darbe
girişimini yenmişti. Dolayısıyla biz Türkiye olarak darbelerden çok çektik,
biraz önce isimlerini saydığımız büyüklerimiz de geçmişte darbelere
başbakanlar, cumhurbaşkanı olarak çok maruz kaldı ülkemiz. Biz 1961’de
Fatin Rüştü Zorlu’yu, Dışişleri Bakanımızı da bir darbeye kurban verdik,
demokrasi şehidimizdir. Dolayısıyla dünyanın neresinde darbe olursa olsun,
hassasiyetimizi gösteriyoruz.
Neyse, kendisi telefonda bana 18 yaşında Osmanlı tarihini okurken bundan
etkilenerek İslam’ı seçtiğini söyledi ve ülkedeki tek Müslüman siyasetçi
olduğunu söyledi. İşte ecdadımızın mirasının farklı coğrafyalarda ortaya
koyduğu etkiye bireysel, belki sizin için küçük, ama benim için çok çarpıcı
bir örnektir.
Değerli arkadaşlar; uluslararası sistemin devletler arasındaki güç dağılımı
ve güç ilişkileri oluşturur. Geçmişte baktığımız zaman önce çatışmalar
oluyor, sonra sistemler kuruluyor. Ama Vestfalya’dan bu tarafa baktığımız
zaman kurulan sistemlerin ömrünün çok kısaldığını görüyoruz. Vestfalya’yla
kurulan sistem 150 yıl sürmüş. Yine Viyana Kongresi’yle kurulan sistem 100
yıl, yaklaşık 1 asır sürmüş. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Soğuk Savaş’ın
sona ermesine kadar süren sistem ise, 50 yıl sürmüş, yarım asır. Soğuk
Savaş’ın bitiminden bu yana baktığımız zaman kurulmaya çalışan sistemler,
sistem bile olamadan ortadan kalkmış, şimdi sistem kendisini arıyor.
Dolayısıyla yani bir taraftan bu güç mücadelesi sistemi oluşturuyor, ama
kurulan sistemlerin de azaldığını görüyoruz. Bugünkü sistemin de
yetersizliğinden hepimiz şikâyet ediyoruz. Bugün, geçtiğimiz kriz dönemi
aslında küresel güç dağılımının da yeniden tanımlandığı bir dönemdir. Soğuk
Savaş sonrasında çıkan biraz önce bahsettiğim bu kısa dönemde tarihin sonu
gibi teoriler de tarihe karıştı. Sonuçta bu öngörülerin de ortadan
kalktığını da kısa süre içinde görmüş oluyoruz. İkinci Dünya Savaşı sonunda
Batı hakimiyetindeki küresel sistemin kuruluşunda ABD askeri, İngiltere
finansal, Almanya endüstriyel ve Fransa kültürel sayacağı olmuştu. Ama
bugün yeni merkezler var, yeni güçler ortaya çıkıyor. Askeri, finansal,
endüstriyel ve kültürel güç, farklı merkezlere dağılmaya başladı, farklı
kıtalara dağılmaya başladı. Biraz önce Asya’nın yükselişinden bahsettim,
yeniden yükselişinden. Biraz sonra belki ona geleceğiz, dış politikamızın
detaylarına ya da girişimlerine değinirken ona da döneceğiz. Yani bu yeni
dönemde düzen kurucu olmanın yolu girişimci, yenilikçi ve insani olmaktan
geçiyor. O nedenle biz girişimci ve insani dış politika diyoruz.
Girişimci diplomasiden kastımız, aslında bizim söylemek istediğimiz; etkin,
vizyoner, gerçekçi, inisiyatif alan, yön veren, gerektiğinde de karşı
duran, yani kısaca liderlik eden bir diplomasi.
Yine arabuluculuk konusunda ülkemizin bir marka haline gelmesinin altında
bu anlayış var. Bugün Türkiye Arabuluculuk Dostalar Grubu Eş Başkanlığını
BM’de Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nda ve İslam İşbirliği
Teşkilatı’nda yürüten tek ülkedir. BM’de Finlandiya’yla beraber, AGİT’te
Finlandiya ve İsviçre’yle beraber, İslam İşbirliği Teşkilatı’nda ise yine
Genel Sekreterlik, Suudi Arabistan ve Afrika’dan Gambiya’yla beraber
Arabuluculuk Dostlar Grubu’nun Eş Başkanlığını yürütüyoruz; bu Türkiye’ye
olan güvenin bir göstergesidir ve İstanbul’da da dünyadan gelen arabulucu
adaylarını da eğitiyoruz, sertifikalarını veriyoruz. İstanbul Arabuluculuk
Konferansı da bir marka haline geldi. Çünkü Türk diplomasisinin, yani
sadece bu teoride veya eş başkanlıkta değil bakınız Ukrayna-Rusya
ihtilafında Balkanlar, Filipinler, Somali, Venezuela, yine Kolombiya gibi
farklı coğrafyalarda oynadığı rol sonuç veriyor. Bugün Türkiye olmasaydı,
Tahıl Anlaşması olabilir miydi? BM Genel Sekreteri, neden “benim göreve
geldiğim günden bu yana elde ettiğim en büyük başarı” diyor? Birincisi;
sistem BM sistemi, yetersiz, Genel Sekreter çok iyi olmasına rağmen, Genel
Sekreter gerçekten başarılı bir arkadaş Guterres, ama sistemin kendisi
yetersiz. Yine bu esir takası Türkiye’nin arabuluculuğu sayesinde oldu,
yani diğer ülkelerde yaptıklarımızı saymıyoruz, hemen yanı başımızda. Aynı
şekilde Zaporijya Nükleer Enerji Santrali’nin risklerini yine mühendisler
olarak en iyi sizler bilirsiniz, aramızdaki mühendislerden bahsediyorum
İstanbul Teknik Üniversitesi’nde. Yine buna benzer birçok girişimimizin
neticelerini aldık, ama inşallah savaşı durdurmak için de çabalarımızı
sürdürüyoruz. Buraya gelmeden önce bile görüşmeler gerçekleştirdik.
Yine, girişimci diplomasiyle bir yandan krizleri yönetiyoruz, yönetmemiz
gerekiyor, kontrol dışına çıkarmamamız lazım, hepsini çözeceğiz diye bir
iddiamız yok. Ama diğer taraftan da fırsatlardan da yararlanmak için yine
girişimci olmak gerekiyor. Ulaştırma ve enerji koridorlarında bağlantılar
kuruyoruz, modern İpek Yolu’nu tekrar inşa ediyoruz, Orta Koridoru
canlandırıyoruz. Çünkü Doğu-Batı-Kuzey Koridor, Rusya’dan geçen Kuzey
Koridor, bu savaştan dolayı ve Rusya’ya yönelik yaptırımlardan dolayı
alternatif olmaktan çıktı. Dolayısıyla Orta Koridoru canlandırmak için de
Türkiye-Azerbaycan-Özbekistan, Türkiye-Azerbaycan-Kazakistan, en son bu
toplantıya Gürcistan’da kaldı, üçlü toplantılarımızı dışişleri, enerji,
ulaştırma, ticaret bakanlarıyla beraber farklı formatlarda devam
ettiriyoruz.
Aynı şekilde enerji hatlarını da yeniden enerji hatları kurmak için
çalışıyoruz, mevcut rezervlerin hayata geçirilmesi, daha doğrusu
çıkarılması için çalışıyoruz. Azerbaycan ve Türkmenistan gazının Türkiye
üzerinden Avrupa ülkelerine gönderilmesi için de yine çalışmalarımız yoğun
bir şekilde devam ediyor.
Gelecek hafta Çarşamba günü, Türkmenistan’ın Avaza şehrinde
Türkiye-Azerbaycan-Türkmenistan üçlü liderler zirvesini gerçekleştireceğiz.
13’ünde, biz öncesinde dışişleri, enerji ve ulaştırma bakanları olarak da
Avaza’da ayrı-ayrı bir araya geleceğiz ve bu zirvenin hazırlıklarını
yapacağız. Öyle laf olsun diye bir araya gelmek olmaz, sonuç odaklı
toplantılar ve zirveler gerçekleştirmemiz lazım. Çünkü biraz önce söyledim;
her şey hızlı değişiyor, hemen hızlı kararlar almamız lazım bu fırsatları
değerlendirmek için.
Tabii Karabağ Zaferinin ardından da Türk dünyasının önüne yeni imkânlar
çıktı. Türk dünyasının kendine olan güveninin de her geçen gün arttığını
görüyoruz ve Türkiye’nin tabii bu anlamda da güçlenmesi Türk kardeşlerimize
de, diğer Türk devletlerine de ayrıca bir güven veriyor ve Karabağ
Zaferinden sonra “bir şey olsa Türkiye bizim yanımızda olur” inancı,
anlayışı her geçen gün güçleniyor. Kültürel birlikteliğimiz elbette vardı
Türk dünyasıyla, kardeşlerimizle, ama bu sadece kültürel birliktelik
yetmez. Orada kalırsak hamasetten öteye geçemeyiz, dolayısıyla ekonomik ve
siyasi meyvelerini de toplamamız lazım ve şu anda bu meyveleri de Türk
dünyasıyla birlikte toplamaya başladık.
Son olarak işte Semerkant Zirvesi’nde, Türk Devletleri Teşkilatı Zirvesinde
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tam ismi ve resmi unvanıyla gözlemci üye
olması önemli bir gelişme oldu. Tabii Kıbrıs deyince, Gazimağusa’da da
Teknik Üniversitemizin bir kampüsü var, orada da bilim, teknoloji, sanayi
alanında araştırmalar yaptığınızı biliyoruz ve üniversitemizi bu
çalışmalarından dolayı hem tebrik ediyoruz, hem de üniversitemize Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne verdiği eğitim desteği için de gönülden
teşekkürlerimizi sunmak isterim.
Yine Kıbrıs’ta biliyorsunuz Büyükelçiliğimize ilaveten Gazimağusa’da
Başkonsolosluk da açtık, yakında Başkonsolosluğumuz yeni binasına
taşınacak. Hem Gazimağusa Başkonsolosluğumuz, hem de Büyükelçiliğimiz
üniversitemizin de, tüm vatandaşlarımızın da, emrinde sizlerin de
hizmetindedir. Yakın iş birliği içinde olduğunuzu da zaten biliyorum.
Değerli hocalarım, sevgili öğrenciler, yoğun dış politika mesaimiz içinde
Bakanlığımızı da tabi geleceğe taşıyacak yenilikçi adımlar atmak lazım.
Sadece Bakanlığımızı geleceğe hazırlamak değil, biraz önce söylediğim,
anlatmaya çalıştığım bu hızlı değişimi okumak, analiz etmek ve politika
uygulamak bakımından da kendimizi sürekli yenilememiz lazım. İşte 2019’da
daha pandemi gelmeden ilan ettiğimiz dijital diplomasi sayesinde biz bugün
teknolojinin dönüştürücü gücünden yararlanıyoruz. Bu dijital diplomasi
dediğimiz zaman sonra pandemi başladı herkes dijital diplomasiyi artık
görüşmeleri online bir şekilde yapmak olarak algılamaya başladı. Oysa
dijital diplomasi demek sadece görüşmeleri online değil, yani telefonla
görüşmeyle yine video konferans yöntemiyle toplantı yapma arasında bir fark
yok aslında sadece birbirimizi görüyoruz, ama bununla yetinmek mümkün
değil.
Diğer taraftan, bu değişimi hızlı okumak için ve analizlerini yapabilmek
için yapay zekadan faydalanmamız lazım, büyük veriden faydalanıyoruz biz
bugün. Ayrıca konsolosluk hizmetlerinde de yapay zekadan faydalanmazsak
vatandaşların beklentilerinin gerisinde kalırız. Tıpkı bugün uluslararası
sistemin dünya halkının beklentilerinin gerisinde kaldığı gibi. O nedenle
74 civarında vatandaşlarımıza verdiğimiz konsolosluk hizmetlerinde de yapay
zekadan Dışişleri Bakanlığı olarak faydalanmaya başladık. Ayrıca stratejik
öngörü mekanizmalarıyla alternatif gelecek senaryolarına da kendimizi
hazırlıyoruz. Yani sadece fütüristlerin öngörüleriyle bizim yetinmememiz
lazım. Onların teknolojide başka alanlarda olabilir, ama dış politikada da
öngörü ortaya koymak lazım.
Mesela pandemi başladı pandemi sonrası nasıl bir dünya bizi bekliyor? Hemen
tüm dünyadaki aydınlarla beraber çalıştık, tüm Türkiye’deki bu konuya da
kafa yoran insanlardan makaleler istedik ve kendimiz de bunları
tartışıyoruz. Ve şimdi Rusya-Ukrayna savaşından sonra nasıl bir dünya veya
sistem bizi bekliyor buna da tabi kafa yoruyoruz. Ama aynı zamanda bizim
kendimizin de işte bu teknolojiden de faydalanarak bizi nasıl bir gelecek
bekliyor, nasıl pozisyonlar almamız lazım bunu da iyi değerlendirmemiz
lazım.
Yine 10-12 Mart tarihlerinde inşallah gelecek sene üçüncüsünü
gerçekleştireceğimiz Antalya Diplomasi Forumu da bizim bir diğer yenilikçi
faaliyetimizdir. Üçüncü senesini bırakın, ikinci senesinde Antalya
Diplomasi Forumu Davos gibi, Münih Güvenlik Konferansı gibi dünyanın en
önemli platformları kadar tanınan bir düşünce kuruluşu ve platform haline
geldi. Yine bu Antalya Diplomasi Forumunun kuruluş amacı tabi karar
alıcılarını, akademisyenleri, basın mensuplarını, düşünürleri bir araya
getirerek gelecekle ilgili bugünün tespitlerini yaparken gelecekle ilgili
de öngörülerini bizlerle ve tüm dünya kamuoyuyla paylaşmasını amaçlıyoruz
ve bu anlamda da gerçekten önemli bir platform oldu. Yine bizim amacımız
Antalya Diplomasi Forumunu uluslararası ilişkilerde zihinsel paradigmaları
şekillendirecek bir platform haline getirmek. Ve şu anda yasa tasarımız
Meclis’te ve b yasa tasarı geçtikten sonra vakfımız da kurulmuş olacak.
Tıpkı tüm dünyadaki buna benzer platformlar gibi biz de bir vakıf haline
getirerek bunu artık kalıcı bir Türkiye’ye bir platform olarak hediye etmek
istiyoruz Dışişleri Bakanlığı olarak. Tabi bu teknolojiyi takip etmek
önemli, yapay zekadan faydalanmak önemli.
Diğer taraftan bu yenilikleri görüşebilecek, konuşacak platformların
oluşturulması da önemli Antalya Diplomasi Forumu gibi. Ama dünyadaki siyasi
değişimlerin dengelerin değişiminin de iyi okunması gerekiyor. Biraz önce
Asya’nın yükselişinden yeniden yükselişinden bahsettim. Asya’nın artık
dünyanın ekonomik gücü olduğunu herkes görüyor, biz de görüyoruz. Uzmanlara
göre ekonominin gücü yılda 140 kilometre hızla batıdan doğuya doğru
kayıyor. Bugün Asya dünya üretiminin yarısı, dünya nüfusunun yarıdan
fazlası 4.7 milyar insandan bahsediyoruz. Gelecek sene Hindistan nüfus
bakımından Çin’i geçecek. Ama siyasi olarak da ortaya çıkan ben de varım
diyen ülkeler de var Hindistan’ı biraz önce saydım.
Diğer taraftan, ekonominin gücünün güç merkezinin olduğu bir bölgeye bizim
bütüncül bir yaklaşımla tekrar dönmemiz lazım ve o nedenle yeniden Asya
dedik. Yeniden Asya deyince sanki bir önce ilk başta biz ilk defa Asya’ya
gidiyormuşuz gibi bir algı oluştu. Hayır ilk defa gitmiyoruz, bizim
köklerimiz Asya’da, ama dünya değişirken önümüze Asya’da bu kadar önemli
fırsat çıkarken burayı ihmal etmemiz mümkün değil. Dolayısıyla, Yeniden
Asya Girişimi yenilikçi ve öngörülü dış politikamızın başka bir adımıdır.
Yani köklerimizin bulunduğu bu coğrafya yükselirken, biz de bin somut eylem
unsuruyla bu yükselişin bir parçası olmak için yeniden Asya dedik.
Son Büyükelçiler Konferansımızda Avrupa’ya vurgu yaptık. Neden Avrupa’ya
vurgu yaptık? Biz Avrupa’nın bir parçasıyız, Avrupa Birliği üyelik
sürecimiz Avrupa Birliğinden kaynaklanan sebeplerle durmuş olsa da bu hedef
hiçbir zaman değişmemiştir. Ama Avrupa Birliği üyeli üyeliği olsun, olmasın
biz bu kıtanın parçasıyız ve bu kıta bugün çok ciddi sorunlar yaşıyor, çok
ciddi sorunlarla karşı karşıya. Kim derdi 5 sene önce geçen sene 1 sene
önce Avrupa’nın ortasında bir savaş olacak diye. Ama bu savaştan bağımsız
bir şekilde tüm dünyayı etkileyen bu sorunların, sınamaların Avrupa’da çok
güçlü bir şekilde etkilendiğini görüyoruz. Ekonomik krizler, enerji ve gıda
krizi bunu daha da derinleştirdi. Göç problemi, aynı şekilde genel anlamda
bizi de etkileyen yine terör, yine ırkçı akımlar, İslam düşmanlığı, yabancı
düşmanlığı, kendisinden olmayana yönelik hoşgörüsüzlük. İşte Almanya’daki
son gelişmeyi yakından takip ediyorsunuz bir darbe girişimi daha başlamadan
operasyonlarla önlendi. Dolayısıyla, inşallah Avrupa ülkeleri de bizim 15
Temmuz’da 2016’da yaşadığımızı, geçmişte yaşadığımız darbe ve terör
saldırılarını da hatırlar ve bunlarla mücadeleyi, ortak mücadeleyi yapmamız
gerektiğini de anlar. Biz böyle bir dönemde Avrupa’nın Türkiye’ye ihtiyacı
var diyoruz. Bu kesinlikle böyle kibirli bir yaklaşım değildir, çünkü bugün
bahsettiğimiz bu konularda en etkin mücadeleyi gösteren ülke Türkiye’dir ve
Avrupa’ya da bu anlamda da en çok katkı sağlayan ülkelerin başında Türkiye
geliyor. Dolayısıyla, içinde bulunduğumuz tıkanın istikrarı ve barışı için
ve ekonomik kalkınması için Avrupa’ya tekrar odaklanmamız gerektiğini
Ağustos ayında Büyükelçiler Konferansımızda tüm arkadaşlarımızla
değerlendirdik ve şimdi bu yönde çalışıyoruz.
Tabi Yeniden Asya’dan bahsederken biraz önce bugüne kadar sadece Asya’ya
yönelik girişimlerimiz olmadı. Afrika açılımı dedik ortaklığa dönüştü. 12
büyükelçilikten 44’e çıktık. 4.3 milyar dolarlık toplam ticaretten 34.5
milyar dolarlık ticarete çıktık ve bu sene 45 milyar dolara yaklaşacak.
Latin Amerika dedik 6 büyükelçilikten 18 büyükelçilik bir başkonsolosluğa
çıktık. 800 bin dolarlık ticaretimiz vardı koskoca Latin Amerika’yla bugün
15 milyar dolar geçen yılın sonu, bu sene 20 milyar dolara yaklaşıyoruz.
Ama bunu sadece ekonomiyle sınırlandırmamak lazım, her alanda çok büyük
etkisi var. İşte bu dünyanın her yerinde açılımlarımızla ortaklıklarımızla
sadece ikili düzeyde ülkelerle değil, bölgesel ve uluslararası örgütler
nezdindeki statülerimiz ve oralardaki faaliyetlerimizle ve karar
masalarındaki mevcudiyetimizle hem menfaatlerimizi korumak için çalışıyoruz
hem de karar alma mekanizmalarına nüfuz ederek daha adil, daha adaletli bir
dünya için çaba sarf ediyoruz.
Tabi Bakanlığımızı da yenilemek lazım, o nedenle yeni nesil diplomatlara da
ihtiyacımız var. Yani diplomasimizin yenilenmesi ve güçlendirilmesi için
Ankara Diplomasi Akademisini kurma kararı aldık. Sayın Cumhurbaşkanımıza da
daha önce arz etmiştik. Şimdi YÖK’le de görüşüyoruz. Hem Bakanlığımıza
gelen diplomatları yetiştireceğiz hem de master, doktora programları
verebilecek bir kurum haline getireceğiz. Sadece Türk öğrencileri için
değil, dünyanın her yerinden gelen uluslararası ilişkiler ve buna benzer
bölümlerde master doktora yapanlara da bu imkanı sağlamak için çalışacağız.
Tabi bu kuracağımız merkezle önümüzdeki süreçte atacağımız adımlarla
inşallah hayata geçmiş olacak.
Değerli arkadaşlar, tabi sizin gibi gençlerle bir araya gelmek gerçekten
bizim için çok sadece mutluluk verici, sadece onur verici değil, aynı
zamanda bize enerji veriyor, heyecanımızı artırıyor, sizlerin
ideallerinden, vizyonundan ilham alıyoruz. Yine yeni fikirlerle ufkumuzu
genişletiyoruz. Yine üniversite buluşmalarında öğrencilerimizden gelen
önerileri de dikkate alıyoruz. Politikamızı oluşturmak için çok faydalı
gerçekten bilgi, öneri, eleştiri alıyoruz, bundan da çok büyük mutluluk
duyuyorum gerçekten. O nedenle üniversitelerimizde öğrencilerimizle
buluşmaya ben şahsen kendimi de çok geliştiriyorum bu tür toplantılarda
önem veriyoruz. Yeni eğilimleri de tabi görmek lazım. Dolayısıyla, bu
değişen mantaliteyi, eğilimleri de doğrudan yerinde görmek bakımından da
faydalı. Ben sizlerin dış politikamıza gösterdiğiniz ilgiden son derece
memnuniyet duyuyorum. Sadece sosyal bilimleri okuyan değil, mühendislik
okuyan öğrencilerimizin, gençlerimizin de dış politikaya büyük bir ilgisi
var. Burada sosyal bilimler bölümleri biraz daha teknik bölümlere göre
kısıtlı, ama ona rağmen İTÜ mezunu bir büyükelçimiz var 9 tane şu anda
kariyer memurumuz var, daha fazla gelmesini isteriz.
Bakanlığımıza giriş konusunda da bazı yenilikçi adımlar attık. Eskiden işte
sosyal bilimler bölümlerinden mezun olanlar girebiliyordu. Şimdi
uluslararası ilişkiler bölümünde master yapmış mühendislerimize de
Bakanlığımızın kapılarını açtık bu sınavlara girme hakları var. Diğer
taraftan, tabi işte gazetecilik dahil birçok alandan öğrencileri de,
mezunları da Bakanlığımıza dahil ediyoruz. Ayrıca sadece gazetecilik değil,
bazı diğer bölümleri de, sosyal bölümleri, sosyoloji, psikoloji gibi o
bölümleri de açtık. Tarih mezunu, tarih bilmeden diplomasi yapılmaz. Tüm bu
bölümlerden de yeni düzenlemeyle Bakanlığımıza personel alıyoruz. Yani
sonuçta şunu söylemek istiyorum: Sizleri de Bakanlığımıza bekliyoruz.
Bakanlığımıza, personelimize daha fazla katkı sağlamanız lazım. Bu kadar
önemli bir eğitim kurumundan biz de Dışişleri Bakanlığı ve diplomasimiz
olarak sizlerden faydalanmak isteriz, katkılarınızı bekleriz, sınavlarımıza
bekleriz.
Bakanlığımızın sınavlarına girmek isteyen arkadaşlarımıza nasıl
hazırlanacakları konusunda her türlü bilgiyi Bakanlığımızda ekiplerimiz var
akademimiz var veriyor. Diğer taraftan, son yıllarda sınavlara girmiş,
sınavları başarıyla geçip de Bakanlığımıza girmiş arkadaşlarımızla da bir
araya getiriyoruz ki onlardan da öğrensinler nasıl soruyor soruluyor diye
önceden hazırlamak lazım. Bakanlığa girdikten sonra da hazırlamak önemli
ama hazır gelmelerini tercih ediyoruz. Birde bizim stajlarımız var, staj
programlarımız var Cumhurbaşkanlığı İnsan Kaynakları üzerinden
başvuruluyor. Geçen sene üç değişik grupta arkadaşlarımızı Bakanlığımızda
stajyer olarak ağırladık. Kendileriyle bizzat bir araya geldim, sohbetler
ettik, yemekler yedik, sorularını cevapladık. Master yapanlar da varmış
içlerinde tezleriyle ilgili sorular da sordular, böyle ufak tefek
katkılarımız da oldu. Birde Şuşa’ya Azerbaycan’ın bir diplomatik seferi
olmuştu Ankara’daki büyükelçiliklerin bazıları Azerbaycan’a akredite. Biz
kendi Bakanlığımızdan arkadaşlarımızla birlikte her seviyede yeni aday
meslek memurlarımız dahil stajyer arkadaşlarımızı da Şuşa’ya gönderdik
tarihe tanıklık etmelerini söyledik.
Bunları niçin anlatıyorum? Yani bizim stajlarımız sıkıcı değil, son derece
öğreticidir sizleri bekliyoruz. Bu arada stajyerler arasında yapılan bir
ankette de en çok memnun kalınan Bakanlık ödülünü de Cumhurbaşkanımızdan
aldık stajyerlerimize çok teşekkür ediyoruz.
Sabrınız için çok teşekkür ediyorum, şimdi sorularınızı cevaplamaya
hazırım. Herkes istediği soruyu sorsun, istediği değerlendirmeyi yapsın,
böyle samimi, açık sizlerle sohbet etmeye inşallah…
Çok teşekkür ediyorum.
* Interpress deşifresidir.